HÂLA “ŞEREFSİZ BUNLAR!”

Yazan: 30 Ocak 2022 2301

FETÖ’nün, Ak Parti için hâlâ “Cemaat” ya da “Hizmet Hareketi” olduğu günlerde bizzat FETÖ, sekiz ay boyunca telefonlarımı dinledi. Fetulah Gülen’e her fırsatta, verdiğim konferanslarımda çattığım ve çaktığım için… Dinleme işinde bizzat bulunmuş bazı kimselerin sonraki itiraflarından da öğrendiğim üzere, emelleri evvela bana ait bir ayıp ya da açık öğrenmek, sonra da beni bunlarla afişe ederek itibarsızlaştırmak…

“Sekiz ay boyunca, gece gündüz dinledik ama tek bir şey bulamadık…”

Bulamadıkları için de, bir gece sabaha karşı evime düzenledikleri operasyonu, daha evvel duyulmamış bir şekilde ve tutanaklara da geçtiği üzere “zaman zaman çatışan, zaman zaman dayanışan iki farklı örgüt” bağlamında gerçekleştirdiler… Emelleri beni hiç olmazsa, “çatıştığımı” düşündüklerinin arazisinden toparladıklarıyla yıpratmak… Ne ise ne… “Çete, terör örgütü, mafya, yağma, hürriyeti tahdit, çıkar amaçlı suç örgütü kurmak, çıkar sağlamak için silahlı teşekkül oluşturmak…” diye uzayan gazete manşetleri eşliğinde bizi F tipi hücreye kapadılar ama hem Allah hem de gönüldaşlarım şahittir ki; beni yattığım cezaevine kadar haber göndererek tehdit eden, bana bir daha asla gün yüzü göstermeyeceklerini ileten FETÖ savcılarına sadece sövdüm, tehditlerine tehditle karşılık verdim, bulunduğum yerden tez zamanda çıkacağımı inatla söyledim…

Zaten başlarda yaptıkları hatalar, işlerini bozdu ve şahsıma ait tek bir suç üretemedikleri dosya ellerinde patladı ve tıktıkları yerden tez zamanda çıktım… Şimdi, bir daha gün yüzü görmemek üzere bunların çoğu oralara tıkılı vaziyetteler…

Peki, bunları ne diye hatırlattım? Lafı, gene bu operasyon sürecinde yaşadığım bir şeye getirmek, oradan başka bir meseleye gedik açmak için… Peki evvela, o şey ne? Hikâyesi kısaca şu:

Telefonumu dinleyenler, Allah Resulü ile Yahudilerin yaşadıklarına dair telefonda bana sorulan bir suali ve bu suale, muteber siyer kaynaklarına dayanarak elden geldiğince verdiğim cevabı alıyorlar ve buradan da, Yahudilerin katledilmesi gerektiğini söylediğim sonucuna varıyorlar! Oysa bana gelen sual, yaşanıp yaşanmadığı merak edilen bir hadiseye dairdir ve ben de, bu hadisenin yaşandığını, siyer kaynaklarında bulunduğunu anlatıyorum…

Savcılık ve polis sorgusunda, bilgiç bilgiç karşıma geçen ve suratını ekşiterek bu hususu soran bütün pişmiş kellelere gene Allah şahittir ki:

 “Ne yani; Peygamberimin eylediği fiilden mi utanacağım, bunları kafamdan mı uyduruyorum, en muteber kaynaklarda geçiyor! Yalnız telefonda soranlara değil, siz sorun, size de anlatayım!”

Mealinde ve tonunda cevaplar verdim… Hele savcılardan biri, tam hamakat belirten halleriyle bana sual ettikçe ve ben cevap verip de verdiğim cevapları gene ahmaklığı gereği o anlamayınca, muziplik olsun diye bir edebiyat, bir de felsefe fakültesinden profesör talep edişimi unutmam… Hani bari onlar bir anlasınlar da, dekoder vazifesi görerek dediklerimi sadeleştirip sorgu savcısına aktarsınlar! Zira dediklerimi anlamayan bir angutla muhatap idim… Dahası, gecenin bir yarısında da mahkeme hâkimine:

 “Ben anlattığım her şeyin arkasındayım! Soracak yerleriniz varsa sorun, hatta Diyanet’e, kaydettiğim kaynaklarda mezkûr hadiselerin geçip geçmediğine dair yazı yazın!”

Diye çıkışmama, mahkeme salonundaki onlarca sanık, avukat şahittir…

Mezkûr hadise diyorum ya deminden beri; Benî Kurayza Yahudilerinin, Medine’yi birlikte müdafaa noktasında Müslümanlarla anlaşma imzalamış olmalarına rağmen, Mekke’den gelen müşrik ordusuyla iş birliği yapmaları, yani vatana ihanet etmeleri, Müslümanlar Hendek Harbi ile bu hücumu savuşturunca da, ettikleri ihanetin hesabının kendilerine sorulması… Hadise bu ve hadiseden başka, gene Yahudiler ile ilgili bazı siyer nakilleri…  Misal, Müslümanlık davası hassas bir geçitten geçerken, çevredeki müşrik kabileleri tek tek gezen ve hep birden yüklenip Müslümanları imha etmeleri noktasında onları teşvik eden Ka’b bin Eşref gibi azılı Yahudilerin haklarından gelinmesi… Anlattığım şeyler, en muteber kaynaklarda yer aldığı üzere bunlar ve hepsi de, Yahudi ihanetine karşı alınması zaruri tedbirleri havî…

İşte telefonumu, kadın olur, kumar olur, haraç olur, tehdit olur, azmettirme talimatı olur, beni insanlara karşı rencide edecek bir şeyler tespit etmek için sekiz ay dinleyen, bunlara dair tek şey bulamayan, çıkmış olay ve kavgaları iliştirmek için tek cümlelik bir konuşmamı dahi not edemeyen, elleri boş kalınca da siyer muhabbetlerime kulak kesilen ve oradan, dehşet bir kesik baş hikâyesi çıkarmaya çalışan, bütün bunları da tutturamayınca, sinirden kendi şapkasını ısırırcasına karşıma geçen ve kendilerine yanımda “Efendim! Müvekkilimin dinlemelerinde suç unsuru olacak tek şey yok!” diyen avukatıma, “Tamam, dinlemelerinde bir şey yok, yok ama bu dinlendiğini bildiği için konuşmamış!” diyen, iğrençlikleri içinde komik ve komiklikleri içinde iğrenç bu kadroyu, henüz organize hareket ettiklerine dair bir iz bulunmadığından ancak cezaevi çıkışında ve o da, gönüldaşlarla hasret giderdiğimiz bir çay muhabbetinde ve de, teferruatına girmeye mecalim olmadığı için özetin özeti halinde şöyle yaftalamıştım:

-Bize bu operasyonu İsrail yaptı! Yani iplik ucunu tutup da köküne doğru seyredebilirseniz, orada İsrail’i bulacaksınız… Gün gelecek, bu dediğim de ortaya çıkacak…

Zira evvela dediklerimin ortaya çıkan başkaca veçheleri vardı. Teferruatını başka yerlerde ve değişik vesilelerle anlattığım için bu hususu da geçiyor ve iş içinde iş hesabınca asıl şuraya gelmek istiyorum…

Çok eskiden beri, özellikle FETÖ’nün, siyer kaynaklarında geçen ve Allah Resulü’nün, hassaten Yahudiler ile mücadelesine denk düşen kısımlardan rahatsızlık duyduğunu o derece fark etmiş vaziyetteydim ki; üniversitede zaman zaman öğrenci kafalamaya çalışan FETÖ’cülerin masasına teklifsiz oturur ve bir vesileyle sözü Allah Resulü’nün, İslam’a candan düşmanlık eden ve bu düşmanlığı ihanete vardıran Yahudilere yaptıklarına getirirdim de, masadaki “abi” tiltli tiplemelerin, sanki de donlarındaki yırtığı göstermişim gibi kızarıp bozardıklarına şahitlik ederdim… Bunlardan, cesaretini toparlayabilen ya da elimin altındaki hallerine şiddet uygulamayacağımdan emin olan bazısının birkaç kez, kırk kat büküldükten sonra kulağıma eğildiğini ve kafalamaya çalıştığı öğrenciye de duyurmak istemeksizin:

-Bunlardan bahsetmek ne derece doğru?

Dediğini ve bu dediğine hemen:

-Niye? Bu arkadaş Budist mi? Ortada bir ayıp var da, o ayıbı el alemden mi gizliyorsun! Peygamberimiz bir ayıp işlemiş de, onu mu gizliyorsun! Hı söylesene!

Diye karşılık verip, o tezgâhı dağıttığım çokça vakidir…

Evet, ortada bir tezgâh vardı, dar kapsam ve küçük plânda güya Müslümanlık güdülmekteydi ama geniş kapsam ve büyük plânda Müslümanlığı iman ve itikat mafsallarından lif lif yolmaya matuf bir şeytanlık edilmekteydi…

“Sevgi ve hoşgörü” dini diye yelpazeledikleri İslam’dan, “cihat ve adalet” hassalarını kovabilirlerse eğer, ortada zaten İslam kalmayacaktı ve bu devirler itibariyle de Fetulah Gülen hareketinin bu hususlardaki muradı, Yahudiliğin muradınca kapsanmaktaydı…

Yani “abi” tiltli tiplemelerin ekser kısmı, şeytanî bir diyalektiğe yem kılınmışlardı, İslamî tebliğ yaptıkları zannıyla, toplamda Yahudi ali menfaatlerine hizmet etmekte, bu minvalde eksik bir İslamî -yani İslamî olmayan!- anlayışı genç dimağlara püskürtüp durmakta, böyleyken işin farkında bile olmamaktaydılar. İşin farkında olan Fetulah Gülen’in bizatihi kendisiydi. Zaten bu eksik ve Müslümanlığın değil, Yahudiliğin-Haçlı Batı’nın menfaatine taalluk eden eksik İslamî anlayışı yerleştirmek için de Fetulah Gülen, Türkiye’de kırk yıl tam profesyonel bir faaliyet yürütmüş, bu süreçte sağdan ya da soldan, Türkiye devlet reislerinin desteğinden de mahrum bırakılmamıştı!

1.hala.serefsiz.bunlar.1

Haliyle, İslam’ı bir bütün olarak telakki eden ve tam da bu sebeple Fetulah Gülen’e karşı çıkan her kişi ya da hareket de, Fetulah Gülen’i sırtından meydan yerine itekleyen daha kapsamlı ve geniş küfür odakları için bir imha hedefi olarak belirdi. Büyük Doğu’dan, Büyük Doğu’nun muradına uygun olarak doğan Seriyye Hareketi de işte, hele de, kitleselleşme noktasında belirttiği temayülle beraber bir imha hedefiydi. Zaten, küçük İsrail’i korumaktan daha büyük olarak, Büyük İsrail’i kurmak emelli çalışma yürüten  Mossad’ın, bir çok gözünden biri tam da bu sahaya tahsisliydi ve “yılanın başını küçükken ezmek” kabilinden İslam dünyasının her ne yanında bu işaretleri gösteren bir kıpırdanma görse, İslam ülkelerine dahi içinden sirayet edebilici gücüyle bu kıpırdanmayı yok etmekten imtina etmemekteydi. Bu manada FETÖ, Yahudi beyninde doğan emir sinyallerinin, el tatbikatı şeklindeki tecelli mahfiliydi. Bu sebeple de bilmekteydim ki; bize o gün için yapılan operasyonun talimatı da, böyle bir arkaik temelden doğmuştu. Yani “Bize bu operasyonu İsrail yaptı!” dememden muradım bu idi. Zaten 15 Temmuz darbe kalkışmasına doğru da günbegün, bu dediğim daha bir tebellür edip durdu.

Bu bağlamda işaretlemek istediğimiz küfür emeli toplamda, İslam’ı dışından toslamaktansa, içinden boşaltmaktı. Mesela Yahudi ya da Haçlı dünyasının yumruğunda, İslam’ın suratını zahirî bir çakışla dağıtacak kuvvet hiç bir zaman olmamıştı. Öyleyse, İslam’ı, iç organlar hattında baş gösterttirebilecekleri urlarla ancak çökertebilirlerdi. Bunun için de, İslamî kavramların içi boşaltılmalı, yerlerine Yahudi-Haçlı muradına uygun manalar doldurulmalıydı…

Dikkat buyurun; küçük İsrail 1948 yılında kurulmadan çok evvel, Batı tarafından zihinde kurulmuştu. Tam da kuruluşuna doğru mesela orta yere Macar Yahudisi Oryantalist Goldziher (1850-1921) atıldı ve ilimde tam haysiyetsizlik belirten bir şeytanlıkla gerçek Mescid-i Aksa’nın aslında Kudüs’te olmadığını iddia etti. Bunu yaparken, Şiî tarihçi Yakubî’ye dayanmaktaydı. Yani şıracı vasfının şahidi, bozacı vasıflı Şiî Yakubî olmuş, şıracı Oryantalizm ile bozacı Şia, İslamî hakikatler aleyhine bu hususta da birlikte işletilmişti. Zira Şia’nın en emin saydığı kaynaklar da, Mescid-i Aksa’nın Kudüs’te olmadığını kaydetmekteydi. Mesela; Müslümanlar için Buharî Hadis külliyatı ne kadar muteber ise, Şiiler için o kadar muteber olan Biharu’l Envar’ın 22. cildinin 90. sayfasında, Cafer-i Sadık’a atfedilen bir rivayette net olarak Mescid-i Aksa’nın Kudüs’te olmadığı söylenmekte, bu manada Kudüs’teki Mescid-i Aksa zannedilen mescidin, Küfe Mescidi’nden daha hayırlı olmadığı iddia edilmekteydi.  Bu batıl ve sapık inanış, batıl ve sapık Şia’nın zaten net inancı idi… Sadece bunu borazanla öttürür gibi net olarak haykırmamaktaydı. Bu suskunluğun da sebebi gene, taktiksel değil, takiyyesel bir şeytanlıktan ötürü idi. Mesela Humeyni, itikaf şartlarını sıralarken, her mescitte itikaf yapılamayacağını, itikaf yapılabilecek mescidin özel bir mescid olması gerektiğini söylemekte, bu mescitleri de şu dört mescitle sınırlamaktaydı: Mekke’deki Mescid-i Haram, Medine'deki Mescid-i Nebevi, Kufe Mescidi ve Basra Mescidi! Dikkat ederseniz; Kudüs’teki Mescid-i Aksa, sayılan mescitler arasında yoktur, zira gerçek Mescid-i Aksa değildir ve bu itibarla özel bir yeri de yoktur! Yani Şia’nın, Mescid-i Aksa mevzuundaki batıl ve sapık durumu, kökten dala, gayet net idi… Böyleyken Şiî İran Devleti, Kudüs ve Mescid-i Aksa mevzuunda özel bir çaba sarf ediyor görüntüsü veredurmaktaydı ki; bu da tam bir şeytanlık idi! Zaten Yahudi desisesi, en baştan, en uzak istikbalde bile istismar mevzuu edilecek meselelerin arkaik numunelerini, Şii inanç ve itikadına baştan yerleştirmişti… Bir erzak deposu gibi, bir dalalet kileri gibi, ne zaman bir şey lazım olsa, İslam’ın aleyhinde ve “İslam’ın içinden bir şey almış” olarak oraya el atmakta ve köpürtmek üzere onu ortaya çıkarmaktaydı… Mescid-i Aksa’nın, Kudüs’te olmadığı mevzuu da işte böyleydi… Yani Yahudi Oryantalist Goldziher’in, lüzumu anında el atıp onu Şia kilerinden çıkarması böyle bir duruma taalluk etmekteydi. Hani kabaca ve Şiî tarihçi Yakubî’den aldıkları şeytanî kurgu da özetle şöyleydi:

“Halifelik çekişmesinde Emevi Abdülmelik bin Mervan, sırf siyasî rakibi Abdullah bin Zübeyr’in kontrolünde diye Mekke’ye gidilmesine engel oldu. İnsanlar bu duruma itiraz ettiler. Abdülmelik de zorda kalınca, İbn-i Şihab’a şu Hadisi uydurttu: ‘Binekler yalnızca üç mescid için yüklenir: Mescid-i Harâm, benim şu mescidim (Mescid-i Nebî) ve Mescid-i Aksâ...’ Abdülmelik sonra da, Kâbe’ye alternatif olarak Kubbetu’s-Sahra’yı inşa ettirdi. Böylece insanlar Kâbe’yi tavaf eder gibi onu tavaf etmeye başladılar…”

Dikkat etmeli ki; Şia kaynakları Mescid-i Aksa için böyle bir hikâye tahkiye ederken, hikâye değil, kaskatı bir gerçeklik halinde ortadadır ki, bugün Şiiler’in Kerbela’da hacı olmaları, ya da İran’ın Meşhed kentindeki İmam Rıza türbesinde olduğu gibi, bazı imam türbelerinin etrafında tıpkı Kâbe etrafında olduğu gibi tavaf etmeleri bir vakıadır. İmam Rıza türbesi, sanki de Kâbe’ye rakip olarak dev bir alana inşa edilmiştir, yaklaştıkça etrafında tavaf edilmesi kaçınılmaz bir şekilde konumlandırılmıştır, üstelik bu türbede yas tutanlara yarı Hacı payesi verilmekte ve dahi bunlar “meşhedî” ünvanıyla tenvin edilmektedir. Hatta hafızalarını zorlayanlar hatırlayacaktır; 2017’de İran, AIRBUS şirketinden A321 tip bir yolcu uçağı satın alınca, ilk iş İmam Rıza türbesi etrafında havadan tavaf gerçekleştirmiş, bu da bütün dünya medyasına haber olmuştu… Böyleyken, Şia’nın nasıl “bütün” ve “nifakı her devir cari”  yapısına bakın ki; Şii tarihçi Yakubî, asırlar evvelinden Mescid-i Aksa’yı “Kâbe’ye rakip olsun diye uydurulmuş” diye halkalamakta, bu halkayı da işte bugün dahi, nice mekânı Kâbe’ye rakip olarak kullanan Şia boynunda çevirip durmakta… Ama Şia’nın, bir dalalet foku olarak bu halkayı bir başına boynunda çevirip durması çoğu zaman yetmeyeceğinden, onu İslam dünyası içinden dalalete eğik nice boyna da geçirmekte, o boyunlarca da döndürmekte… Misal mi?

Mesela, bu meseledeki şeytanî mütekabiliyeti siz kurun diye, Mustafa İslamoğlu’nun 29 Ocak 2020’de, Kudüs’ün gene hassas bir karışıklık belirttiği dönemde paylaştığı şu mesajına bir bakın ve Şiî Yakubî’yi, “Sünni Mustafa” olarak nasıl da öttürdüğünü ibretle görün:

“Nerdeyse 100 yıldır Kudüs bir istismar ve oyalama aracıdır: 1-) Siyonistler Yahudileri korkutmak için; 2-) Küresel güçler çıkarları için; 3-) Müslüman dünyanın despotik rejimleri iktidarları için; 4-) İslamcı örgütler taraftarlarına gaz vermek için; KUDÜS’Ü İSTİSMAR ETTİLER… KUDÜS’Ü İLK İSTİSMAR EDEN Emevi Sünniliğinin kurucusu Abdülmelik bin Mervan oldu. Mekke siyasi rakibine geçti diye: 1-) Mekke’ye haccı 9 yıl yasakladı. 2-) Saray mollalarına hadis ısmarladı. 3-) Mekke yerine Kudüs’ü, Kâbe yerine Kubbe (-i Sahra)’yı… 5-) Hacerü’l Esved yerine Hacer-i Muallak’ı koydu…”

Dikkat ediniz; bir vantrolog gibi karnından konuşan ama kelimelerini Mustafa İslamoğlu’nun ağzından döken kimse, Şiî Tarihçi Yakubî’dir! Diyoruz ya; ne zaman kritik bir süreçten geçilse, Müslümanlığın kutsallarını, gene Müslümanlık şivesiyle içeriden hiçselleştirenler asla eksik olmaz… Ve malzemeyi de, ya İslam içinde yuvalanmış nifak mektebi Şia’dan, ya da İslamî terminoloji ve rivayetleri, ilim haysiyetsizliği belirtecek şekilde çarpıtan İslam düşmanı Batılı Oryantalistlerden alırlar… Onları da, içimizdeki şeytanlara köpürttürürler!

Demin ne yaptık; İsrail’in kuruluşunu öncelerken Yahudi Oryantalist Goldziher’in Mescid-i Aksa mevzuundakini tezviratını gösterdik… Yaptıklarının hepsi bu kadar mı? Elbette değil… İsrail’in yalnız kuruluşundan önce değil, kuruluşundan sonra da (1953) bu defa ortaya Oryantalist Alfred Guillaume (1888-1965) çıktı ve Eyfel Kulesi’nin Paris’te değil de, Kabil’de olduğunu iddia etmekten daha adi bir tezviratla Mescid-i Aksa’nın Kudüs’te olmadığını, İslamî kaynakları misilsiz tezvirata uğratmak yoluyla iddia etti.  İngiliz ve İslam düşmanı Guillaume, Taberî Tarihinde İsra hadisesinin Kudüs’le bağlantısından söz edilmediğini iddia etmişti ki, bu düpedüz yalandı. Taberî yalnız Tarih’inde değil, Tefsir’inde de İsra süresinde bahsedilen Mescid-i Aksa’nın, Beytül Makdis Mescidi olduğunu açıkça belirtmişti. Guillaume bununla yetinmedi. Vakıdî ve Ezrakî’de yer alan bazı rivayetlere dayanarak, İsra suresinde bahsedilen Mescid-i Aksa’nın aslında Mekke’deki Cirane bölgesinde olduğunu ve İsra yolculuğunun da Mekke’den buraya, hem de yürüyerek gerçekleşmiş olduğunu iddia etti. Oysa mezkûr rivayetlerde bahsedilen yolculuk, Allah Resulü’nün İsra yolculuğundan değil, Hicretin sekizinci senesindeki yaptıkları umre yolculuğundan bahsetmekteydi. Zaten İsra hadisesi de, tartışmasız olarak Hicretten evveldi! Ve dahi mezkur rivayetlerde Cirane bölgesinde o an için bir mescit olduğundan bahsedilmemekte, aksine kaydedilenlerden, Allah Resulü’nün ihrama girdiği Cirane bölgesinde Müslümanların, Allah Resulü’nden sonra burada bir mescit yaptıkları ve ismine de Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya atfen Mescid-i Aksa dedikleri anlaşılmaktaydı… Yani ilmî kasıt ve iştigalle değil, tamamen şeytanî bir manipülasyon hissi ve kastıyla yapılan bu tezviratlar, Müslümanlığın iman ve itikad cıvatalarını gevşetmek maksatlıydı. Aynı zamanda bu tezviratlar, hoparlöre bağlansınlar diye İslam dünyası içinden ve en çok da, yerli oryantalist vasıflı ilahiyatçılara ısmarlanmıştı. Zaten onlar öyle de yaptılar, yapmaktalar ve yapmaya da devam edecekler…

Gelelim; bütün bunları, en başından en sonuna kadar ne diye tahattur ettirdiğimize…

1.hala.serefsiz.bunlar.2

Hatırlayacaksınız; 2019 yılında Seriyye Dergisi’nin manşetini:

-Türkiye Karşıtı Cephenin Bütün Entrikası, Kudüs Merkezli Büyük İsrail İçin… TÜRKİYE’NİN VELİAHD PRENSİ KİM?

Diye atmış, manşeti izah ettiğimiz uzun analizde de, İslam ülkelerinde bu emel için  yapılagelen süpürme hareketlerinden bahsetmiştik… 2013’te Mısır Cumhurbaşkanı Mursî’nin kanlı bir darbe ile indirilmesi, CIA’nın el atmasıyla 2015’te Suudî Arabistan’da veliaht prensliğe Muhammed bin Salman’ın getirilmesi, BAE’nin bu süreçte CIA’nın Ortadoğu istasyon şefliği manasına uygun olarak hareket etmesi, Mısır’daki darbeyi hem finanse hem de onu Filistin kaçkını Muhammed Dahlan’a koordine ettirmesi, bunlar eliyle gene Yemen’in, Lübnan’ın ve diğer İslam ülkelerinin “Büyük İsrail” emeli uğrunda terbiye edilmesi… Ve daha bir çok girişim…  Seriyye Dergisi’nin o sayısında, baton çubuğu, ABD-İsrail desteği de arkasında olarak Trump’un Siyonist damadı ve özel danışmanı Kushner’in elinde olan bu şeytanî orkestrayı sizler için tebellür ettirmeye çalışmış, ondan hasıl şeytanî senfonyayı anlaşılması için sizler adına terennüm etmiş,  Kushner’in bir İslam ülkesi için “veliaht-olası lider” olma potansiyeli gördüğü kimseleri evvela “Kudüs hakkındaki görüşü” üzerinden tarttığını, filtresinden geçerse de kapıp Başkan Trump ile baş başa görüşmek “nimetine” erdirmek üzere Amerika’ya götürdüğünü -mesela Muhammed bin Salman!- hatırlatmış, Yeni Ortadoğu Projesi’nin işte bu dizaynlar üzerinden tesis edilmek istendiğini göstermek istemiştik… Yani Ortadoğu’da ülkeleri idare edecek kişiler için istikbâl, “Kudus’ü, şehirlerden bir şehir görmek” noktasında düğümlenmekteydi! ABD-İsrail’e biat etmiş görünenlerin ortak noktası bu idi. Bu sebeple misal bunlar, 2017’de Trump, Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan ettiğinde ıslık çalıp tavana baktılar, hadiseyi zımnen desteklediler ki, ABD İsrail Büyükelçiliğini Kudüs’e rahatlıkla taşıyabilsin… Zaten 2018’de taşıdı da!  Zaten bu ihanet silsilesinin, bu kararından ötürü Trump’u bir gözlerinden öpmediği kalmıştı. Ama iş bununla kalmayacak, daha da ilerletilecekti. Zira Türkiye ve Hamas gibi problemler de çözülmeliydi. Hamas’a nasıl yüklenildiğini ilgili yerde zaten kaydetmiştik… Türkiye’ye de… 15 Temmuz 2016 darbe kalkışması, 2009’daki Davos krizinden bu yana Recep Tayyip Erdoğan’a yan bakan Fetulah Gülen’in işiydi ama başarıya erdirilemedi… Peki, vaz mı geçtiler? Elbette vazgeçmediler ama bu süreçte, çok küçük bir detay plânlarını sekteye uğrattı. Çok küçük bir detay, COVİD-19 virüsü!

Zira küresel Covid-19 salgını, ABD başkanlığına ikinci kez seçilmesine kesin gözüyle bakılan Trump’un işlerini sekteye uğratınca, yani ona başkanlığı kaybettirince, mezkûr şeytanî orkestranın şefi mesabesindeki damat Kushner de boşa düştü. Yoksa Türkiye’de de dizaynı bu defa, sessiz bir geçişle gerçekleştireceklerdi. Belki de bu sessizlik, Recep Tayyip Erdoğan’ı sessiz ve asla alenileşmeyecek bir suikastla indirmek ve yerine, ya yerinden Kudüs hassasiyeti olmayan, ya da ikbal kaygısı ve çok büyük adam olma şehveti sebebiyle Kudüs hassasiyetinden bir anda vazgeçecek bir kimse, hem de ardında bir başarı hikâyesini de sürükleyip gelecek olan bir kimse geçirilecekti… Ama olmadı… Başarı hikayeleri üretilemediği için tek başına Kudüs hassasiyetsizliği de bir şey ifade etmezdi. Etmedi de… Ama bütün bu plânlar da hepten çöpe atılmadı, belki rafa kaldırıldı…

Netice itibariyle bu noktada atılmış adımları var ve bu adımlar, yürütülmek üzere oldukları yerde taptaze bekletilmekte… Çünkü mesele artık, fiilî işgal ve gadr mesele olmaktan çıkarılmış, İslam’a içinden ihanet edecek mürted insan tipi döllendirilmiştir… Yani Kudüs’ü bin orduyla gelip zapt etseler, Müslümanların Kudüs’ü bir gün gene geri alacaklarını bilmekte, en azından Müslümanlar gözlerini Kudüs’ten ayırmayacaklarından, Kudüs’ü kendi manalarına uygun olarak hazmedemeyeceklerini görmekteler… Bunun için işte Kudüs’ün şehirlerden bir şehir olarak Müslümanlık kalbine zehirli bir itikad şarabı olarak içirilmesi lazımdır. Bu şarabı Ortadoğu’daki bazı İslam ülkelerinin liderleri, yöneticileri içmiştir. Türkiye’de de bunu içen yöneticiler vardır. Kudüs’ü, Müslümanlığın üçüncü kutsal şehri görmektense, İsrail’le dost olup, ülkelerden bir ülke olarak Türkiye’yi güçlendirmeyi, bunun için Kudüs’ün kutsal parantezinden çıkarılmasını kimler istiyorlarsa, işte bu zehirli itikad şarabını kalplerine çoktan dikenler de onlardır. Ama az evvel dediğimiz üzere Kudüs şehirlerden bir şehir değildir, Türkiye de Kudüs’ün bu manasına nispeten ülkelerden bir ülke değildir… Ama Kudüs’ün bu manasına nispeten, ülkelerden bir ülke derekesine, lider kadrosu vesilesiyle inen ülkeler vardır… Suudi Arabistan zaten, Kushner’in verdiği listeyi temizleyen, kâh öldürüp kâh zindana dolduran Prens Salman elinde ihanetin odağındadır… BAE zaten, CIA köpeği bir ülkeciktir, hatta ülkecik bile değil, bir CIA klanıdır. Bu klan hatırlayacaksınız, sergüzeştini 2019 Seriyye Dergisi’nde kısaca verdiğimiz “İsraille Normalleşme” sürecinde ihanet ve köpekliğin başını çekmiş ve bu alçaklığın en bariz bir tecellisini, BAE Veliaht Prensi Zayed’in sosyal medya sorumlusu Hamad El-Mazrouei ağzından şu şekilde serdetmişti:

“Suudi Kralı Selman ve oğlu Muhammed bin Salman’ın başını çektiği Suudi yönetimini Yahudi örgütlerine tazminat ödemeye çağırıyorum. Paralarını, işlerini ve evlerini kaybettiler. Hicaz topraklarının sahibidirler. Suudi yönetimi şimdi bazı Yahudilere vatandaşlık vermeli ve onlara maddi tazminat ödemeli.”

Evet, yanlış okumadınız, normalleşme adı altında köpekleşen Hamad El-Mazrouei apaçık, Allah Resulü’nün Hicaz ve Hayber Yahudilerine haksızlık yaptığını ve bu haksızlığın da bugünkü Arabistan yönetimi tarafından Yahudilere tazminat ödenerek giderilmesini istiyor!  Üstelik bu Mazrouei’nin bireysel köpekliği de değil… Zira bu sözlerine tepki geldiği ilk anda, bu görüşün hususen şahsına ait olmadığını, bu görüşü BAE Veliahd Prensi Zayed ile beraber taşıdığını kaydetmiş, tepkiler artınca da Zayed’i kurtarmak maksatlı olarak inkâr yoluna sapmıştı. Bu sözler, elbette hususi değildi. Zira “İsrail’le Normalleşme” süreci dedikleri süreç, “İsrail’e Köpekleşme” süreci idi ve bu süreçte sayısız köpekleşme hamlesinde bulunulmuştu. Mesela İsrail’de Beitar Jerusalem isimli bir futbol takımı vardı. Mizrahî Yahudilerinin takımı… Tribün tezahüratlarında Allah Resulü’ne küfretmeyi asla pas geçmeyen bir takım… İşte İsrail’le normalleşme adı altında BAE’li bir grup iş adamını bu futbol takımına sponsor yapmışlardı. Zaten BAE lideri Zayed, başı kefiyeli de olsa ruhu kipalı öyle bir mürted idi ki, evvela kaydettiğimiz üzere Kudüs’ün Hilva Vadisi ve Silvan semtlerinde yüksek paralar verdirerek araziler satın almış, sonra da bu arazileri Yahudilere pas ederek bölgenin bir Yahudi yerleşim alanına dönmesini sağlamıştı… Böylece, ne kadar para verilirse verilsin, arazi ve evlerini Yahudilere satmayan Filistinliler de arkalarından dolanılarak aldatılmıştı. BAE’nin eli, İsrail’in eli olarak iş görmüştü…

Bütün bu hususların, toplam manzara ve detayları, daima 2019’daki mezkûr Seriyye Dergisi’nde ve meseleye dair kaleme aldığımız diğer yazılarda… Belki ilgisiz de sanılsa, bütün yazı ve kitaplarımızda… Çünkü biz eşya ve hadiselere, ne yazıp ne konuşuyorsak, hepsini toplamda daima İslam davasına nispet edici bir burçtan bakmaktayız… Nispetimiz ne bir parti ne bir sermaye grubu ne bir kişi ya da yapı… Nispetimiz sadece Allah ve Resulü… Tek kelimeyle İslam… Maaşlı övücü değiliz, parsacı kalemşor değiliz! Allah ve Resulü’ne düşmanlık edenler, bu düşmanlıktan vazgeçip tövbe etmedikleri sürece, düşmanlarımızdır…

Bu manada son atfımız da, meselemizi tam ortasından kavrayıcı şumuliyetiyle Yeni Şafak Gazetesi’nin 23 Ekim 2020’de, BAE’den gelen ve Allah Resulü adına Yahudilere tazminat ödenmesi gerektiğini telkin eden sese karşı attığı manşete olsun… Evet, Türkiye ile BAE diplomaside didişirken, BAE, Türkiye’deki 15 Temmuz darbe kalkışmasının finansörü olarak, hem de devletin en üst düzey yöneticileri tarafından işaretlenmişken Yeni Şafak Gazetesi, bundan yaklaşık 15 ay önce BAE’nin Allah Resulü’ne hakarete varan açıklamalarına karşı kelimesi kelimesine şu manşeti atmıştı:

-ŞEREFSİZ BUNLAR!

1.hala.serefsiz.bunlar.3

Manşetin altını da kaydettiğimiz üzere, BAE’nin, İslamî değerlere olan hücumuna, Allah Resulü’nü Yahudileri haksız yere katletme cürmüne dair ifade ve eylemleriyle doldurmuştu…

Yeni Şafak o gün yüzde yüz haklıydı!

Amma işte…

Aradan on beş ay geçince, uluslararası siyaset ve diplomasi, ABD’den Rusya’ya, Çin’den Hindistan’a kadar dünya manzarasını pek çok maktaından kırıma uğratınca ve bir de Türkiye, iktidarının muhalefetinin kabul ettiği üzere ekonomik bir dar boğazdan geçme durumuna duçar olunca, BAE ile Türkiye arasındaki buzlar erimiş, başı kefiyeli ama ruhu kipalı BAE Veliahd prensi Türkiye’de devlet töreniyle karşılanmış, hatta daha da ileri adımlar atılarak BAE ile dolar karşılığı 5 milyar olan bir swap anlaşması yapılmıştır! 

Devlet idaresinin çok daha komplike bir vaziyet belirttiği gerekçesiyle eğer bize “Diplomasi bu! Plan, taktik, program, ne yapsınlar!” denirse, buna karşı diyeceğimizi saklı tutmak kaydıyla pas geçeriz, devlet idare hassasına bir bonservis veririz de, işi fikir ve fikirde istikamet tayin etmek olması gereken bir gazetenin, hele de bu gazete BAE hakkında, hem de Allah Resulü’nün hukukunu korumak için “ŞEREFSİZ BUNLAR!” diye manşet atmışken, dahası BAE ettiği bu köpeklikten asla rücu etmemişken, 15 ay sonra sanki de bu manşeti kendisi atmamış gibi BAE’nin Türkiye yakınlaşmasını, baharın bir cüz de BAE istikametinden gelmesi şeklinde haberleştirmesini pas geçemeyiz,  nasıl geçeriz, geçemezdik, geçmiyoruz da!

Bunu fotoğraflamak, Allah ve Resulü’ne, ülkelerden bir ülke olmayan Türkiye’de fıtrattan mazlum ve imkândan mahrum olsalar da, bütün ölçü ve değerlendirmelerini, bütün dostluk ve düşmanlıklarını, bütün plân ve istikametlerini yalnız Allah ve Resulü’ne nispeten kuranların hâlâ bulunduğunu, Allah ve Resulü’nü, gündelik politika ve diplomasi menfaatlerine sırf yakıt olsun diye asla kullanmayacakların hâlâ olduğunu arz etmek üzere pozisyon alıyor, sonra da bir Yeni Şafak’ın 23 Eylül 2020’deki manşetine, bir de bugünkü vaziyetine bakıyor ve tüm zamanları da kapsayacak bir şumuliyetle haykırıyoruz:

“HÂLÂ ŞEREFSİZ BUNLAR!”

Zira bunlar hâlâ, Allah Resulü’nün Yahudileri katlettiğini, bu sebeple adına tazminat ödenmesi gerektiğini söyleyen, tezahüratı Allah Resulü’ne küfretmek olan İsrail takımına sponsor olan, aynı şerefsizler!

Dün bunlara, bol keseden edilen manşet sövüşü, Allah Resulü’nün hukukunu korumak için miydi, dış politikada Türkiye ile çekişmelerinden ötürü müydü? Bu sualin cevabı, Allah Resulü’ne edilen hakaret geri alınmadığına göre, bellidir…

Demek 23 Ekim 2020’de şu olmuş:

Türkiye ile dış politikada didişenleri yıpratmak için ahvallerine şöyle bir bakılmış ve İslamî değerlere olan düşmanlıkları, İslamî değerleri önemseyen Müslüman Anadolu halkına servis edilmiş…

Şeriatın zahir gözüyle bakılınca, görülen bu…

E işte biz de şimdi kalkıyor, Müslüman Anadolu halkı namına olanlardaki tenakuzu fotoğraflıyor ve gene Müslüman Anadolu halkına servis ediyoruz:

-BAE’nin Allah Resulü’ne ettiği hakaret hâlâ cariyken, bu cilvelenme niye?

Fıkıh diliyle söyleyelim:

-BAE, Türkiye ile sevişmenin abdestini alınca sizin için, Allah Resulü ile savaşma durumları evvela teyemmümleşmiş ve sonra da bozulmuş mudur? 

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi