İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
Kelime manası olarak; acı, yoksulluk, haksızlık gibi üzücü durumlar karşısında ses çıkarmadan onların geçmesini bekleme erdemi, olacak ya da gelecek bir şeyi telaş göstermeden bekleme diye tanımlanan sabır kelimesi dilimize Arapça’daki (sabr) kelimesinden geçmiştir.
Günlük hayatımızda sık sık dile getirdiğimiz ama iş maddi plana döküldüğünde birçoğumuzun başvurmadığı sabır kelimesi gün geçtikçe ağzımızda cıvıklaşmakta ve öz benliğini yitirmektedir. Öz benliğini yitirmesinin tabii ki de birçok nedeni vardır. Ancak modernleşme, insanoğlunun nefsini rahat ettirme gayreti, nefsinin insanoğlunu ele geçirmesi, en önemli nedenler arasında sayılabilir. Son yıllarda teknolojideki büyük gelişmeler insanların hızlı bir yaşam sürmesine neden olmuştur. Bundan dolayı günümüzde sabır yerini aceleciliğe ve tez canlılığa bırakmıştır. İnsanlardaki bu tez canlılık da hızlı ve yanlış karar almayı tetikleyen unsurların başında gelir. Yanlış karar almak da insanları büyük bir felakete sürüklemektedir.
Hatim El-Asam (r.a) diyor ki:
“Acele şeytandandır. Şu beş husus müstesna:
-Misafir geldiğinde yemek ikram etmek
-Öldüğünde ölüyü hemen defne hazırlamak
-Buluğ çağına gelen kızı hemen evlendirmek
-Vadesi geldiğinde borcu hemen ödemek
-Günah işlediğinde hemen tövbe etmek”
Modernleşmeyle birlikte insanlar sabır kelimesini anlamsız hale getirdi dedik. Peki bu anlamsızlaştırma gayreti Allah (c.c) ve Resulü’ne (s.a.v) sevdalı, iman etmiş biri için de geçerli mi yoksa o kişi için sabır kelimesi aslında bir kurtuluş reçetesi mi?
Tabii ki de iman etmiş salih bir zat için sabır bir kurtuluş reçetesidir. Allah (c.c) insanları türlü musibetler ve sıkıntılarla sınar. Bu musibetler sayesinde insanlar kurtuluşa ererler. Bu musibetlerin en büyükleri de Peygamberlerin karşılaştıkları olaylardır. Peygamber Efendimiz (s.a.v) her konuda olduğu gibi sabır konusunda da biz Müslümanlara örnek olmuştur. Mekkeli müşrikler onu imanından vazgeçirmek için her yolu denemişlerdir. Peygamber Efendimiz’e suikast düzenlemeye kalkışmış, davasından vazgeçmesi için para teklif etmiş, sevdiği kimselere zarar vermişlerdir. Peygamber Efendimiz (s.a.v) bu olaylar karşısında sabretmiş ve şöyle buyurmuştur:
“Dertleri veren Allah, sabreden kullarına mutlaka bu dertlerin dermanını da verecektir.”
Peygamber Efendimiz ve sabır dediğimizde hepimizin aklına Taif yolculuğu elbette geliyordur. Taif yolculuğunda Efendimiz (s.a.v) sabrın doruk noktasındadır. Meseleyi hatırlayalım ve sabrın mahiyetini bu olaydan çıkarmaya çalışalım.
Peygamberliğin onuncu yılının sonları... Şevval ayı... Efendimiz’in (s.a.v) sevgili eşi Hz. Hatice ve en zor günlerinde sırtını dayadığı amcası Ebû Tâlib gerçek âleme göçmüş, Müslümanlara uygulanan baskılar artmıştır. Peygamberimiz Zeyd b. Hârise ile Tâif yolundadır. Tâif’de önde gelen bazı kişileri İslâm’a davet eder ve çarşıda dolaşarak karşılaştığı kimselere Kur’an’dan ayetler okur. Ne yazık ki Tâifliler, Rasûlullah’ın çağrısına olumlu cevap vermezler. Edep dışı tavırlarla, hakaret ederek kovarlar. Peygamberimiz’in mübarek vücudu ve ayakları kana bulanır. Fedakâr sahâbî Zeyd, bir yandan yaşlı gözlerle Resulullah’ın yarasını sarmaya çalışır. Sonunda bir bahçeye sığınırlar. Peygamber Efendimiz bir üzüm kütüğüne yaslanarak dinlenmeye başlar ve Rabbine sığınarak şöyle dua eder:
“Allah’ım! Kuvvetimin tükendiğini, çaresizliğimi, halkın gözünde hor ve hakir görüldüğümü ancak sana arz ederim. Ey merhametlilerin en merhametlisi, herkesin zayıf gördüğü çaresizlerin Rabb'i sensin.
Ya Rabbi, huysuz ve yüzsüz bir düşmanın eline beni düşürmeyecek, hatta hayatımın dizginlerini eline verdiğim akrabamdan bir dosta bile bırakmayacak kadar bana karşı merhametlisin. Ya Rabbi, eğer bana karşı gazaplı değilsen, çektiğim bela ve sıkıntılara hiç aldırmam, fakat senin esirgeyiciliğin bunları da göstermeyecek kadar geniştir.
Ya Rabbi gazabına uğramaktan, rızandan mahrum kalmaktan, senin karanlıkları aydınlatan, din ve dünya işlerini dengeleyen nuruna sığınırım. Razı oluncaya kadar affını diliyorum. Bütün kuvvet ve kudret ancak seninledir. Emrine amadeyim.”
Bu yakarış anında göklere ulaşıverir. Allah Resulü o sırada bir bulutun kendisini gölgelendirdiğini ve içinde Cebrail’in bulunduğunu fark eder. Cebrail (a.s) Allah’ın her şeyden haberdar olduğunu, kendisine dağlardan sorumlu olan meleği gönderdiğini ve her türlü isteğini ona iletebileceğini söyler. Dağlarla ilgili melek de şöyle hitap eder: “Ey Muhammed! Emrine amadeyim. Dilersen Mekke veya Tâif şehirlerinin her iki tarafındaki dağları birbirine kavuşturayım ve içindekileri helak edeyim.” Ama şefkat ve rahmet Peygamberinin mübarek dudaklarından, kendisine eziyet edenler için merhamet dolu şu sözler dökülür: “Hayır bunu istemem, belki nesillerinden Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayan, tevhide gönül vermiş biri çıkar!” (Tecrid-i Sarîh, IX, 91) Peygamberimizin Tâif yolculuğunda sabrın neticesini ve Allah’ın hükmünün sonunda gerçekleştiğini görmekteyiz.
Yazımın başında da dediğim gibi sabır üzücü durumlar karşısında sebat etmektir. Bir Müminin de yapması gereken yegâne yol budur.
Hz. Enes’ten (r.a) rivayet edildiğine göre Peygamber Efendimiz (s.a.v) buyuruyor ki:
“Allah bir kula iyilik dilerse cezasını öne alarak dünyada çektirir. Buna karşılık Allah bir kula kötülük dilerse günahları yüzünden ona dünyada ilişmez de tüm cezasını kıyamet gününe bırakır. Mükâfatın büyüklüğü, belanın büyüklüğüne bağlıdır. Ulu Allah (c.c) bir kavmi sevince onların başına bela verir. Hoşnutlukla karşılayana Allah’ın hoşnutluğu, öfke ile karşılayana da Allah’ın gazabı vardır.”
Başına gelen olaylar karşısında Müminin sabretmesi gerektiğini söyledik. Peki bu sabredişin sonunda insanlar ne ile mükafatlandırılacak? Allah (c.c) Kur’an-ı Azimüşşan’da sebat edenlerin türlü nimetlerle karşılaşacağını buyurmuştur.
“Ey müminler sabrediniz, sebatkar olunuz, sınırlarında düşmanlarına karşı nöbet tutunuz ve Allah’tan korkunuz ki kurtuluşa eresiniz.” (Al-i İmran Suresi, 200. Ayet)
Ulu Allah (c.c) buyuruyor ki:
“Sizleri korku, açlık, mal, can ve ürün kaybı gibi afetlerle mutlaka deneriz. Sabredenleri müjdele.” (Bakara Suresi, 158. Ayet)
Yine başka bir Ayet-i Kerime’de Ulu Allah (c.c) buyuruyor ki:
“Sabredenlere amellerinin karşılığı hesapsız olarak mutlaka verilecektir.” (Zümer Suresi, 10. Ayet)
Dünyada musibetlerle veya türlü sıkıntılarla karşılaşmak aslında bir Mümin için sevinilmesi gereken bir durum. Çünkü Allah (c.c) kimin iyiliğini dilerse onu türlü sıkıntılarla karşı karşıya bırakır. Allah (c.c) o büyük gün geldiğinde bizi sebatkar olanlardan eylesin.
Son söz mahiyetinde, Hz. Ali (r.a) bir cenazede taziye verirken şunları zikretmiştir: “Eğer sabredersen takdir yerini alır ecrini görürsün. Eğer feryat edersen yine takdir yerini alır günah işlemiş olursun.”