İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
Allah’ın (c.c) insanlığı yaratışından itibaren bugüne dek, zihinlerde ve yüreklerde var olan arayış; sabır, şükür, sıkıntı, tasa ve mutluluk. Asırlardır insana, -kimine cennet kimine zindan olan- dünya ve sonrasında cennet ve cehennem mekanlarında kalacakları baki ve fani, an ve zaman çemberinde alıp verdikleri nefes nispetince, nefs ve ruh arasında cüzi irade gösterme salahiyeti bahşedilmiştir.
Mücerret ve müşahhas anlamda hissedilebilen, görülebilen her mefhum ve mevzunun yaratıcısı olan, vesile ettiği kulları nihayetinde gerçekleştiren tek Allah’tır.
Zahiri tabiat tecellileriyle batıni hassalar arasında, insanları tetikleyen benzerlikler vardır. Gece nefse, ay kalbe ve güneş ruha tekabül eder. Nasıl ki ay ışığı gün ışığının gece karanlığı içinde son karargahı ise kalp de Allah nurunun son karargahıdır. Nihayetinde ruh-nefs-kalp arasındaki lazım olan düsturun yolu marifet ve irfana erişmektir. Peki ya beden?
Merkezi sinir sistemini kontrol eden beyin ve endokrin siteminde bulunan hormonlar; Limbik sistem (beyin sapıyla ön beyin arasında bulunan güdüsel davranışların organizasyonu, iştah, cinsellik, korku, öfke ve heyecan gibi faktörleri kontrol eden, saldırma kaçma ve hafıza gibi faaliyetlerle ilişkisi bulunan nöron ağlarına verilen addır. Hipotalamus, amigdala, hipokampus bölümleridir), kortizol hormonudur (stres durumunda böbrek üstü bezlerinden salgılanan bu hormon, sabah en fazla seviyedeyken geceye doğru salınımını azalır. Bu hormonun çok fazla salgılanması neticesinde cushing sendromu meydana gelir. Şişmanlık, hiper tansiyon, cilt lekeleri ve psikolojik değişiklikler belirtileridir).
Çağın düşüncesinden bireyleri tehdit eden varoluşsal boşluklar, şahısları Allah’a kulluk olan amil saikten alıp, gayrını aratmakta, neden sonuç ilişkisi yollarında gitmektedir. “Bu böyle olmasaydı şu şöyle olurdu”, “Olduğu kadar olmadığı kader” laflarını kullanmaktalar. Kederine mana biçme, iç huzura sahip olamama, dış etkenlerin deryasında ise gemiye, yata, takaya sahip olamama neticesinde, zihinsel ve ruhi tenakuzlar ortaya çıkar. Kaygı, korku, bunalım, işgüzarlık hasletleri belirir. İnsanlar fiziki ve ruhi hastalıklara düçar olur.
Bu insanlar ister gariban güruhtan olsun, isterse de zengin tayfadan olsun. Kendilerine var olmayan maddi ve manevi hassalar üzerinden haset, kıskaçlık, mutsuzluk ve umutsuzluk hallerinden okunur. Kimi zaman da tersinden farkında olarak veya olmayarak kederlerinden haz duyarlar.
İslam ahlakı ve fikretme cehdi, her daim saldırı halinde olan kötü düşünceleri ve halleri tezkiye durumundadır. Münzevilikten ziyade, İslam topluluklarında bulunmak, Müslümanlık edep ve ahlakına sahip olmak başlıca çözümdür.
Allah’ın, bir gece mescidi haramdan alıp, Mescidi Aksa’ya oradan da Sidretül Münteha’ya kadar ulaştırdığı Gaye İnsan-Ufuk Peygamber, oğlu Abdullah, amcası Ebu Talip ve refikası olan Hazreti Hatice validemizin vefatları nihayetinde en ince hissiyatlarıyla ruhuna işlemiş o Resulün hüznü. Asrı Saadet’te yer alan hüzün yılının neticesinde o güzel Resulün vesilesiyle 5 vakit namaz, Bakara Suresinin son iki ayeti olarak da bilenen -amennerresulü- ve Allah’a şirk koşmanın haricindeki tüm günahların bağışlanacağı müjdesi ile Peygamber, arza indi.
Mağaradaki “2’nin 1’i olarak” sıddıkiyet makamında bulunan Hazreti Ebu Bekir’in derdiydi, hüzün... (Tevbe 40) Hüzün Yakup (a.s) gözlerindeki yaşlardaydı. Evladından ayrılmanın mustaripliği, gözlerindeki feri almıştı. Züleyha’nın Yusuf’a (a.s) erişememesinin kederi, Yakup (a.s) da yoktu.
Medineli Zahir Efendimizin bedeni kusurları olduğu için münzevi bir hayat sürüyordu. Çöllerde yaşar ve Peygamber Efendimizin teklifiyle oradaki bitkileri toplar, Medine’nin pazarında satardı. “Zahir bizim çölümüzdür; biz de onun şehriyiz.’’ hadisi şerifine mahzar olan Sahabe Efendilerimizdendir.
Her nevi hüzün fazilettir. Mümin için hüzün Yaratana ermeye vesiledir. Yalnız hüzün yerini kedere bırakıp, nihayetinde günaha erişmesi içinde hüzün olmayan kalbin harap olası ile neticelenir. Hayatını derbeder bir şekilde idame ettirir. Kafirin dua ve gözyaşının olmaması bahanesiyle ahkam kesmeye aptalca bir bakış açısı getirmesine yol açar. Hüzün, nefsani bir arıza olmayıp müminin muhasebe, murakabe, müşahede ve tevbe gibi ahlaki makamlardan geçerek, salih amellere götüren yoldur. Malik bin Dinar’ın deyişiyle “Müslümanın dünyadaki hüznü ne kadar çok olursa, ahirette de sevinci o kadar fazla olur.”
Havf ve reca, Allah’ın azabından, gazabından korkma ve merhametiyle muamele etmesi ümididir. Allah-u Teala’nın azameti karşısında kalbin ıstırabı neticesinde korku ve Allah-u Teala’nın fazlına, ihsanına, rahmetine, lütfuna sığınma ümididir. Hazreti Ömer’in deyişiyle “herkes cehenneme girecek ama bir kişi hariç deseler; o bir kişinin ben olmasını ümit ederim. Herkes cennete girecek ama bir kişi hariç deseler o kişinin ben olmasından korkarım.”
Hüzün, mana içre mana; sual içre sual; dert içre derttir... Hakka yakınlık deryasında hak, adalet, anlayış, fikriyat, irfan, hikmet için hüzünlenmek Allah rızasına geçittir.
Hazreti Ömer bir gün yolda giderken sohbet eden Müslümanları gördü ve dakikalarca boş laflarına şahit olunca “burada ne arıyorsunuz, meşgaliyetiniz yok mu, bu kadar boşa harcadığınız zamanınız çok mu?” sualini sordu. “Ya Ömer bizler olmayınca sabrederiz, olunca yeriz; bizler mütevekkilleriz.” cevabını alan Hazreti Ömer, hiddetlenerek “Hayır! Sizler müteekkillersiniz, defolun karşımdan!” şeklinde mukabele etmişti...
Hüznün kaynağını bilen, nereye erişeceğini bilen, her daim Allah rızasını güden kullarla haşrolma duasıyla!..
Kadir Koyuncu