İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
Batı idealizmi, sahte ruhçuluk işletmesi yapar. Platon’dan Berkeley’e uzanan bir çizgide, dipten uça, maddenin varlığını inkâr eder. Müslümanlık içinden, bu sahte ruhçuluğa kanan ve onda eşyanın hakikatine dair nüveler bulanlar çoktur. Çoktur da ne demek, asırlarımız böyle kimselerle doludur. Bu kimseler, sahte ruhçuluğun postunu, hakiki ruhçuluğun lisanda tezahür etmiş deyişleriyle doldurmaktan da kaçınmazlar. Mesela Sahabî Şair Lebid’in (RA), sonradan Allah Resulü tarafından tekrar edildiği için Hadis de olacak şu mısrası, bu deyişlerin başında gelir:
“Allah’tan başka her şey batıl!”
Oysa Şair Lebid tarafından söylenen ve Allah Resulü tarafından da “Bir şairin söylediği en doğru söz!” denilerek beğenilen bu mısra, Allah’tan başka şeylere batıl demektedir de, yok dememektedir. Yok diyen, Batı idealizmi… Ve Batı idealizminin bu veçhesiyle tasavvuf sahasında postuna dolduğu Vahdet-i Vücud nazariyesi…
İmam Rabbanî Hazretleri, bu inceler incesi meseleyi en derinden kavrar, felsefenin bu nazariyedeki tesirini görerek müminleri uyarır. “Allah’tan başka şey yoksa, o zaman imtihan niye var, cennet, cehennem niye var!” diyerek meseleyi bam telinden kucaklar ve kucağımıza bırakır. Çoğu sofî taifesinin, görmediği, görmek istemediği bir husustur bu… Kimse inceler incesi bir mesele yüzünden tefekkür cihazını zorlamak istemez, çalışmayan tefekkür cihazı da zaten sahte huzurun uzun zamandır süregelen teminatıdır! Oysa İmam Rabbanî Hazretlerinin “Mektubat”ı ortada ve bakana değil, görene “Buradayım!” demektedir… O da bir yana; Şair Lebid’in, mezkûr mısrayı söylediği anın içine sarksak, zaten her şeyi anında ve öz nabzından göreceğiz:
Müşrik uluların Müslüman olduklarına dair bir şayia yayılınca, Habeşistan muhacirleri Mekke’ye dönüyorlar ve hadisenin duydukları gibi olmadığını görüyorlar. Geri de dönemiyorlar. O halde Mekke’ye girmek için de, zamanın Arap âdetine uygun olarak himaye bulmaları lazım… Osman bin Mazûn Hazretleri, bu himayeyi akrabası Velid bin Muğire’de buluyor. Meşhur ve kuru kafalı ulu müşrikte… Ama sonradan bu himayeyi de reddediyor ve Velid’e gelerek “Himayenden çıktığımı ilân et!” diyor. Birlikte Kâbe’ye gidiyorlar. Velid, kendisinden isteneni yapıyor ve Osman bin Mazun’un artık himayesinde olmadığını ilân ediyor. İşte henüz Müslüman olmamış bulunan Şair Lebid, o esnada orada ve mezkûr şiir okumakta… Sesleniyor:
“Dikkat edin! Allah’tan başka her şey batıldır!”
Osman bin Mazûn, bu mısrayı duyunca karşılık veriyor:
“Doğru söyledin!”
Şair Lebid, devam ediyor:
“Çaresiz her nimet yok olup gidecektir!”
Osman bin Mazûn, yine karşılık veriyor ama bu defa Şair Lebid’e:
“Yalan söyledin!”
Diye çıkışıyor. Herkes şaşırıyor. Hatta belki yanlış duymuşlardır diye Osman bin Mazûn’a dediklerini tekrarlatıyorlar. Söylenenleri tekrar ve aynen duyunca da, onda bir çelişki gördüklerini söyleyerek izah istiyorlar. Osman bin Mazûn, izah ediyor:
“Lebid, Allah’tan gayrisinin batıl olduğunu söyleyince onu tasdik ettim. Her nimet çaresiz yok olacak deyince de yalanladım. Çünkü cennet nimeti yok olmayacaktır!”
Osman bin Maz’un Hazretleri bu izahla aslında, Şair Lebid’in meşhur mısrasını Batı idealizmine sos yapmak isteyenlere bilmeden ve mısranın tekellümü anında engel oluyor. Ama bu “bilmedenlik”, eşyanın hakikatine dair vukufiyetinden doğma… Eşyanın hakikatine, Allah Resulü’nün mübarek nazarları altında ermiş olmasından… Allah’tan başka her şey batıl ama varlığını Allah’a borçlu olarak da eşya var, yok değil ve bu varlık, ilahî imtihana vesile… Bu vesileyi inkâr eden, serseri Batı felsefesinin idealizm piçi ve bu piçliği İslamî sahaya yansıtan, sonra da imtihan sırrını da reddedici buudlara varabilen İbahîler… “İbadet, olmasa da olur!” diyen Allah aşıkları! “Allah yaratmıştır!” diyerek kâfirle dalaşmaktan yüz çeviren gönül adamları!
Bakmayın böyle dediğimize, bunlar ne Allah’a aşıklar, ne de herhangi bir gönlün adamları… Allah’a aşık ve gönül adamı olan Osman bin Mazûn Hazretleriydi ve Velid bin Muğire’nin himayesini iradesiyle reddedip bütün müşriklere inkâr ettikleri cenneti hatırlatır hatırlatmaz, oradaki azgın kâfirlerden birinin sert bir yumruğunu gözü üzerine yemişti…
Anına dönelim:
Gözü morardı. Velid bin Muğire, kuru kafası mağrur, bu yumruğun kalkan himayesinin bir neticesi olduğundan emin, seslendi:
“İstersen tekrar himayeme girebilirsin!”
Osman bin Mazûn Hazretleri, mağrur değil ama vakarlı, şöyle karşılık verdi:
“Himayene değil, Allah yolunda elinizden gördüğüm belalara muhtacım ben! İşte şu yumruklanmayan gözüm, Allah yolunda yumruklanan gözüm gibi yumruklanmaya muhtaçtır…”
Allah’tan başka her şeyin batıl ama imtihan sırrınca bir varlığa da sahip olduklarını bilen Büyük Sahabî, küfür karşısında takındığı pervasızlık tavrıyla şöyle bir hikmeti de çerçevelemekteydi:
“Allah yolunda çıkan göz, kısa günün, ahretlik uzun kârı!”
Zaten tarih şahittir, Allah yolunda çıkmasından korkulduğu için sakınılan gözün sahibi, kendi yolunda iken entipüften bir sebebin gadrine uğrar ve bazen iki gözünü birden kaybeder… Bu da, kısa günün dünya ve ahretlik, uzun zararı…