İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
Bir Hadis arıyordum. Hazine odasına belli bir gerdanlığı bulmak için giren bir adamın, karşılaştığı her bir mücevherat karşısında durması, kral taçlarını kafasına geçirerek denemesi ve belki de belli bir gerdanlığı aradığını unutması gibi bir seyirle Hadisler arasında gezinip durdum. Aradığım Hadisi bulamamıştım ama aramayı bıraktığımda Allah Resulü’nün Ebu Davut’ta mukayyet şu Hadisleri aklımda kalmıştı:
“Abdullah bin Amr:
-Allah Resulü’ne ‘İslam’ın hangi ameli daha hayırlı?’ diye soruldu. Şöyle buyurdular:
- Yemek yedirmen, tanıdığın ve tanımadığın herkese selam vermen!”
Eve gitmek için yola çıktığımda, hayalim mezkûr Hadisin beni götürdüğü çocukluk yıllarıma takılıydı. Henüz cumbalı evlerin tam mağlubiyetle sokaklarımızdan çekilmiş olmadıkları devirlerdi ve tanımadığımız yaşlı amcalar ve dedeler, çocuk olmamıza ve tanımamıza rağmen bizlere:
“Selamun Aleyküm!”
Diye selam verirlerdi. Hem adam yerine konulduğumuz için mutlu olur, hem de o yaşlarda manalandıramadığımız bir emniyet hissine gark olurduk… Oysa Ankara’da nice kez, alışveriş yapmak için “Selamun Aleyküm” ile girdiğimiz dükkân sahipleri tarafından bile soğuk ve ekşi bir edayla şöyle karşılanmıştık:
“Merhaba!”
Aslında karşınızdan gelen yabancı bir adama selam vermeniz, gerçekte ona:
“Benden sana zarar gelmez, selamettesin!”
Demekti ama böyle bir kimsenin sizi artık bir yankesici gibi addetmesi de kuvvetle muhtemel bir hale gelmişti:
-Bana niye selam verdi ki? Deli mi, dalavereci mi?
Kafamda, çocukluğuma rahmet ve vaziyetimize esef dolu hisler, arabamı yol kenarında durdurdum, yürümek için açıkağızlı sokaklardan birine daldım ve kendi kendime:
“Allah Resulü’nün, ‘İslam’ın en hayırlı amellerinden’ diye işaretlediği ‘tanımadığına selam vermek’ amelini işleyeceğim… Tabi buna müsait bir kimse bulursam…”
Diye söylendim. Çok geçmedi, karşıdan güç bela yürüdüğünü yorgun gözlerime belli eden bir siluet yaklaştı. Hem gözlerim bozulmuş olduğundan, hem de o vakte kadar saatlerce kitap okuduğumdan, bu yaşlı kimsenin suratını bana yaklaşmakta olmasına rağmen halâ seçememiştim. İçimden, hiç kimseyi gereksiz yere kızdırmış olmamak için şöyle bir karar aldım: Yanıma yaklaşana ve yüzünü seçene kadar bekleyecek ve eğer yaşlı bu kimsenin sakalı, hiç olmazsa bıyığı varsa selam verecek ve kısa günü bir sünneti ve hayırlı bir ameli işlemek kâriyla kapatacaktım. Kimseyi kızdırmak istemiyordum, çünkü şehirlerimizde artık kendisine “Selamun Aleykum” denince yüzüne küfür edilmiş gibi algılayan sinek kaydı traşlı, Nutuk faraşlı ve laisizm telaşlı kimseler de yaşamaktaydı!
Yaşlı adam yaklaştı, daha da yaklaştı ve ben, bir anlık bir fırsatı kaçırmamak hissiyle her an daha da heyecanlanırken nihayet aramızda birkaç metre kaldı. Nihayet bu yaşlı kimsenin yüzünde Müslümanlık izini gördüm ve işte o an heyecanla ona selam verecektim ki, ondan şu sesi duydum:
“Selamun Aleyküm…”
Ona nasıl bir titrek ve mutlu bir sesle “Aleyküm Selam” dediğimi hayal etmeye çalışın… Ense bakışlarımız, biribirine mıhlı ve uzaklaşır haldeyken şöyle düşündüm:
-Belki de bu yaşlı kimseyle karşılaşana dek düşündüğüm her şey, sadece onun düşündüklerinin gönlüme inikas etmesinden ibaret bir yansıdır…
Yani Hadis külliyatını tarayan odur, selam bahsine gönlü takılan odur ve İslam’ın en hayırlı amelini işleyebilmek için o yaşında kendini “Ya nasip!” diye sokağa atan odur da, ben de bu işin, tamamına erdirilsin diye sokağa atılan nasipli bir figüranıyımdır… Kâinat Efendisi’nin, mübarek lisanlarından çıkma bir sözde değil figüran, sahne tozu olmak bile ne nasip, ne şereftir… Ama Anadolu çocuğu vasfımızla daha büyük nasip ve şeref, Allah Resulü’nün şu emrini ifa etmek gayretindedir:
“Aranızda selamı yaygınlaştırınız…”
Başımızın borcu bu emrin “Selamun Aleyküm” diyen sesine, elbette elimizin ifası bir amadelikle “Aleyküm Selam” diyecek ve İslam’ın selamını, bu vatanın her metresinde yaygınlaştıracağız:
“Selamun Aleyküm!”