İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
Nefsanî menfaati gereği yanlışa yanlış dememek müdâhane etmektir ki, bu da İslam’da haramdır, büyük günahlardandır…
“Müdâhane”ye Türkçe’de bulunan karşılık, “yağcılık”… Zira kavram “yağ” manasındaki “dühn” kelimesinden türeme… Yağın, temas ettiği şeylere yumuşaklı vermesinden başlayan ilinti, temasta bulunduğu kimseleri yağ ile yumuşatarak menfaat temin etme, hiç olmadı zararını def etme gibi bir manaya kavuşmuş… Müdâhin kimse, yağcı kimsedir ve bu haliyle yalnız ferdî bir şahsiyetsizlik işlemiş olmamaktadır, aynı zamanda Allah indinde büyük bir günah da işlemiş olmaktadır… Ama işte bu durum nazarlardan kaçmaktadır.
Mesela zinanın işlenme şekli bedihidir, açıktır. İşlendiği an göz ile ona temas eden herkes o an ne olduğunu pek açık anlar. Hırsızlık da öyle, kumar da, içki de, gıybet de… Ama günah olmak babında bunlardan geri kalmayacak müdâhane, insanlardan pek aleni sadır olmaz, insanlarda bir bukalemun gibi saklı durur. Müdâhin bazen hakkı teslim eden kimse gibi görünür, bazen kibar biri gibi… Ama gerçekte, nefsanî bir menfaati için metihlerde bulunmakta, dostluk, yarenlik, arkadaşlık etmektedir… Hele müdâhanenin işlev mevzuu İslamî hakikatler, işleyeni de bu hakikatlere vakıf kimseler ise suç ve günah bir anda irtifa kazanır. Tıpkı öldürmek fiilinin, öldürülen serçe de olsa, insan da olsa fiil yönünden bir olması ama elbette insan öldürmenin daha beter bir cürüm belirtmesi gibi, müdâhanenin de kendi içinde böyle baremleri vardır. İslam davasının selameti için yapılması gereken bir şeyi imkânı olduğu halde yapmayan bir idareciye, sırf ondan şahsi menfaati var ya da ondan şahsî bir zarar görme ihtimali var diye yanlışını söylememek, dahası yanlışını doğru diye methetmek, müdânenin en üst baremidir. Yani müdâhane hesabıyla serçe değil de, insan öldürmektir. Vebali ve Allah indindeki karşılığı da pek ağırdır…
Bugün için cemiyetimizde müdâhane bir yaşam biçimi haline gelmiştir. Onu bu haldeki bir yayılıma erdiren şey, politika kurumudur. Gündelik hayatta handiyse temas edilen tek bir kimse yoktur ki, hayatını idame ettirebilmek, işlerini çekip çevirebilmek için bir makam sahibi ile dirsek teması kurmak gerektiğine inanmasın… Hukukçusundan eğitimcisine, sanayicisinden sağlıkçısına, herkeste bulunduğu mevkinin hakkını vermekten evvel, bulunduğu mevkiyi tırmanmak hissi galiptir. Bunun da yolu bu tırmanmayı sağlayacak kişi ve makamlara müdâhanede bulunmaktır. Bütün bu müdâhane fıskiyesini kendi havuzunda işleten müessese de kaydettiğimiz üzere politika kurumudur. Zaten politikacıların da tamamına yakını mahir birer müdâhindir. Zira oralara gelebilmek zordur ve bu zorluk da liyakat ile değil, kokuşmuş sistem gereği müdâhane kabiliyetiyle aşılabilir. Öldürücü bir kısır döngü halinde de işte ortaya böylece, kovalarından birbirine su değil, müdâhane aktaran bir değirmen çıkar. Her müdâhin, bir diğer müdâhinin besleyicisidir. Bir diğeri de öbürünün… Kovalar müdâhane ile doldukça ağırlaşır, ağırlaştıkça deveran gücü sağlar, bunu sağlayan her kova bu gücü sonraki kovaya aktarır ve kendinden öndeki kovadaki müdâhane gücünü de geri devralır. Böylece bu müdâhane değirmeni döner durur…
Amma işte…
Bu değirmen, cehennem değirmenidir!
Yaşadığı toplumu idare eden idareciler, hem de İslam’ın aleyhine olacak işler yaparken, ya onlardan menfaati var diye susmak, ya onlardan bir zarar görmemek için susmak, ya da susmaktan da bir adım öteye atıp onların yanlışına doğruymuş gibi alkış çalmak, insanın kendi eliyle kendine cehennem hazırlamasıdır… Böyleyken müdâhane, cehennem koridoru haline dönmüş toplumumuzda şahsî bir kabiliyet gibi görülür olmuştur. Bu toplumda nefsine uyup zina edenlere taş atacak sözümona dindar kimseler bile nefsine uyan müdâhinler olarak müdâhane eden herkesi alkışlamaktadır! Sanki zina büyük günah da, müdâhane değilmiş gibi… Toplumun maatteessüf vasatı bu olmuştur. Bu toplumda ağlamayan bebeğe ekmek, müdâhene etmeyen hödüğe makam yoktur, mansıp yoktur, menfaat yoktur! Anlaşılan toplumumuz, dünya ile ahretin değiş tokuş edildiği bir ahmak ticarethanesine döndürülmüştür. Oysa açıktır; evvela Allah’ın rızasını, sonra ahireti kazanmak için ayağı İslam’ın hakikatlerinde sabitlemek gerektir. Bu sabitlenmeyle beraber işte doğruya doğru, yanlışa yanlış diyebilme hassa ve cesareti kazanılır. Nefsanî menfaat karşılığında yanlışa da doğru denmez, denirse dilli şeytanlık edilmiş olur, yanlışlar karşısında dinin zararı varsa susulmaz, susulursa dilsiz şeytanlık edilmiş olur…
Anlayacağınız bu toplumda menfaat, şeytanlık edilmek suretiyle kazanılır şey olmuştur. Bunun da manası İslam’dan, Allah’ın Resulü’nden kopulmak yoluna girilmiş olmasıdır. Allah muhafaza buyursun!
Allah muhafaza buyursun ama bu muhafaza da elbette bu müdâhane furyasına karşı Allah için konuşacak, nefsanî menfaatini değil, İslam davasına ait menfaatleri önde tutacak direnç kutuplarının varlığıyla mümkün olacak!
O direnç kutbu, çıkmayan candaki o atan nabız biz olabilir miyiz, bilmeyiz, ama Allah’tan bunu dileriz!
Bunun için de yapa geldiğimiz üzere yanlışa yanlış der, müdâhane etmekten, yılanlarla aynı çuvala girmek kadar korkar, uzak dururuz… Zira bizim rehberimiz, Peygamberimiz Efendimizdir! Bir vakit, Mekke’nin şirk diktatöryası olanca heybetiyle onun da karşısına gelmiş, İslamî hakikatleri söyleme, kendi dalaletlerini de söylememe işinde kendisinden az da olsa gevşeklik göstermesini istemişti. Bunun da karşılığında onlar, kendi baskılarını gevşeteceklerdi…
Ayet meali:
“Onlar, senin kendilerine müdâhane etmeni (yaranmanı, yağcılık yapıp uzlaşmanı) arzu etmişlerdi; o zaman onlar da sana müdâhane edeceklerdi (yumuşayıp yaklaşıvereceklerdi)…” (Kalem-9)
Fotoğrafı çeken Allah ve elbette Resulü bu fotoğrafın, asla müdâhane etmeyen ve bu yolla İslam’ı, zerresine halel getirmeden bize emanet eden mübarek kişisidir. Şimdi İslam’ın zerresine halel getirmek istemiyorsak, ülkeyi idare edenlere müdâhane etmekten tövbe edip, onları İslam davasının selameti açısından gözlemeye başlamalı, yanlışlarını dile getirip yalnız doğrularını alkışlamalıdır… Zaten dost olan da, icabında ve üslubunca, muhatabının nefsine acı alan gerçeği, saklamayıp söyleyen kişidir. Saklayan ya da aksini eyleyip methe girişen kişiyse dost değil, her daim müdâhindir…
Ve bu müdâhinlerin bugün için vatanımızı fiilen işgal etmiş düşman güçlerinden farkı yoktur!