İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
Kemalist vesayet marifetiyle oluşturulmuş 75 yıllık ideal(!) düzen rayından çıkma emareleri gösterdiği için yeniden bir balans ayarı gerekmiş ve bu ayar 28 Şubat 1997’de alınan Milli Güvenlik Kurulu kararları akabinde gelişen süreçle devlete ve millete tatbik edilmişti. 28 Şubat döneminin vatan ve İslam düşmanı cuntacıları, ordu içerisindeki paralel yapı, siyasetçiler, gazeteciler ve akademisyenler verdikleri bu ayarın devlete ve millete bin yıl yeteceğini söylüyorlardı. Salyalı köpek Feto ve İslam düşmanları 28 Şubat bin yıl sürecek derken, neyi kast ediyorlardı? İcraatlarının hedefleri nelerdi? Belki onların Müslümanlara hayatı dar etmek namına yaptıkları maddi zulümler panayırı bin yıl sürmedi, lakin gözden kaçan bir şey var, acaba gerçek kastı göremiyor muyuz? İslami bir devlet ve millet oluşmasının önüne aşılamaz setler çekmek anlamında mı 28 Şubat bin yıl sürecek diyorlardı, yoksa sadece hedefte başörtüsü ve imam hatipler mi vardı? Hedefte sadece başörtüsünün ve imam hatiplerin olmadığını 28 Şubat’tan bu güne yaşanan sürece bakarak anlıyoruz. Çünkü başörtüsünün ve imam hatiplerin savunucuları 28 Şubat’tan 4 yıl sonra bu ülkede iktidar oldular. Onların iktidar oluşuyla ne yer yerinden oynadı, ne de bürokrasi, sermaye, medya sac ayaklı vesayet düzeni büsbütün saldırıya geçti. Demek ki vatan ve millet düşmanı bu organizasyonlar İslami söylemleri olan bir iktidarın gelmesinden değil, bu söylemleri icraya dökmeye muktedir bir gücün oluşmasından ve bu gücün kendi varlıklarına tehdit çapına ermesinden rahatsızlardı.
Sayın Cumhurbaşkanı’mız birkaç gün önce bir konuşmasında “28 Şubat bin yıl sürecekti hani neredesiniz” diyordu. İyi hoş diyorsunuz da Sayın Cumhurbaşkanım, 28 Şubatı müstakil bir hareket olarak değil de İslam’ı Anadolu’dan kazıma ve bizi batıya köle etme düzeninin tazelenmesi, yeni bir soluk kazanması olarak tespit edecek olursak; bu gidişle 28 Şubat ve türevleri bin yılı aşkın bir zaman boyunca canımızı sıkacak gibi gözüküyor. 1960’dan bu yana, medya ile olgunlaştırılıp, sermaye ile desteklenip, asker ile icra edilen darbeler ve muhtıralar tarihimizi bir hatırlayalım. Ezanı aslî hüviyetine kavuşturmanın karşılığını Başbakan’ının idam edilmesi olarak ödedi bu millet. 1971, azgın vesayetin elde ettiği kazanımlara doymayıp cabasını istercesine muhtıra hamlesi. 10 yıl geçmeden 12 Eylül 1980, ve Cumhuriyet tarihinin en kanlı darbesi. Vatana darbe, millete darbe, İslam’a darbe… Ve 28 Şubat… Görünür yüzü olarak karşımıza her defasında paletleriyle çıkan şeytanî organizasyonun muamelesi altında sekteye uğrayan da daima İslami mücadele… Bu sebeple 28 Şubat’ın etkilerini daha iyi muhasebe edebilmek için Müslümanların ve İslami mücadelenin 28 Şubat öncesindeki ve sonrasındaki ahvallerine nazarlarımızı çevirmemiz elzem. Bizim bizzat yaşayarak müşahede ettiğimiz, yeni neslin de eski videolar ve haberler vasıtasıyla vakıf olduğu 90’lı yıllarda, çoğu zaman Üniversite önlerinde eylemlerle karşımıza çıkan Müslüman kızlarımızı hatırlayalım. Temsil ettikleri değerlerin ciddiyetini hem muhafaza hem de deklere eden tesettür hassasiyetleri hepimizin hafızasına kazınmıştır. Şimdilerde ise aynı muhafazakâr kesimin kapalı kızlarının tesettüre ne denli zulüm ettiklerine acıyla şahit oluyoruz. Ülkeyi yıllar boyu sallayacak eylemlere ve direnişlere konu olan tesettürün muhtevasına dair tek fikir sahibi olmayan, Allah’ın emrini modaya kurban eden, onu yalnızca bir giyim tarzı olarak benimseyen nesillerin her yeri işgal etmiş olması bize bir şeyler ihtar etmiyor mu? Eğer 28 Şubat’ın yalnızca, Müslüman kadınların “başörtüsü takıp İslam’ın tesettür emrine riayet etme” iradelerine karşı yapılmış bir darbe olduğunu kabul edecek olsak dahi, aramızda bu mücadelenin kazanıldığını iddia edebilecek kimse var mıdır?
28 Şubat’ın Anadolu’nun o manevi ruh iklimine haiz olan insanımızı hedef alarak, zehirleme avına çıktığını görüyoruz. Buna ruh avlama operasyonu da diyebiliriz. Bu anlamda 28 Şubat bin yıl sürer.
28 Şubat aktörleri yalnızca Müslümanlar ile özdeşleşmiş bir takım sembollere değil, İslam’ın millette fert fert seciyeleşmiş ahlâk unsurlarına da darbe indirmeyi baş hedef bellemişti. FETÖ’nün başını çektiği küresel çaptaki ılımlı İslam(!) projesi evvela Türkiye’de kökleştirildi. Örtük sekülerizm bu vesileyle Müslüman haneleri tepeden atılmış bir ağ gibi kuşattı. Ve 28 Şubat, toplumsal cinsiyet adaleti savunuculuğu yapan Diyanet İşleri Başkan Yardımcıları doğurdu. Bu anlamda 28 Şubat bin yıl sürer.
28 Şubat, kendilerini İslam’a tahvil etmiş görünen fakat İslam’ı menfaatlerine tahvil eden ve savunuculuğunu yaptıkları STK’larda milyon liralar harcayarak kızlı erkekli doğum günü partileri düzenleyen, kendisini muhafazakâr diye tabir edip neyi muhafaza etmesi gerektiğini bilmeyen bir nesil doğurdu. Bu anlamda 28 Şubat bin yıl sürer.
28 Şubat zamanında “başıma bir iş gelir mi” hesaplarına girmeden postasını koyan; “Namlusunu milletine çevirmiş tanka selam durmam” diyen bir siyasetçimiz vardı. Şehid Muhsin Yazıcıoğlu… Şuan siyaset arenasında boy gösteren, bu kalitede, bu temizlikte, bu dürüstlükte bir Müslüman var mı? Bu anlamda 28 Şubat bin yıl sürer.
28 Şubat planlayıcıları olan dış mihraklar 12 yıl kesintisiz eğitim sistemi getirirken eğitimde bir reform mu yaptılar yoksa genç nesillerimizi mesleksiz bireyler haline getirme projesinin temellerini mi attılar? Geçen 20 yılda yetişen nesillerin mesleksiz, liyakatsiz, ciddiyetsiz, samimiyetsiz bir toplumun temelini attıkları görülüyor. Mesleksiz bir toplum, zaten hiçbir zaman neticeye erdiremediğimiz üreten ekonomi ve gelişen teknoloji oluşturma çabalarımıza resmen darbe vurdu. Üretimin olmadığı bir ülkede, dışa bağımlılık bir zorunluluk olacağından ekonomik bağımsızlıktan söz edilemez ve ülke ekonomisi enflasyon oyunları ile ekonomik krizler ile sürekli zayıflar. Bu anlamda 28 Şubat bin yıl sürer.
28 Şubat sürecinde bu necip milleti başörtüsü ve imam hatiplere odaklandırarak, suyun altından çok saman yürüttüler. Yaptığımız siyasi ve fikri okumalardan elde ettiğimiz çıkarımlar bu durumu bize açıkça gösteriyor. Ehli Sünnet büyükleri, bir Müslümanın üzerine en azından iki ilmin farz olduğunu, olmazsa olmaz olduğunu ifade ediyorlar. Bunlardan biri ilmihal, diğeri ise meslek bilgisi. İlmihal bilgisine sahip olan insan din sahtekârlarına kanmaz, meslek bilgisine sahip olan insan da madden manipüle edilemez. Bugünki toplumun geneline baktığımızda bu noksanlıklar, insanlarımızda kolay yoldan cennete gitme ve kolay yoldan para kazanma sevdasını doğurmuş vaziyette. Bu anlamda 28 Şubat bin yıl sürer.
Sonuç olarak 28 Şubat, her ne kadar insanımıza, yalnızca imam hatip ve başörtüsü sorununun sebebi olarak gösterilmiş olsa bile, 28 Şubat’ın sebep olduğu asıl sorun ahlaki ve ekonomik çöküştür. Vatan ve millet sevdalıları olarak bize düşen vazife milletimizin başına açılmış her belayı ferasetle tespit edip, ahlaklı ve çalışkan Müslüman vasfımızla, bu belalardan milletimizi kurtaracak sistemli bir çalışmayı yürütebilecek fikrî ve maddi donanıma sahip bireyleri de yetiştirmektir. Şartların çetinliğine, kâfirlerin azmine, Müslümanların gafletine bakıp da ümitsizliğe düşmeden, ömrümüzü Müslümanca yaşamanın ve yaşatmanın mücadelesine adamak zorundayız. Unutmayalım ki ordu zafer ile değil sefer ile yükümlüdür. Sefer bizden zafer Allah’tandır… Allah her zaman inanların yanındadır. Vesselam.