İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
Veli, kelime manası itibari ile dost... Veli kelimesinin nispet olunacağı en yüce makam şüphesiz Allah (c.c)…Veliyullah olmak itibariyle müminler iki kısımdır:
Umumi Veli: “Allah inananların dostudur.” (Bakara 257) ayet-i kerimesinin delaletiyle hiçbir mümini ayırmadan kalbinde hardal tanesi kadar imanı olan bu kısmın nasipdarıdır.
Hususi Veli: Mevla Teala’nın hususi tecellilerinden içmiş, Allah ve Resul aşkıyla eriyerek cihana nazar etmeyenlerdir.
Hakiki veliler Rasulullah (sav)’in tezkiye (nefisleri temizleme) vazifesini yüklenmiş seçkin kullardır. Resulullah'ın batın yolunu sürdüren, koruyan taliplisine bu hazineden haber verenlerdir.
Tarikat ise veliyullahın yetiştiği ve yetiştirdiği nurdan müessesedir. Masivanın rıkkıyyetinden (köleliğinden) kurtulmanın yoludur. Ubeydullah Ahrar Hazretlerinin anlatışı ile tarikat; bütün işleri bir maksatla kitleyip bütün mahlukatta Mevla’yı (c.c) idrak etme mesleğidir.
Mevla Teala, kullarından istediği zikir hariç hiçbir amelde “çok” kaydını zikretmemiştir. Bir tek zikir hususunda bu sıfatı kullanmış hatta her amelin tehir edildiği sıcak savaş anında bile bu ameli bizden istemiştir. (Enfal 40) İnsanoğlu küçük bir işi başarmak için bile talime muhtaçtır. Zikir ise işlerin en mühimidir. Durum böyleyken insanoğlu Rabbi’nin kendisinden istediği zikre ve gayesine ulaşmak için hâzık bir muallimden talime kati surette ihtiyaçlıdır. Tarikat da Mevla Teala'yı misilsiz bir şekilde, her nefesinde hisseden ve zikreden velinin, taliplisine zikri talim ettiği medresedir.
Her hakikatin arkasını gölge gibi takip eden sahtesi muhakkak vardır. Her hakikate sahtesinin tasallutu hakikatince tarikat müessesesini de içi boş taklit güveleri sarmıştır. Günümüzde İslam düşmanları tarafından saldırılıp yıpratılmaya çalışılan iki önemli müessese vardır; mezhep ve tarikat... Zira mezhep, Efendimiz (sav)’in zahir ilmini muhafaza eder. Tarikat ise batın ilmini muhafız eder. Bu iki önemli kale yıkılırsa İslam alemi Müslümanların kemmiyyeti kadar parçaya ayrılır ve her Müslüman kendi nefsine intisab eder. Hak mezhep ve hakiki tarikat, Müslümanları bir hakikatte, bir ruhta, bir binanın tuğlaları gibi birleştirir.
Konumuz tarikat...
İnsanoğlu bu nurdan müesseseye sahtelerini musallat etmekle kalmayıp sahte manaları yüklemek ile de zulmetmektedir. Tarikat, halk arasındaki anlayışa göre uçmak, su üzerine seccade sermek, bir an doğuda bir an batıda mı olmaktır? Asla! Zira Mevla Teala bu hususiyetleri lanetlediği şeytana bile vermişken nasıl bu hususiyetler Mevla’nın dostlarını ayırt edici bir unsur olabilir?
Zamanımızın büyük velilerinden Mahmud Ustaosmanoğlu (ks); “Tarikat, şeriatı ince yaşamaktır.” buyurmuştur.
Tarikatın iki gayesi vardır:
Birincisi; imanda yakin; Mevla Teâlâ’yı görür gibi bir hayat sürmek yahut Mevla Teâlâ’nın her an gördüğünü hissetmektir.
İkincisi; amelde suhulet (kolaylık), üzerine farz kılınmış amellerin insana buz gibi sudan daha sevimli hale gelmesidir.
Bu bağlamda tarikatın gayesinin burcundan bir veli şöyle buyurur:
“Avama teheccüd namazına kalkmak ne kadar zor geliyorsa, veliyullaha da teheccüd vakti yatmak o kadar zor gelir.”
Bu gayeye ulaştırıcı yol ise; kalplerin kendisiyle mutmain olduğu zikrullah ve zikrin tesirine ve gayesine erdirici rabıtadır. Bu çetin yolda kendilerini insanların faydası için bezletmiş rehber, yolu apaçık bilen ve bizzat yürüdüğü yollardan ulaştıran kılavuz ise; mürşittir.
Bugünlerde çok duyduğumuz, gülsek mi ağlasak mı bilemediğimiz bir kelimedir; sahte şeyh! Şeyhlik makamının sudan insancıkların taklit edemeyecekleri bir hakikat olduğunu bilmemiz cihetinden gülünç, böyle hâzık bir manaya zulmedilmesi cihetinden hazin...
Hakikî şeyh gök, sahte şeyh yer! En az bu kadar fark var aralarında. İkisini bir kefeye koyup bir hüküm vermek isteyenler tam manasıyla art niyetli cehaletin sahibi. İki kulağı, iki gözü var diye eşeği asil küheylana benzetmek nasıl büyük bir hata ise o kadar büyük bir hata! Şu da var ki, eşeğin asil küheylana benzerliği -affedersiniz- anırıncaya kadardır!
Mevla Teala Hazretleri kullarına her şeyin hakikati ile sahtesini ayırt eden bir ölçü ihsan etmiştir. Bir zatın hakiki şeyh olup olmadığını anlamak ilim erbabı için işten bile değildir. İnsanların sahte çıktı(!) diye yaygaralar çıkardığı insancıkların hususiyetlerini araştırdığımızda karşınıza şeyh olacak seçkin zatların özelliklerini bilmeyen bir halk yahut şeyh manasının hakikatine zulmetmeyi kendine vazife bilen İslam düşmanları çıkıyor.
İlim erbabına göre veliyullahın zahirine ait sahip olduğu hususiyetleri sayalım;
İnsanımız cahilce, kerameti şeriatın önüne geçirmiş ve velilerin baş hususiyeti kabul etmişlerdir. Yukarıda geçtiği gibi keramet veli olmanın hususiyetlerinden değildir. Müritlerin kalbini, zikir yolu olan tarikata ısındıran ve asla takılıp kalmaları istenmeyen bir hususiyettir, asla rükün ve gaye değildir. Bu bağlamda büyük veli Ubeydullah Ahrar (ks) şöyle buyurur:
“Bütün kerametler, harikalar bize verilse fakat kalbimiz Ehl-i Sünnet itikadıyla süslenmese, kendimizi mahvolmuş ve hâlimizi harap biliriz. Bütün haraplıklar, felaketler üzerimize yağsa ama kalbimiz Ehl-i Sünnet itikadıyla şereflenmişse, hiç üzülmeyiz.”
Bir şeyhe intisap etmek isteyen talibin önce niye aradığını, ne aradığını ve neye ulaşmayı hedeflediğini iyice tefekkür etmesi gerekir.
Niye aramalıyız?
Kişi, çevrem artar, itibarım artar, maaşım yükselir, iyi bir eş bulurum algıları üzerinden yaklaşırsa, bu tarikat yükünü omuzlamak yerine tarikatın omuzlarına basarak menfaat elde etmeyi gaye edinmektedir ki dünyada ya fayda sağlar yahut da eli boş geri çevrilir ama kesin olan şudur ki, her kimse için ancak niyet ettiği vardır hakikatince ahiretten bir nasibi yoktur. Talibe düşen, tarikat yolu ile nefsine rütbe beğenmek değil galiz nefse ayak ile basmaktır.
Ne aramalıyız?
Tarikatın tarihteki seyrine baktığımız vakitte Müslümanların önce zahir ilimlerini (şeriatın farzını, vacibini, sünnetini, edebini) öğrenip hatta selef alimlerinin bu konularda allame olduktan sonra batıni ilme yöneldiğini görürüz. Bu da daha ahirette kendini kurtarma adına şeriata uymayan birinin şeyh zannedilmesi garabetini ve sahte şeyhlerin kendilerine yer bulmalarını ortadan kaldırıyordu. Böylelikle keramet görme derdine düşmüyor ve en büyük kerametin şeriatta istikamet olduğunu, şeriattan kıl sapmayan ve şeriatın sırlarından haberdar olan mürşitlerinden müşahede ediyorlardı. Yine cihana hükmeden hangi İslam hükümdarına baksak arkasında ihtiram ettiği, duasını almayı şeref bildiği manevi destek olan bir Allah dostuyla karşılaşırız. Özellikle Osmanlı’yı incelediğimizde her padişahın bir mürşidi, gönül sultanı olduğunu, bu zatların kimliklerini, hayatlarını, fetihlerdeki önemli rollerini kaynaklarda buluruz. Osmanlı İmparatorluğu, tarikat nizami ile dünyaya hâkim olmuştur. Yine İslam’ın hâkim olması, şeriatı tarikat nizamında yani şeriatın ruhuna ve inceliklerine inerek yaşamaktan geçmektedir. Yakın zamanın büyük komutanlarından Şamil Basayev:
“Bizim her şeyden önce tarikatı canlandırmamız gerekir.” diyerek İslam hakimiyetinde tarikat yolunun önemini işaretlemiştir.
Yine dünyanın bütün elmaslarına sahip olmaktan daha değerlisinin insanının kömürden nefsini elmaslaştırmak olduğu idrakine varan Yavuz Sultan Selim Han:
“Padişahı alem olmak bir kuru kavga imiş.
Bir veliye bende olmak cümleden âlâ imiş”
Buyurarak tarikatı padişahların bile müstağni olmadığı bir kıymet olarak işaretlemiştir.
Küffar bunları maalesef bizden daha iyi bildiği içindir ki şeriatın gelmesinden ziyade şeriatın tarikat nizamında gelmesinden korkar. Ve tarikat ocaklarını yıkmak ve itibardan düşürmek için ilk başta sahtelerini çıkartmak yoluyla türlü algı operasyonları yaparlar. Hanslar anladı, Hasanlar hala tartışıyor, gereksiz buluyor, inkâr ediyor...
Tarikat mutlaka gerekli bir yol olmakla beraber günümüz şartlarında bu yol hususunda çok titiz davranmamız gerekmektedir.
Misal, şeyh olduğunu iddia eden kimse hanımlara el öptürüyor, parayı seviyor ve kendi hesabına kabul ediyor, üzerinden farzların kalktığını söylüyor, cenneti parselliyor, kendi adına ahiret kaygısına düşmüyor, kendini Müslümanların üzerinde tasarruf hakkına sahip bir sultan addediyorsa, o kimse ahmakların sultanıdır. Bu davanın delili şeriattır. Tarikat ile ihlas farzı tekmil olunur. Akaidi düzgün olmayan birinin şeriat ilimlerini öğrenmesi ne kadar geçersiz ise şeriatı tam olmayanın da tarikata çalışması o kadar geçersizdir.
Neye ulaşmayı hedeflemeliyiz?
Talip bu yola mürşidinin zatında müşahede ettiği gibi dünya ve içindekilerini kalbine almamak, yaptığı amellerde ihlası elde etmek, içindeki kafir nefsi adam etmek, ahlak-i Muhammedi ile tezyin olmak, kulluğun hakiki idrakine varmak, cennet hevesinden bile sıyrılmak, dünyayı hakkı yüceltmenin arsası bilmek ve daha nice manalar üzerine tevfik sağlamak için intisap etmelidir.
Bir mürşide tabi olmak kısacık ömrümüzde ulvi manalara yolculuk için yolu bilen bir kılavuza ihtiyaç duymamızdandır. Mürşidin hayatta olmasının gereği ise insan ruhunun müşahhas bir örneğe ihtiyaçlı olmasıdır. İnsanoğlunun gözleriyle gördüğü, hallerine şahit olduğu bir rehbere rabıta yapıp kendi hallerini olgunlaştırması ve yaptığı münker işlerde ondan çekinmesi çok daha kuvvetli olacaktır. Nitekim Mevla (cc) “Batı da doğu da Allah’ındır.”(Bakara 115) buyurduğu halde insanların dikkatini müşahhas bir örneğin üzerinde toplamaları, ruh dağınıklığını engellemek ve böylelikle imani duygularımızın daha kuvvetli harekete geçmesini sağlamak için Mekke’deki Kâbe’yi Beytullah diye vasıflamıştır.
Hakiki velilerin kalbi ise Mevla’yı her an murakabe etmesi (hissetmesi ve gözetmesi) bakımından Beytullah’tır. Yazımı, kalbini Beytullah bildiğim Mahmud Ustaosmanoğlu Hazretlerinin sözü ile bitirmek istiyorum:
“Göreyim sizi, ilmi zahir ile ilmi bâtın bir kimsede cem olursa o Kibrit-i Ahmer’dir (çok değerli bir cevherdir). Kur’an-ı Kerim'in ruhuna bağlı olmak tarikat yoluna bağlıdır.”
Mevla bizlere mürşitlerimizi hakkıyla anlamayı ve ulvi davalarına nefislerimizin zulmetini karıştırmamayı ihsan buyursun. Amin…