İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
İnsan, tabiatından ve yaratılış gayesinden uzaklaştıkça diğer bütün yaratılmışlar gibi vasfını kaybeden, düşünmeye ve düşünebildiği nispette tatbik etmeye memur haliyle yaratılanların en üstünü ve bu bağlamda doğumundan ölümüne dek dinamik bir varlık. Dinamik oluşunun müsebbibi ise daima eşya ve hadiselere muhatap oluşu ve aynı zamanda hemcinsiyle birlikte yaşama zorunluluğu. Hz. Adem ve eşi Havva ile başlayan bu birliktelik ve insanlık, nesiller çoğaldıkça büyümenin kaçınılmaz bir sonu olarak birlikte yaşamayı sistemleştirmiş ve belirli bir nizama sokmuştur. Bu nizam, geçmişten günümüze çeşitli siyasi, ekonomik ve kültürel formlara girmesine rağmen sistemleşmiş olması hasebiyle vasfını kaybetmemiş ve bir arada yaşamanın mücerret taraflarını da müşahhas sınırları gibi bünyesinde barındıran ‘’ŞEHİR’’ mefhumunu karşımıza çıkarmıştır.
Şehir, etimolojik olarak farsça kökenli olmakla birlikte Eski Yunan’da ‘’polis’’ (politeia), Arapça’da ise ‘’medine’’ olarak bilinmektedir. Biz kökenimiz ve inancımız icabı bu mefhumun Batı’daki muadilinden çok Arapça’daki muadili ile alakadar olarak şehri anlamlandırmak gayesindeyiz. İslam dininde şehir de insan gibi vahye muhataptır ve kutsiyet belirtmektedir. Manevi bir sıralamaya koyacak olursak Hz. İbrahim’in kutsal ilan ettiği Mekke ilk, Efendimiz (s.a.v.)’in kutsal ilan ettiği Medine ise boşluk belirtmeksizin ikinci sırada bir kutsiyet ifade etmektedir. İkisinin arasındaki bağ ise iki ilmek arasında gidip gelmekle dokumayı, doldurulmayı ya da tamamlanmayı, olmazsa olmazı ifade eder. Sayılarda kemal ‘’9’’ da ise şehirde de kemal Mekke ve Medine’dir (Yesrib).
Medine, Arapça’da şehir, bizce ise şehirde kemale erme durumu. Medine, Çöle İnen Nur tarafından bizzat kutsal ilan edilmekle birlikte ‘’Bırakın devem nereye gideceğini bilir.’’ sözünün sarf edildiği, Güzeller Güzeli’ni ağırlamak sebebiyle şeref bulan ve bulduğu şeref ile mübarek kılınan Mukaddes Şehir. Şehri anlamak, Medine’yi anlamak olacaktır. Şehri anlamak; Bizzat Allah (cc.) emriyle gerçekleşen Hicret’i, Hicrete muhatap olmakla müşerref kılınmış Muhaciri, Allah Resulü’ne sadıklık belirterek topraklarını terk etmek durumunda kalan Muhacir’e sahip olduğu her şeyi vakfetmek pahasına yurdunu ve gönlünü açan Ensar’ı, 45 Ensar ve 45 Muhacir’in ikişerli diziler halinde bizzat Alemlere Rahmet Efendimiz (s.a.v.) tarafından birbirine kardeş ilan edildiği Muâhât’ı ve farklı toplumsal blokların bir arada yaşadığı şehirde bütün farklılıklara rağmen hudutları tesis etmek namına Efendimiz (s.a.v.) tarafından hazırlanan, bu anlamda yazılı ilk anayasayı ifade eden Medine Vesikası’nı anlamak olacaktır.
Özünde şehir, başta insan olmak üzere içerisinde barındırdığı her türlü vakıa ve yapıdan müteşekkil bir ruhun akıp doldurduğu kalıbı ve fikir ile inşa edildikten sonra mevcut haliyle cemiyeti fikre inkişaf ettiren mekânsal bir planı ifade etmektedir. Modern dünyada ise şehir, her türlü keyfiyetten soyundurulmuş haliyle ruhun terk-i diyar ettiği bir iskelet kalıbını ve nefsi ikballeri uğruna kutuplaşan insan bloklarının çatıştığı bir cedel alanını anımsatmaktadır. Madde, esası itibariyle ruha mekan belirtmesi hasebiyle ruhun emrindedir lakin ruh ihmal kabul etmez ve ihmal edildiği vakit içini doldurduğu kalıpları bir hışımda terk eder. Bağdat, Musul, Halep, İstanbul… ruhumuza musallat madde mümessilleri tarafından kirli çizme ve sayısız bombalarla önce madde planında, istila edenler eliyle dayatılan türlü nizam tekliflerinin ihmalkar bir tavırla mahalle sakinleri tarafından kabulü ve tatbiki ile ise nihayet ruh planında işgale uğrayan şehirlerden bir kaçı..
İnsan, ruhunu hakim kıldığı vakit her türlü madde planına tesir etme kabiliyetine sahip üstün varlık. Evvela insan neredeyse tamamı Batı’dan gelen bir kuvve ile, yaratılış gayesinden bihaber kılındı ve ruhundan koparılmak suretiyle esastan uzaklaşarak maddeye meftun oldu. Daha sonra madde ve nefis arasında kurduğu rabıta vesilesiyle doymak bilmez beşeri iştahının kölesi oldu ve sonu gelmez bir serüvene katıldı. İnsan kendine hudutsuz bir hürriyet atfederek tefekkür, ahlak ve sanat gibi mücerret mefhumları unuttu ve yerlerine akıl, para, makine gibi müşahhas kavramların hakim olduğu suni bir düzen inşa etti. Nihayet bu suni düzen, sosyal bir varlık olan insanı yalnızlaştırdı ve bunalıma soktu. Bugün bütün bu serüvenin doğal bir sonucu olarak, insan ruhunun mekânsal planını ifade eden şehirler de insan gibi yok etmek ve yok olmak fiiline memur bir hüviyete kavuştu. Basit bir sıralamayla ifade edecek olursak evvela insan insanın, daha sonra insan şehrin ve son olarak da şehir insanın kurdu, katili, sebebi oldu.
Bugün insan, koparılmış olduğu mücerretler diyarına duyduğu hasretle, içinde bulunduğu bohem hayattan sıyrılarak ruh dünyasını hatırlatıcı bir takım duyguların peşine düşmektedir. Ne yazık ki bu duygular da özünde ruh topoğrafyasına mensup olmakla birlikte günümüz çevresince beşeri ve maddi taraflarıyla anlamlandırılmakta ve bu haliyle arzulanmaktadır. Aşk, en mücerret oluşlar ve bütün oluşların tek sahibi olan Allah’a karşı uzanması gereken sonsuzluk belirtici tarifsiz mefhum; bugün tenha köşelerde had belirtmez bir ahlakla icra edilen, sonucu nihayet fuhşa ve zinaya çıkan haliyle büyük küçük herkesin geviş malzemesi. Bu haliyle aşk, şehrin mana tüten bucaklarına musallat olarak bu bucakları, mide kaldırmaz, ar dayanmaz sahnelerin gösteri otağı haline tegallüb ettirmiştir. Günümüz insanı ayrıca, ruhunu dinlendirmek gayesini barındırır bünyesinde ve huzurdur belki de aradığı. Fakat bu durum maddenin esaretindeki insan için prangalı elleriyle özgür olduğunu iddia etmeye benzer bir ironi belirtmektedir. Bu amaç için şehir, doğal ya da tarihsel değer taşıyan mekanları ile biçilmiş bir kaftan (!). Son teknolojik telefonlar nezaretinde ziyaret edilen mekanlar ve bu mekanlarda çekilen bin bir çeşit fotoğraf.. Deniz manzarası, yemyeşil bir orman ya da bilmem kaç bin senelik çilesine rağmen dimdik duran bir eser gördü mü insan, saniyelik bir olay belirten dokunma fiiliyle ölümsüzleştirir (!) mekanı… Renk cümbüşüne ya da tabelada yazan sayılara bakılır da mücerret keyfiyet belirten hiçbir husus üzerine zerrece çalışmaz tefekkür mefhumu. Zaten mekan da bahanedir, mesele orada olabilmek ve orada olduğunu kanıtlayan bir fotoğraf üreterek tüketmeye doymaz insanlığın beğenisine ya da taktirine sunmaktır. Tabiat gocunur, tarih gocunur, şehir gocunur da, tüketmek üzere üretmenin derdiyle evvela kendini es geçmiş olan insan, gocunmaz belhumadel halinden… Mücerret fikir insanı, ruh ise şehri terk etmiştir…
Mücerret planda tüm menfi yönleriyle ele aldığımız şehir, diğer bütün mefhumlar gibi sahtesinden arındırılıp hakikatine inkılap ettirileceği günü hasretle beklemektedir. Bu inkılap süreci, mutlak fikrin bizzat sahibi tarafından nakşedildiği şehirlerin kemalat belirten örnekliği vesilesiyle icra edilecektir. Bugünkü formuyla şehir her veçhesiyle ideale olan uzaklığı hasebiyle ruhlarımıza en derin hasret duygusunu yaşatmaktadır. Belki mabedlerimiz putların istilasına maruz değildir amma, şehirlerimiz en ağır balyoz darbelerine müstahak fikirde(!) putlaşmışların gölgesinde inim inim inlemektedir!.. İnkılap çapındaki şehir meselemiz, evvela insanı ihya ve nihayet şehri inşa edecek olan mutlak fikre muhtaçtır. Bu ölçüyle şehir; beşeri alemden ebedi aleme doğru seyreden insanoğlunun, bu dünyada en derin ruha sahip olabilmesi için minareler arası kurulacak mukaddes bir örgüyle Allah’ın birliği ve Peygamberinin hak olduğunu dair nurdan vecizelerin içtimai hayat kadrosunu parıldattığı bir vizyon belirtmelidir..! Bu vizyon , Gaye İnsan Ufuk Peygamber’in koyduğu ölçülere tastamam biatlı derin ve ince Müslümanlardan müteşekkil kahramanlar kadrosunca gediğine oturtulacaktır. İşte, bir mucize dahlinde mutlak çözüm ve nihayet; O’na (s.a.v.) uyduğumuz nispette muvaffak ve muzaffer…
- Fildişi kaldırımlarında her yaştan, maddesi nur, ruhu nur insanların sel sel akacağı şehre hasretle…