Başkanlık Sistemi ve İki Hadise

Yazan: 07 Mart 2019 2961

Başkanlık Sistemi geldi. Ak Parti’nin, bu sistemi takdim ederken bütün ülkeye genellediği vaadi şuydu:

“İşler hızlanacak ve hantal devlet yapısını ortadan kalkacak!”

Müslümanlar için bu, asırlık Kemalizm sultasının daha hızlı yıkılması gibi bir mana da taşıyordu tabi… Kemalistler içinse bunun tersinden manası, yağma ve azınlık dikta düzenlerini daha çabuk kaybetmekti… Destekleyenler bunun için destekledi, köstekleyenler bunun için köstekledi… Başkanlık Sistemi, 2017’de referandumla kabul edildi. 2018 seçimleriyle de tam manasıyla uygulanmaya başladı. Artık yüzde ellinin, binde bir bile olsa üzerine çıkan Başkan seçilecek ve ülkeyi idare edecek kadroyu baştan aşağı kendine göre şekillendirecek… Kendi kafasının içine göre… Hal böyleyken, iyisinin direkleri arasında gaflet hamağı gerdirip yaylanmayın, kötüsünü düşünün… Kötüsü şu: Muharrem İnce ya da benzer kafadaki bir CHP’linin başkan seçilmesi, ülkenin boydan boya bir pavyona dönmesi anlamına da gelecek! Baştan aşağı her şey, Muharrem’in kafasının içine göre şekillenecek… Ensenizdeki tüyleri ürpertseniz yeridir…

 İşin bu vaziyetindeki dehşeti aslında, ilk olarak Başkanlık Sistemi’nin oylandığı referandum hissettirdi. Sistem, yüzde 51,41 gibi bir oyla kıl payı kabul edildi. Sisteme hayır oyu verenler, aynı zamanda muhafazakâr kitle karşısında bundan böyle kendi adaylarını destekleyecek kitleye de haviydi. Yani artık yüzde 35 oy alarak tek başına iktidar olmak devri kapandı. Bu devir, andaki vaziyete kıyasla söyleyeceksek, yirmi yıldır ve sürecek olsa bir 200 yıl daha Müslümanların inhisarında kalacak gibi bir uygunluk belirtmekteydi. Ama artık Kemalizm’in ana tankı mesabesindeki CHP için, milliyetçi kanadın gönlünü yaptıktan sonra, Ak Parti’nin yaptıklarını bir günde düzleyebilmek ihtimali, şöyle bir uzansa tutabileceği kadar yakın…

Ak Parti, icabına göre kullanılsa muhakkak “az zamanda çok ve nurlu iş” gördürtecek sistemin iskeletini kurdu ama ona et, kas ve deri dolgusu sayılabilecek fikir tatbikini yapamadı. Silahı getirdi ama bu silahın ne için kullanılması gerektiği fikrini şuurlaştıramadı. Böyle olunca da, bu silahla Müslümanların da çokça vurulabileceği görülmeye başlandı.

Bir kere, mevcut Başkanlık Sistemi’nde, bir “baş ve gövde ahenksizliği” durumu var. Yeleli başından aşağısı tüylü tavuk gövdesi olan bir aslan, aslan da olsa tavuktur.  Ya da ibibikli kafası altında pençeli bir aslan gövdesi de olsa, tavuk gene tavuktur! Aslanlıktan tam pay almayan her aslanlığın tavukluk belirteceği hakikati karşısında söyleyin; Başkanlık Sistemi’nde bünyemizin hangi cenahı tavuk, hangi cenahı aslandır ve hepsinden maada, son zamanlarda yaşanan hadiseler toplam tavukluktan kâmil çapta hissedar olmaklığımızı teşhir etmemekte midir?

Mehmet Ali Öztürk mevzuunda görüldü ki; ülke başı, bir heykelden koparılıp eve getirilmiş tunç bir heykel başı gibi sistem içinde yalnızdır. Ona ne parlamento kalabalığı, ne de varoş silolarından farksız keyfiyetiyle bürokrasi ayak uydurabilmektedir. Her alanda, fikirsizliğin peyda ettirdiği bir akamet, her siyasetçi ve bürokrata, döner başlıklı bir baykuş gibi yönünü Başkan Erdoğan’a çevirttirmekte ve sıraya girse görülmesi en erken altı ay sürecek bu devrede de eyvanımızda baykuşların ötmesini icap ettirecek felaketler zuhur etmektedir. Hani devlet patiskasının bir ucundan tutuştuğunu gören idare itfaiyesi bile, tazyikli fikir suyu fışkırtacak hortumuna davranmak yerine, Başkan Erdoğan’ın Özel Kalem Müdürü Hasan Doğan’la görüşme sırasına giriyor. Görüşebilirse eğer, onun sırasını beklemek bile birkaç ay… Sonrasınaysa Allah kerim… Japon balığı cürmüyle, çelikten fanus yarılıp geçilebilirse, ne alâ!

 

Kızılay ve Mehmet Ali Öztürk Örneği…

baskanlik sistemi ve iki hadise mehmet ali ozturkMalumunuz: Mehmet Ali Öztürk’e, BAE’deki mahkemeye sunulmak üzere Kızılay‘ın vereceği bir evrak lazım olmuştu. Verecekleri kendileri açısından, Mehmet Ali Öztürk’ün Suriye sahasına insanî yardım faaliyetlerini Kızılay gözetiminde yaptığını gösteren bir evraktı sadece… İşin gerçeği de bu idi zaten… Ve bu evrak hem Mehmet Ali Öztürk açısından hayati önemdeydi, hem de Türkiye’nin, vatandaşına sahip çıktığının alt düzey bürokrasisi kürsüsünden ilânını sağlayacaktı. Hadiseyi devletlerarası bir kangren haline dönmeden evvel, daha karıncalanma safhasındayken çözmek için Başkanlık Sistemi hinterlandındaki bürokrasi namına da, kendini ispat fırsatıydı. Ama bürokrasiyi temsilen Kızılay, hipofiz bezi bozulmuş bir bedenin, büyüme hormonunu yeterince alamadığı için diğer organlara göre küçük kalmış bölgesi gibi aylarca oyaladı, bu evrakı vermedi ve nihayet müebbet cezası geldi. Hadise dillenince Kızılay tepki gördü... Meselenin afakına kızıl bir ay gibi doğması gerektiği halde, aylarca boz bir ayı gibi ininde saklanmış Kızılay başkanı, bu defa kendi nefsinin cebinde taşıdığı mor ayısını cilalamak için davrandı ve Mehmet Ali Öztürk’ün eşini arayarak, eleştiri kaynağının kaynayan suyunu kurutmak hinliğiyle kendini savundu:

“Ben o belgeyi verseydim Türkiye’nin de başını belaya sokabilirlerdi…”

Bu ifadede, Başkanlık Sistemi’ndeki “baş-gövde uyumsuzluğu” protoplazmasının olduğunu nasıl izah edelim? Şöyle: ABD dev bir sırtlanlar topluluğu, Türkiye yorgun ve muhasara altındaki bir kurt… Ya Birleşik Arap Emirlikleri? Bu temessülde onun karşılığı ancak, sırtlan kazuratında hayat sürdüren bir b.k böceği olabilir… Şimdi; Türkiye kurdunun, ABD sırtlanlar topluluğuna karşı ince siyaset ve idare taktiği izlemesi anlaşılabilir. Ama ya bu kurt, b.k böceği karşısında da ince siyaset izlemeye kalkarsa ne olur? İşte Kızılay başkanının şahsında beliren vaziyet ne ise, o olur! Hadise Başkan Erdoğan’ın önüne artık devleşmiş ve urlaşmış olduğu halde gitmeden, onu bürokrasi ve ince taktik kemoterapisiyle incelte incelte yok eden fikir, Başkanlık Sistemi’ne insan siloları halinde doluşmuş siyaset ve bürokrasi padişahlarında yoktur! Böyle olunca da, en aşağıda ve küçük bir kar topu çapında peyda olan problemi kimse görmek istemiyor, ona yok muamelesi yapıyor ve en nihayetinde Başkan Erdoğan bu kar topunu kucağında altından kalkılmaz bir çığ olarak buluyor! Başkanlık Sistemi’nin, ilk evresinde bize kendini gösteren akamet noktası burası… Ak Parti, iskeletini çattığı sistemin kas, et ve deriden müteşekkil fikrini nasıl tatbik edeceğini düşünmemiştir. “Kervan yolda dizilir!” mantığıyla işin arifesinden gelen cesaret ise, Okçular Vakfı’na sırf İstanbul Belediyesi’nden 16,5 trilyon aktarılmasından da anlaşılmaktadır ki; içinden ucuz, hatta para etmez bir kahramanlıktan başka şey de çıkartamayacaktır!

Müslümanlar için, yakın geleceğin kahvesi içilmiş fincanına bakın ve ürkün: Devlet Bahçeli ya da ondan sonra partisine nezaret edecek kişi, titrese ve aslına rücu etse –muhakkak olacak bu!-, CHP ile (1998/2015 arasında olduğu gibi) yüksek Atatürkçülük hassasiyetleriyle el ele verse, memleketin smokinli bir Kurt İmparatorluğuna dönmesi işten bile değildir. Fikir temellerine bakıldığında, Anadolu temellerinin bile ebeden sürdürülmesini sağlamayacağı görülen Ak Parti-Mhp geçici balayı ayları bitince, Başkanlık Sistemi’nin iskeletten ibaret vaziyetine, büyük parçası Kemal Kılıçdaroğlu olan bir et-kas-deri dolgusu yapılırsa, üzerimizden hınçlanmış kaç Moğol-Hülagü ordusu geçebileceğini hesap etmek mümkün mü? Ak Parti, Başkanlık Sistemi’ni getirdikten hemen sonra, perde ardından sessiz sedasız bir fikir inkılâbına girişmeliydi. Ama öyle olmadı, gördüğümüz en büyük inkılâp, artık parti ve hükümet desteğini almış “olmasa da olur” cinsinden vakıf ve derneklerin toplantı ve kamplarını lüks otellerde, kesilen yüksek fatura nezaretleri altında yapıyor olmasıdır. Başkan Erdoğan’ın, bu husustaki ızdırabı hissettiği, hatta şahit olduğumuz üzere defalarca hecelediği halde hakkından gelemediğini de görmekteyiz. Zaten “en büyük ve kaliteli baş” da olsanız, eğer bir de “sırf baş” iseniz, bu sonuç mukadderdir. Başkanlık Sistemi’nde, sistem, başa intibak edememiş, baş da, sistemi kendiyle senkronize edememiştir. Muşamba imalathanesi gibi işleyen hükümet destekli yapılar, vatanın istikbâli için yetişmesi gereken mermer kaideli ve fikir sütunlu gençliğin hamurunu yoğuracak elden azadedir. Böyleyken, kumar masasındaki maveraî bir hırsın dürtüğüyle, jokerlerin dördü de masanın ortasında ölü gibi yatmaktayken, olmayan ve haliyle ele gelmeyecek beşinci joker için krupiyerden kart istemek ve riske daha da çok sermaye pulu sürmek, sıkıntıyı çözmek yerine, daha da derinleştirecektir. Daha çok muhafazakâr ailelerin “çocuklarının istikbâlini planlama” merkezleri gibi işleyen böyle yapılar, olmasalar, hiç bari olması gerekene olan ihtiyaç belirecek… Ama maatteessüf, varlar ve katrilyonu aşan öğütücülükleriyle düşmandan değil, haneden eksiltmekteler. Vaziyet budur ve mermer kaideli ve fikir sütunlu gençliğin hamuru, hükümetin tek bir çay bardağını tutmamış elimizde ekşimektedir.  Gören nerede…

 

Mısırlı Hüseyin Örneği

baskanlik sistemi ve iki hadise misirli huseyin idamMısırlı Hüseyin, 16 Ocak tarihinde Somali'den “Mogadişu-İstanbul-Kahire” aktarmalı uçak bileti alıyor. Emeli, kaçtığı Kahire’ye gitmek değil tabi… İstanbul’a inince kalmak ve kendini Türk topraklarına emanet etmek… 28 yaşında… İhvan üyesi… Mısır’da idamla yargılandığı için kaçmış… Yargı diyoruz ama sözün gelişi… Yoksa 2013’teki askerî darbeden beri, Mısır’da yargı da göstermelik… Her hafta, birçok Müslümanı sözümona yargıladıktan sonra ipe çekiyorlar. Mısırlı Hüseyin de, ipe çekilmek üzere ismi listeye yazılanlardan…

Hüseyin, ismini “Türkiye’de muhacir” listesine yazdırmak üzere Atatürk Havaalanına iniyor… Transit yolcu olduğu için Kahire uçağına gitmek zorunda… Ama o sabahın saat yedisinde pasaport noktasına giderek Türkiye’ye girmek istiyor. Müsaade edilmiyor doğal olarak… Zaten buraya kadar da her şey normal… Bu noktadan sonra, Başkanlık Sistemi’nde “baş-vücut” ahenksizliğinin en iç acıtıcı hikâyelerinden biri başlıyor. Hüseyin, İslam ülkelerine nezaret eden yolbaşçı ülke Türkiye’ye gelmiştir. Zira Türkiye’yi, Recep Tayyip Erdoğan portresinden tanıyor. Ama bu andan itibaren kendisine, çıplaklar kampına duvardan atlayarak girmeye çalışan adam muamelesi yapılıyor. Yani karşısında, uzaktan portresini gördüğü Recep Tayyip Erdoğan’a muvafık bir tavır değil, çıplaklar kampı güvenlik ve bürokrasi mekanizmasını andıran bir tavrı buluyor. Belki dil bilmediğinden de derdini anlatamıyor. Oysa dünya Müslümanlarının, kendisine yüklediği misyona muvafık olarak havaalanındaki görevliler, ilk bakışta Mısırlı olduğu belli olan Hüseyin’in vaziyetini anlamalı, en azından anlamak için çaba göstermeliydiler. Ama bu çabayı göstermiyorlar, ülkemizde bir haftada yaşanan hadise toplamının, on yılda bile yaşanmadığı bir İskandinav ülkesi görevlileri gibi davranıyorlar ve popstar sahnesine atlayan ergen kızları aşağı iten bodygard hassasıyla Hüseyin’e ters kelepçe vurup Mısır’a gönderiyorlar!

Oysa bu ülkenin, başına baş diye geçirdiği adam, başını fena halde ağrıtmasına rağmen üç milyondan fazla Suriyeli’ye kapıları açmış biridir. Ama siyaset, bürokrasi ve idari mekanizmalarımızdaki kadroların ufkunda, ancak maaşlarını kotarmaya yetecek kadar fikir ve ideal bakiyesi vardır. Gene hipofiz bezi bozukluğu… Devlet başımız, fazla hormonla haddinden fazla büyümüş, siyaset, bürokrasi ve idare organlarımız eksik hormonla haddinden az büyümüş… Mısırlı Hüseyin, hicret kastıyla gittiği Somali’den Türkiye’ye bakmış, Recep Tayyip Erdoğan başını görmüş, hicret üstü hicret niyetiyle Türkiye’ye gelince de korkak bürokrasimizin ve güdük idaremizin eline düşmüştür! Olması gereken bir yana, bürokrasi ve idare elinde Mısırlı Hüseyin namına olanların şerhi şudur:

“Gönderiyoruz! Asabilirsiniz!”

Gönderdik, asacaklar… Hadisenin buraya kadar olan kısmı aslında yaklaşık üç hafta önce yaşanmış ve bitmiş… Kimsenin, olanlardan haberi yok… Ta ki Mısırlı Hüseyin’in, oturduğu uçak koltuğundaki resmi ortaya çıkana kadar… Resmini çeken temizlik görevlisi, bu resmi sosyal medyada paylaşıyor.  Ters kelepçeli elleriyle idamlık Hüseyin, üzerindeki montu çıkarmaya çalışıyor. Yakıcı manzara bu…  Maziye dönün ve bayram sabahlarında, boğazlanmak üzere bahçelerimize bağlanmış koyunları hatırlayın… Hüseyin’de de, bu koyunlardaki bakış… Bütün bir ülkeyi, bayram namazına gidecek kadar büyük olmayan birer bayram çocuğuna çeviren, bu bakış… Az sonra, namazdan büyükler dönecek ve çocukluğumuzdan vaki masum addettiğimiz koyunu boğazlayacak… Duygular sinemizde baki ama vaziyet böyle değil… Mısırlı Hüseyin’i, parçalamak üzere Mısır’da Sisi’nin kurtları beklemekte… Ve hepimizde, bu kurda, masum bir koyun kaptırmış olmak inkisarı… Devlette de öyle… Her ne kadar hükümet ve Recep Tayyip Erdoğan’a duydukları kini “Bir şeyler olsa da kussak!” diye besleyen kimseler bu hususu da “vurun abalıya” şenliğine dönüştürse de, Mısırlı Hüseyin’in bütün hikâyesi ortaya çıktıktan sonra “İyi ki gönderdik! Oh oh!” diye karşılayacak bir kimse içimizde yok… İçimizde olan, hatta azgın bir ifrit gibi içimize kaçan şeye gelince, o var, hem de nasıl var! Recep Tayyip Erdoğan, tepeden aşağıya hâkim değil, bürokrasi ve idare mekanizmamız, aşağıdan yukarıya muvafık değil… Başkanlık Sistemi’nde baş, üzerinde durduğu gövdeden yüz misli büyük… Gövde taşımıyor, baş taşınmıyor.  Devlet kadrolarında derin bir liyakatsizlik manzarası var… Makama atananlarda ilk hedef: Makamı korumak… Makamın zatını değil, makamdaki zatını… Kadrolara inisiyatif aldırtacak fikir ahengi yok… Hani bürokrasi ve idare bekçisi, devlet haremine girmek üzere olan bir yılan görse, düdüğüne asılmak ve bu durumu ihbar etmek yerine kör taklidi yapıyor, “Sonra gece gece uykumdan ettin derse işimden olurum!” gibi anlamsız bir korku ve menfaat hissiyle susuyor. Zaten çoğundaki zihni mefluçluk, hareme sokulan yılanı fark edecek fikir gözüne de sahip değil… Mısırlı Hüseyin hadisesinde de işte, bütün manzarasını birkaç çizgi ile göstermeye çalıştığımız bu ahenksizlik durumu toptan serili…

Hadiseden millet haberdar olunca, koynundaki yılanı, kesilmemiş göbek bağı gibi okşayan devlet görevlileri, hemen çığlığı bastılar ve kendi selametlerini düşünücü bir refleksle sekiz polisi görevlerinden uzaklaştırdılar. Oysa yeni olan bir şey yoktu. Olanlar, üç hafta önce yaşanmış, bitmişti. Olay duyulmasa, görevden uzaklaştırılmayı icap ettiren iş eylemiş olmalarına rağmen bu sekiz polis işlerine devam edecekti. Anlayacağınız, eşekliğe, katırlık kurban aranmakta… İstanbul Valiliği’nin matadoru, milletin öfkeli boğasına sekiz polislik bir muleta tuttuktan sonra, Mısırlı Hüseyin’in sehven iade edildiğini duyurdu. Sonra da, resmi çektiğini düşündükleri temizlik işçisini ensesinden tuttular, mahkemenin önüne attılar ve onu:

“Halk kin ve nefrete sevk etmek…”

Gerekçesiyle tutuklattılar. Yani böylece yanlışlık yapanlar, bu yanlışlığı duyurandan hınç almış oldular. Ama millet, buna da tepki gösterdi. Adaleti, yüksek adalet hissi dışında hiçbir kuvvete nispet ederek dağıtmaması gereken mahkeme, ensesinden tuttuğu civcivi yemek üzereyken ensesinden yakalanan bir kedi gibi davrandı ve temizlik görevlisini yirmi dört saat geçmeden tahliye etti. Niye tutuklamışlardı, tutukladılarsa niye bırakmışlardı! Hadisenin bize tedai ettirdiği şey bir Aziz Nesin hikâyesi… Anlatalım: Şehre inen ağa, köyünün çobanını orada görmüş ve onunla eğlenmek istemiş:

“Şurada duran inek b.kunu yersen aha bu traktör senin!”

Çoban, düşünmüş ve traktör sahibi olmak hissi baskın çıkınca b.ku yemiş… Ağa da sözünde durmuş… Anahtarları ona vermiş… Tabi köye dönmek vakti geliyor… Çobanın yeni traktörüyle köye dönüyorlar. Ağanın traktör gitmiş, bu sebeple canı sıkkın… Çobansa, b.k yediği duyulursa diye düşünceli ve canı sıkkın… Hal böyleyken çoban bir yerde traktörü durduruyor ve Ağa’ya:

“Ağam! Gel şöyle edek… Sen de b.k yersen eğer, traktörü sana geri veririm. Ama ikimizde b.k yediğimizi kimseye demeyecek…”

Anlaşmışlar. Ağa da b.k yemiş ve traktörünü geri almış… Yolda dönerlerken Ağa aniden durmuş ve çobana sormuş:

“Ula oğlum! Bu traktör şehre inerken benimdi!”

“Evet Ağam!”

“Ula şehirden dönüyoruz, traktör gene benim!”

“Evet Ağam!”

“Ula o zaman de bakam, biz bu b.ku niye yedik!”

Mısırlı Hüseyin mevzuunda, bürokrasi ve idare mekanizması basbayağı b.k yemiştir ve bu günlerde, hem devlet başının, hem de milletin hıncına muhatap olmamak için bu b.ku ne diye yediğine dair gerekçe aranmaktadır. Aranmaktadır ama bulmakta zorlanmayacaktır; çünkü bu aralar her b.k yiyenin yediği b.ku üzerine sıvayarak yok edebileceği esaslı bir gerekçesi vardır. Manşetler atıldı bile:

“Skandal iadede Fetö parmağı mı?”

Bence şimdi yenen b.ku değil de, bir gün Mısır’dan Hüseyin’in idam haberi geldiğinde ne b.k yiyeceklerine dair gerekçe üretseler, daha iyi ederler… Zira bu asil millet, asırlardır arzın bütün azgın kurtlarından arzın bütün masum kuzularını kurtarmakla marufken, adını kurda kuzu teslim etmekle bir andıracak herkesi, anırtmaktan geri durmayacaktır… Kahırda veya sandıkta… Ama bir şekilde mutlaka…

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi