Fikre Muhataplık Zaviyesinden; FATİHLİK VASFI

Yazan: 21 Kasım 2020 4329

Son dönemde, ülkemizin enerji kaynaklarını tedarik etmek maksadıyla Akdeniz ve Karadeniz’de yaptığı çalışmalar hepimizce malum. Bu gayreti uluslararası temsil planında sembolleştirmek niyetinde olan hükümet yetkilileri, sismik araştırma ve sondaj gemilerini atalarımızın isimleriyle şereflendirerek niyetini izhar etmenin gayretine düşmüş durumda. Çalışmalar yemiş vermiyor değil. Sakarya açıklarında henüz yeni başlanılmış olmasına rağmen “Fatih” sondaj gemisinin tespit ettiği 405 milyar metreküp hacmindeki doğalgaz, memleketimizin içine düştüğü iktisadi buhrana bugün olmasa da çok yakında soluk olacak belli ki. Milletçe çok şükür çektiklerimizden olan bu çalışmaların sayısının ve nihai bereketinin artması duası ile yönümüzü yazımızın ana istikametine çevirelim…

fikre.muhataplik.1

Sakarya açıklarında memleketin iktisadi buhranına soluk olmak niyetiyle dumanını tüttüren “Fatih” çalışmalarına devam ededursun; biz ciğerlerimizi dağlayan, kalplerimizi sızlatan ahlak meselemize ve onu aslına rücu ettirecek “Fatihlere” yüzümüzü dönelim. Ülkemizde, ülkesi adına kaygılanmak iddiasındaki adamların “Ne olacak bu memleketin hali?” sualinin iki farklı meali mevcut. İdrakleri midelerine düşürülmüş olanlarca bu sual “Ah, ne olacak bu ekonominin hali, ceplerimiz?” olarak terennüm ederken, midelerinden çok kalpleri sızlayan adamların zihninde aynı sual “Ah, ne olacak şu ahlak meselemiz, nesillerimiz?” şeklinde inkişaf ediyor. Bu ifadelendiriş tarzından, son tahlilde maddi ihtiyaç ve arzuları karşılamak anlamına gelen iktisadı/ekonomiyi önemsemediğimiz anlaşılmasın.

İktisat, beşeriyetin hakikatlerindendir ve devletlik çapta ihmal edildiği taktirde milletlik çapta felaketlere yol açabilir. Bu anlamda iktisat, bizler için çifte kanat tasavvurunda “madde” tarafını temsil eder. Fakat bugün daha çok çifte kanat ideali gereği uçmak niyetinde olanların; devletlik çapta ihmal edildiği için milletlik çapta felaketleri her an tecrübe etmemize sebep olan “ruh” kanadının derdinde olarak “Ah, ne olacak şu ahlak meselemiz, nesillerimiz?” sualindeyiz.

Fatih demiştik… Gönlünde İslam nuru, pazılarında iman cehdiyle bir arslan. Allah ve Resulü’ne ilmek ilmek bağlı olmak nişanının, Allah ve Resulü adına eşya ve hadiselere tesir sahasındaki sembol süvarisi. Çift kanadıyla yükseklerde süzülmek vasfının öncülerinden olarak hem maddede hem manada kahraman.

fikre.muhataplik.2

Bugün kendisi gibi devlet sahibi torunları tarafından köprülerde, silahlarda, gemilerde kısacası “maddi” teşekküllerde ismiyle (maddesiyle) yaşatılmaya çalışılan Fatih, yukarıda tariflendirmeye çalıştığımız asli hüviyetinden gafil olarak “manası” ile ihmal edilince, cemiyetin topyekûn ruhunu teşkil eden iman ve mefkure zemini çökmeye yüz tuttu. Bu ahvalde, iktisadi, siyasi, içtimai ve bilmem kaç türlü meselenin mihenk taşı pozisyonundaki ahlak davası ise ne yazık ki memleket çapında iflasa ulaştı. Hal böyleyken mihenk taşını ihmal ile girişilen siyasi, iktisadi, içtimai ve bilmem kaç türlü gayretin ne ölçüde başarılı olacağı ve bu gayretin müspet neticelerinin kimlere emanet edileceği meselemizin asıl konusu…

Meselemizi daha sarih bir zemine taşıyalım... Anayasal çapta tablolaştırılması gereken hakikati izhar ile başlayalım; iktisadi, siyasi, sınai tüm çalışmalar ahlak zemini üzere inşa edilmek mecburiyetindedir. Bu zemin ise evvela nesillere nakşedilmek üzere geliştirilen İslam’a mutabık milli eğitim stratejileri ile mümkündür. Bu mecburiyetten gafil olmak demek en leziz yemekleri hazırlamak gayretinde muvaffak olmuşken dibi delik bir kaba doldurmak suretiyle yemek niyetinden farksızdır. Düşünelim; Türkiye Cumhuriyeti Devleti iktisadi, sınai ve siyasi açıdan bugün dünyanın en önde gelen devletlerinden biri olacak şekilde terakki kaydetse fakat bütün bu gücünü yarın zorbalık, taşkınlık ve vahşilikten anlayan bir nesle emanet etmek zorunda kalsa tablo nasıl olur? Özenle yetiştirdiği tavuklarını muhafaza etsin diye kümes başına tilki dikmekten beter bir gaflet belirten bu hal bizlere çok uzak mıdır?

İşte tam olarak bu noktaya binaen çok yakın bir tarihte Devlet Reisi Sn. Recep Tayyip ERDOĞAN İbn Haldun Üniversitesi’ne bağlı bir külliyenin açılışında şu ifadeleri kullanıyor;

- 18 yılda eğitimde, kültürde arzu ettiğimiz ilerlemeyi sağlayamadık, bu konuda kendimi biraz mahzun hissediyorum.

Reis-i Cumhur’un açıklaması tafsilatlı olarak mealen zannımızca şöyle; 18 yıllık iktidarımız boyunca başta eğitim ve ona bağlı olarak kültür çalışmalarında, düşman kutupların nesillerimizi ifsad etmek üzere geliştirdikleri propaganda ve stratejilerin farkına varamadık. Evvela İslami ve daha sonra milli bir şuur üzere üretmek zorunda olduğumuz eğitim ve kültür stratejilerini inşaat sektörü kadar dahi önemsemedik. Karadenizli müteahhitlerin batmaması için gösterdiğimiz gayreti, nesillerimizin İslam ahlak ve ahkamına mutabık yetişmesi için göstermediğimizden kendimize ve mukaddesatımıza düşman olmak üzere peydahlanan kuşaklara sebebiyet verdik. İşte bütün bu acı tablo için biraz değil aslında çok utanıyoruz ve mahzunuz.

Pekâlâ, bu çok utanılası ve mahzun olunası tabloya sebebiyet veren dinamikler ne ola ki? Cevap yine Sn. Erdoğan’dan;

  • - “Ülke ve millet olarak kendimizi kontrolsüz bir Batılılaşma fırtınası içinde bulduk.”
  • - “Fikri bir buhranın içinde çırpınıyoruz. Siyasi ve ekonomik bağımsızlığın temelinde fikri bağımsızlık yatar.”
  • - “Gerçek iktidarın, fikri iktidar olduğunu biliyoruz.”

İşitildiğinde, uykuları kaçıracak bir uyanıklık belirten bu ifadelerin mesele sahibi insanlara nice kez ne büyük heyecanlar yaşattığını bilen bilir. Fakat bahsi geçen 18 yıllık iktidar süresince bu ve benzeri ifadelerle yeşeren umutların, ifadelerin tam zıttı istikametinde geliştirilen politikalar ve söylemlerle beraber yerle yeksan olduğuna da elbette dert sahibi kimselerce şahitlik edilir. Bu tablo apaçık Müslüman Anadolulunun duygularıyla oynamak anlamına gelebilse de biz zannımızı hüsnü niyet üzere mıhlayarak meselemize devam edelim.

Bizleri uykularımızdan edebilecek bu cümlelerin doğruluğuna hep bir ağızdan şehadet ederek; söyleyenin niyetini, doğruluğuna mukabil hasbi ve sahih kabul edecek olursak şayet, derhal işe koyulmak icap eder. Bu icap gereği ilk iş; Batılılaşma fırtınasından kurtulmak gayesiyle, nesillerimizi iflasa sürükleyen fikri buhrandan sıyrılıp bizi muktedir kılacak fikri muhatap almak değil de nedir? Sözü yine Erdoğan’a bırakalım;

  • - “Her dönemde elbette bu fikri sancıyı yaşayan, arayışı sürdürmeye çalışan dava insanları çıkmıştır. Fakat bunların sesi ve üretimi, devlet gücünü de arkasına alan kayıtsız şartsız Batıcılığı savunan zihniyetin faşist dayatmaları karşısında yetersiz kalmıştır.”

Yine ifade edilen kanaate sonuna kadar katılmakla birlikte meseleyi irdeleyelim. Kastedilen faşist dayatmaların hangi kaynak ve ideoloji üzerinden serdedildiği hepimizce malum. Fakat bugün gerek fikri muhatap almak, gerek nesillerimizi fikre muhatap kılmak şartıyla baştan inşa etmek, gerekse düşmanı aynı gözlerle saklandığı yerde tespit etmek noktasında müşterek kanaat sahibi olduğumuz iktidar sahiplerince; bugün hiç değilse kelam kalıbında bahis konusu edilen fikir mefhumunun temsil planındaki güneşi Mütefekkir Necip Fazıl Kısakürek ve onun Büyük Doğu’su ne nispette kıymet görmektedir? Gündelik politik söylemlere özlü söz ve yılda bir düzenlenen kıytırık ödül törenlerine tabela, işte o kadar!

“Sanki Üstad Necip Fazıl’dan gayrı mütefekkir mi vardır ki hem asli ihtiyaç olarak işaret edilen fikir mesele edilsin, hem de yirminci asırda on dört asırlık mutlak fikri tahtına layıkıyla oturtmak üzere cehdetmiş mütefekkir ihmal edilsin?” diyesi geliyor insanın. Üstelik bu ihmal ediş faşist dayatmaların paydos edildiği bir dönemde, cemiyet planında heykelleştirmek mecburiyetinde olduğumuz fikrin farkında olduğu iddiasında olan ve kendilerini Necip Fazıl’ın talebesi olarak addeden kimseler tarafından yapılsın…

Tablonun acı yüzünün hatırlarımızdan çıkmayacağını kaydederek kalemimizi en başa döndürelim. Deniz diplerinde aranan enerji kaynaklarından tutun göklerde süzülecek muhafız kartalların icadına, devleti ve milleti yüzyıldır içinden kemiren habis ruhun definden tutun dört bir yandan saldıran sırtlan devletlerle mücadeleye kadar bize lazım olan “Fatihlik” vasfı; madde ve mana kutuplarını pazılarında taşıyacak olan fikri (ki o fikir kanaatimizce Büyük Doğu’dan başkası değil) layık olduğu tahta oturtmakla mümkündür. Sultan fikrin tahtına kurulması ile birlikte yapacağı ilk iş; iman ve mefkure zeminini devletlik çapta tesis etmek üzere, mihenk taşı olan ahlak davasını vezir atamak suretiyle başta maarif meselemiz olmak üzere içtimaî, ilmî, siyasî, iktisadî, edebî, beledî, sıhhî ve daha bilmem kaç türlü meselede inkılap çapında “reformlar” meydana getirmek olacaktır.

fikre.muhataplik.3

Öz Muhammedî Nur’un izinde olarak madde ve mana kutuplarını pazılarında toplayan Sultan Muhammed Han’ın Fatihlik vasfına sahip olmak, onun tâbi olduğu Nur Yolu’na mutabık “fikri” devlet ve cemiyet planında tahtına oturtmakla mümkündür. Soylu çığlığımızdan maksat bundan ibarettir…

- “Yiğit işte, Fatih fetihte gerektir! Fatih Sultan Mehmed’in surları aşıcı fatihliği, Necip Fazıl Kısakürek’in sınırları aşıcı fikrinde yaşıyor!”

İktidarını, fikirle muktedir kılmak arzusu/iddiası olan devletlilere son söz sadedinde haykıralım;

5 asırlık sanduka mahpusluğuna son vermenin yegâne yolu, Büyük Doğu idealinde saklıdır! Bu milleti öldürmeyecekseniz, bu Fatih’i diriltmek borcundasınız!

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi