İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
İşin başında Osmanlı’da Şeyhülislamlar, bir süreyle kayıtlı olmaksızın, kayd-ı hayat şartıyla görev yapmaya başladılar. Kurumun esaslı bir kimlikle belirmesinin ardından temsili, Mekke’de, Medine’de, İstanbul’da kadılık yapmış, Anadolu ve Rumeli’de kazaskerlik eylemiş liyakatli kimselere yaptırıldı, liyakat esas olduktan sonra da bu temsil ölene dek sürdü. Şeyhülislam Zenbilli Ali Efendi misal, pek yaşlı ve hasta olduğu devrelerinde bile azledilmedi, yerine bakan bir naip vasıtasıyla görevini sürdürdü. Bir şeyhülislamı ilk defa azleden padişah ise Kanunî Sultan Süleyman oldu. Vesilesi her ne olursa olsun, bu aynı zamanda, evvela açılması akıldan bile geçirilmemiş bir kapının açılması demekti. Liyakat esaslı atama yerine, yönetime haklı haksız hiçbir mevzuda sorun çıkarmama, sorun çıkarırsa da azledilme esaslı bir atama anlayışı geldi. Bu andan itibaren de şeyhülislamlar sıklıkla değişmeye başladı. Hatta görevde birkaç gün, daha da ötesi birkaç saat kalan şeyhülislamlar bile oldu. Büyük Doğu Mütefekkiri Necip Fazıl Kısakürek, Osmanlı gerilemesinin kendisinden sonra değil, kendisiyle başladığı padişah olarak Kanuni Sultan Süleyman’ı işaretlerken, ana sebeplerden biri de bu oldu…
Gerçekten de gerileme dönemi, Padişah saltanatına karşı Şeriat’in hakikatini öne süren ve:
“Nâ-meşrû nesneye emr-i sultânî olmaz!”
İtirazıyla Osmanlı idare başına, başını kaybetmek pahasına istikamet veren ilim ve irfan mahfilinin gitgide ortadan kalkmasıyla başlamış, hatır fetvalarının konfetiler halinde saçılmasıyla sürmüş ve devlet makamlarının parayla satılır olmaya başlamasıyla da ennihayet yıkılış gerçekleşmiştir…
Oysa en şevketli devrelerinde Osmanlı’da yalnız Şeyhülislamlık değil, bütün makamlarda liyakat ve istidat esastı. Osmanlı tecessüsü Akdeniz’de Barbaros’u keşfettiğinde o bir korsandı, ama Akdeniz’i bir leğen su gibi önüne alıp çalkalayabilecek yetenekte bir korsan… Osmanlı, O’ndaki istidadı gördü, bürokrasi denilen ve yerinde konuşlanış belirtmeyince daima devlet ayağına pranga olan aygıtla da bağlanmadığından, O’nu aldı ve Kaptan-ı Derya yaptı. Yani Deniz Kuvvetleri Komutanı…
Liyakat ve istidadı esas alan hikmetli bakış kaybolunca da, Barbaroslar gitti, Akdeniz gitti ve ennihayet Osmanlı gitti…
Şimdi Osmanlı bakiyesi Türkiye’de liyakat, Barbaros’un sandukasında dirilmesi ahirete kalmış bir ölü gibi yatmakta, istidat ise Akdeniz’in derin sularında batmış bir Osmanlı filikası gibi balıklara akvaryumluk etmekte…
Cumhuriyet tarihi boydan boya devletin, yağma Hasan’ın böreği gibi didik didik, nepotist yağmayla bütün varlıklarının delik deşik, iş ehliyle bir bütün halde ayağa kaldırılmak yerine ahmak ve iş bilmezler elinde parça pinçik edilip yerlere serildiği bir dönem oldu…
En son, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başkanlık Sistemi’nin verdiği bir imkân ile Cumhurbaşkanlığı 3 Nolu Kararnamesini çıkarınca kimi akıllara:
“Acaba ayağa pranga bürokrasiyi atlamak ve liyakat ve istidadı esas alıcı atamalar gerçekleştirmek için mi?”
Gibisinden hüsn-ü zanna dayalı düşünceler de geçti. Osmanlı Barbaros’u denizden kapıp dev bir deniz dehası kılmış, Akdeniz’i onun eliyle kendine göl eylemişti ya, acaba Erdoğan Türkiye’si de hakkı yenilmiş liyakatli kimseleri arkalardan çekip öne mi çıkaracak, yoldan geçen istidatlı kimseleri istidatlarının karşılığı olarak makamlara mı geçirecekti?
Gerçekten böyle mi olacaktı?
Gerçekten böyle mi oldu?
Evet, bu ülkede bürokrasi, liyakatli kadroların iş başına getirilmesine engeldi. İnek tıynetli nice kimseler, sırf teneffüslerde de çalışmış ve birkaç soru daha fazla yapmışlar diye istidadı köreltilmiş deha kimselere amir oluyor, bu yolla hiçbir işin çıtası dehalık belirten şahsiyetler hizasına çıkartılamıyordu. Hele “liyakat” de bu ülke, iktidar partisinden referanslı olan bir ahmağın, kırk sınav, yetmiş mülakatta yarışsa ve gerisine düşse de bu imkândan mahrum dehaların her zaman önüne geçtiği-geçirildiği bir ülkeydi. Bazen sadece Rizeli olmak bile liyakatin ağzına tükürmek, istidadın çarkına pislemek için yeter sebep olabilmekteydi. İşte mezkûr kararname böyle bir ülkede çıkarılmış, bazı kafalarda da ümitler, liyakatin öz vatanına çekileceği, istidadın ata yurduna celp edileceği yönünde belirivermişti…
Ama işte öyle olmadı!
Bürokrasiyi atlamak üzere çıkarılan, en azından bürokrasiyi atlamakta işe yarayacağı belli olan mezkûr kararname, liyakatli ve istidatlı kişilerin kadrolara getirilmesi için değil, daha çok liyakatsiz kişilerin kadrolara getirilmesi için kullanıldı. Yani sadra şifa olur diye sahradan toplanan ısırgan otunun suyu kaynatılmak suretiyle içilmedi de, çiğ çiğ kanırttırılıp göze sürüldü. Özünden istifade edilebilecek derman böyle olunca da, özden cüdalığı bitirmediği gibi gözden de etti!
Buyurun bakın, devletin en üst makamlarına ışık hızıyla atanabilme şartını salt “beş yıllık sigorta şartına” bağlayan Cumhurbaşkanlığı 3 Nolu Kararname’den sonra neler olmuş, kimler gelmiş, kimler geçmiştir!
İnsafla bakınca sizin de göreceğiniz, bizim gördüğümüz olarak şudur:
Cumhurbaşkanlığı 3 Nolu Kararname bir teleferik hattıdır ama makam tepesi ile liyakatli kadrolar ovası arasına çekilen bu teleferik hattı, liyakatli kimseleri makam tepesine taşımaktan daha çok, liyakatsiz kimseleri taşımak üzere kullanılmış, böylece liyakate zırt, istidada pırt ettirilmiştir!