Mezhepler

Yazan: 04 Şubat 2023 1872

Fıkhî mezhepler, İslami ilimlerle ilgilenmeyen pek çok kişi için anlamlandırması zor bir konu. Mezhebin ne olduğu, neden farklı mezheplerin olduğu ve bunlara neden uyulması gerektiği, haklarında bilgi sahibi olunmadan cevap verilebilecek sorular değil. Üstüne bir de bilmediği halde fikir beyan edenlerle art niyetli kimselerin “Peygamber (Aleyhi’s-Salâtu ve’s-Selam) zamanında mezhep mi vardı?”, “bunlar ümmeti bölüyor”, “bugün biz mezhep imamlarından daha çok şey biliyoruz, onlara uymamız gerekmez” gibi sözleri suyu bulandırmakta.

Ben de Müslümanların her gün yaptıkları ibadetlerde ve Allah Tealanın emir ve yasakları hakkındaki kabullerinde diğer Müslüman kardeşleriyle aralarında neden farklılık bulunduğunu, bunun meşru ve kaçınılmaz olduğunu basit ve kısaca izah sadedinde bu yazıyı yazmaya karar verdim.

 

Mezhep, İctihad, Müctehid

Mezhep kelimesi lugatta yol ve görüş anlamlarına gelir. Terim olarak ise, müctehid bir alimin ve onu takip eden alimlerin Kur’an ve Sünnetteki delillerle, bir mesele hakkında hüküm tesbiti yapmak için benimsedikleri usuller ve bu usullerle ulaştıkları hükümler bütününü ifade etmek için kullanılır. Kur’an ve Sünnet’ten hüküm çıkarmaya ictihad denir. Müctehid ise ictihad edebilecek ilmi yeterliliğe sahip kişi demektir.

Hükmü Kur’an ve Sünnet’te açıkça ve farklı şekillerde anlaşılmaya müsait olmayacak şekilde beyan edilen meseleler ictihada açık meseleler değildir. Çünkü onların hükümleri kesin olarak bilinir. Ancak, bazı konularda gelen nasların farklı şekillerde anlaşılmaya müsait yapısı ve sair durumlar o meselelerde ictihad edilmesini, yani hükme ulaşmak için delillerin incelenmesini gerekli kılar. İşte böyle meselelerde, müctehidlerin farklı anlayış şekillerine ve farklı bakış açılarına sahip olmalarından dolayı, ihtilafların ortaya çıkması tabiidir. Ancak, bu ihtilaflar gelişi güzel yorumlamalardan değil, belirli usullere dayanan ilmi tetkiklerden doğar.

Müctehid alimlerin her biri ilimde en üst yetkinliğe sahip kimselerdir. Onlar Müslümanların ilimdeki imamları, yani önderleridir. Kendilerine muhalif bulunan başka alimler olsa da onların ilimdeki yetkinlikleri ve ictihada ehliyetleri gerek muasırı oldukları gerekse yüzyıllar boyunca artlarından gelen pek çok alim tarafından tasdik edilmiştir. Kur’an-ı Kerim’i, ayetlerin tefsirini ve iniş sebeplerini, Hadis-i Şerifleri, hadislerin sıhhat dereceleri itibarıyla tasnifini, hadis rivayet eden kişilerin hallerini, Kur’an ve hadiste bildirilen hükümlerin nesh edilmiş, yani kaldırılmış olanlarını ve bunların yerine getirilen yeni hükümleri ve Sahabenin (r.anhum) sözlerini, onlar arasında vuku bulan ihtilafları çok iyi bilirlerdi. Arapçanın inciliklerine, belagatına, yani söz sanatlarına ve kelimelerin manalarına vakıflardı. Ayrıca hepsi Resulullah (Aleyhi’s-Salâtu ve’s-Selam)’a yakın yaşamıştır. Hadis-i Şerifleri en kısa rivayet silsileleriyle öğrenmişlerdir. Çoğu, dini sahabeden öğrenen insanlarla beraber yaşamış, ilmi onlardan öğrenmiş, onların yaşantısına şahit olmuşlardır. Daha nice üstünlükleri vardır ki bunların bazılarına şu an erişmek mümkün değildir. Onların ilim öğrendikleri kimseler de onlar gibi ilimde en yüksek mertebelerde kimselerdi. Örneğin, İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretlerinin (r.ah) hocaları şu silsileyle Resulullah (Aleyhi’s-Salâtu ve’s-Selam)’a ulaşır:

Ebu Hanife – Hammad bin Ebî Süleyman – İbrahim En-Nehaî – Alkame – Abdullah bin Mes’ud (radıyallahu anh)

Bugün, henüz bir hadis kitabını dahi ezbere bilmeyen insanlar mezhep imamlarının ilmini küçümsemeye kalkmakta! Oysa onlara bir hadis rivayetinin metni okunduğunda onlar bunu rivayet edenleri ve onların, rivayet ettiklerine güvenilecek kimseler olup olmadıklarını hatta ilimde ne derecede olduklarını bilirlerdi.

 

İctihadın Sünnet’teki Örnekleri

Resulullah (Aleyhi’s-Salâtu ve’s-Selam) zamanında, sahabenin arasında çok fıkhi ihtilaf olmamıştır. Zira onlar zaten Allah’ın Resulu (Aleyhi’s-Selam) ile beraber yaşadıkları için bilmediklerini doğrudan ondan öğrenebiliyorlardı. Ancak, buna rağmen sahabe arasında az da olsa fıkhi ihtilaf vuku bulmuştur. Bu da ümmetin Resulullah (Aleyhi’s-Salâtu ve’s-Selam)’dan sonra karşısına çıkan meselelerde ictihad etmesinin meşruluğunun görülmesi ve nasıl ictihad edileceğinin öğrenilmesi içindir. Şu hadise ictihadın Sünnetteki delili olarak sıkça zikredilir:

“İmam Buharî, Sahîh’inde İbn Ömer (r.a)’in şöyle dediğini rivayet eder: ‘Ahzab günü (Benu Kureyza üzerine gönderdiği birliğe hitaben) Hz. Peygamber (s.a.v), “Benu Kureyza’ya varmadıkça sakın kimse ikindi namazını kılmasın” buyurdu. Yolda giderken ikindi namazının vakti girdi. Onlardan bir kısmı “Benu Kureyza’ya varmadıkça kılmayalım” dedi. Diğerleri ise “Aksine, namazı şimdi kılalım. Hz. Peygamber (s.a.v)’in bizden istediği bu değildi (hızlı hareket etmemiz için öyle söyledi)” dediler. Bu durum kendisine zikredildiğinde Hz. Peygamber (s.a.v) onlardan hiçbirisini kınamadı’ ”

(Mezhep Meselesi ve Fıkhi İhtilaflar, Ebu’l-Feth El-Beyanunî, Rıhle Kitap, Çeviri: Ebubekir Sifil)

Namazı Benu Kureyza topraklarına varmadan kılmayan sahabiler, Allah Resulü (Aleyhi’s-Salâtu ve’s-Selâm)’nün emrinin zahirini, yani birincil manasını esas almış ve o bize ne dediyse doğrudan onu uygulamamız gerekir şeklinde ictihadda bulunmuşlardır. Diğer görüşteki sahabiler ise Efendimiz (Aleyhi’s-Salâtu ve’s-Selâm)’ın bu emrini bu konudaki daha önce vermiş olduğu emirler ve öğrettiği hükümlerle beraber değerlendirip yorumlamışlardır. Şöyle ki: namazın vaktinde kılınmasına dair pek çok emir vardır. Buna göre Resulullah (Aleyhi’s-Salâtu ve’s-Selâm)’ın bu emrini de diğer emirlere göre anlamlandırmak gerekir. Zira, namazın vaktinde kılınması gerekliliği bilindiğinden dolayı Hz. Peygamber (Aleyhi’s-Salâtu ve’s-Selâm) bu emrini bu şekilde vererek esasen hızlı davranılması gerektiğini vurgulamış olmalıdır. Böylece onlar Allah Resulü (Aleyhi’s-Salâtu ve’s-Selâm)’ın emrinin zahiri manasını değil kastedildiğini zannettikleri manasını esas almıştır. Kendisini haber verildiği zaman Resulullah (Aleyhi’s-Salâtu ve’s-Selâm)’ın, iki görüşü tutan sahabeden herhangi birini kınamamış olması ictihadın ve bu düşünce tarzlarındaki farklılığın meşru olduğunu gösterir.

Resulullah (Aleyhi’s-Salâtu ve’s-Selâm)’dan sonra ise Sahabe arasında pek çok fıkhi ihtilaf olmuştur. Örneğin; Hz. Ebubekir, Hz. Aişe, İbn Abbas, Muaz b. Cebel, Übeyy b. Ka’b, Ebu’d-Derdâ, Ebu Hureyre gibi bazı sahabiler (r.anhum), ölen kişinin dedesi hayattaysa, tıpkı babası hayatta olan kişide olduğu gibi, kardeşlerinin mirastan pay alamayacağı görüşündedir. Bu görüşleri, Kur’an’da “baba” kelimesinin “dede” manasında da kullanımasına dayanır (Türkçedeki “ata” kelimesi gibi). Hz. Ömer, Hz. Ali, Zeyd b. Sabit gibi bazı sahabiler (r.anhum) ise kardeşlerin mirasta dedeye ortak olacağı görüşündedir. Zira dede gibi kardeşler de ölen kişiye baba vasıtasıyla bağlanır.

Sahabenin (r.anhum) kendi arasında ihtilaf etmesi tabiidir. Resulullah (Aleyhi’s-Salâtu ve’s-Selâm) zamanında her şeyi sorup öğrenmeleri mümkündü. Ancak, O’nun (Aleyhi’s-Salâtu ve’s-Selâm) vefatından sonra, böyle bir imkanları yoktu. Onlar da tıpkı sonraki müslümanlar gibi Allah’ın hükümlerini Kur’an ve Sünnet’e bakarak tespit etmek durumundadır. Zira, onlar da vahiy almamakta sonraki Müslümanlarla ortaktır. Dinimiz hakkındaki her şeyi sahabeden (r.anhum) öğrendiğimiz gibi, ictihadı da bize öğreten onlardır. Resulullah (Aleyhi’s-Salâtu ve’s-Selâm) ile beraber yaşayıp dini bizzat kendisinden öğrenmelerine rağmen sahabe dahi kendi arasında ihtilaf ettiyse, sonra gelenlerin ihtilaf etmeleri tabiidir. Zaten ümmet arasında vuku bulan ihtilafların çoğunluğu sahabe arasındaki ihtilaflara dayanır.

 

İhtilaf Sebepleri

Fıkhi ihtilafların, ictihad farklılıklarının en temel sebeplerinden biri neyin hüküm tespitinde delil olarak kullanılıp neyin kullanılamayacağı konusundaki farklı kabullerdir. Bilindiği gibi sahih hadis her alim tarafından delil olarak kabul edilir, bunda bir ihtilaf yoktur. Ancak, hadislerin sıhhat kriterleri müctehid alimler arasında değişiklik gösterir. Bir müctehid tarafından sahih kabul edilen rivayet başka bir müctehid nazarında sahih olmayabilir. Hemen her mezhep imamından nakledilen "sahih hadis neyse benim görüşüm odur" manasındaki sözleri bu minvalde değerlendirmek gerekir. Bu sözler "benimsediğimiz hadis usullerine göre sahih olan hadiste ne buyrulmuşsa görüşümüz odur" şeklinde anlaşılmalıdır. 

Müctehid alimler mürsel hadisin delil olup olmadığı konusunda ihtilaf etmiştir. Mürsel hadis, hadis rivayet eden bir kişinin, aradaki ravileri zikretmeden, doğrudan Efendimiz (Aleyhi's-Salâtu ve's-Selâm)'dan yaptığı nakillere verilen isimdir. 

İmam Şafii'ye (r.ah) göre bir hadis rivayetinin sahih kabul edilmesi için başlıca kriterlerden biri, rivayet senedinin Efendimiz (Aleyhi's-Salâtu ve's-Selâm)'a kadar muttasıl/bitişik olması, nakledenler silsilesinde kopukluk olmamasıdır. Dolasıyla ona göre mürsel hadisler sahih değildir; çünkü zikredilmeyen ravilerin nasıl kimseler oldukları, rivayetleri kabul edilebilir kimseler olup olmadıkları hakkında bilgi mevcut değildir. Ona göre bu rivayetler başka bir delille teyit edilmediği müddetçe delil kabul edilmezler. 

İmam Ebu Hanife ve İmam Malik'e (r.aleyhima) göre ise mürsel hadisler, kendisini nakleden kişi, rivayetleri kabul edilmeyecek birinden nakil yaptığı bilinmeyen biriyse, sahih kabul edilir. Zira böyle bir kişi muttasıl senetle yaptığı rivayetlerde adalet vasfı taşımayan kişilerden nakil yapmıyorsa mürsel rivayetlerinde de yapmayacağına dair kuvvetli zan oluşur. Bu ihtilafın neticesi olarak, namazda kahkaha atan kişinin abdestinin bozulması konusunda da ihtilaf olmuştur. Namazda sesli bir şekilde gülen kişinin abdestini yenilemesini emreden hadis mürsel olarak geldiği için; İmam Ebu Hanife (r.ah) namazla beraber abdestin de bozulacağına dair ictihad ederken, İmam Şafii (r.ah) yalnızca namazın bozulacağı görüşündedir. 

Rivayet silsilesinde mestur (hakkında bilgi sahibi olunmayan) bir ravi bulunan rivayetlerin sıhhati konusunda da ihtilaf vardır. Bazı alimler, ilk üç asırda yaşamış mestur ravileri adil (yaşantısı İslam'a uygun olup rivayeti kabul edilebilir kimse) olarak değerlendirmiştir. Başka alimler ise ihtiyaten bu rivayetleri kabul etmememiştir.

Ulemanın arasındaki sahih hadis kriterleri farklılıklarının daha pek çok örneği vardır. Ayrıca, bir hadisin sahih kabul edilmesi o hadisin kendisiyle ictihad edilmeye elverişli olmasını zorunlu kılmaz. Aynı konuda sureten muarız/çatışan başka deliller olabilir. Bu tarz çatışmaların yalnızca surette olduğu bilinmelidir. Öncelikle, muarız görünen sahih hadislerin arasının birleştirilmesinin mümkün olup olmadığına bakılır. Bu rivayetler aynı şeyin farklı vechelerini haber veriyor olabilir. Çatışır görünen iki haberden biri diğerinin istisnası da olabilir. Biri diğerini nesh ediyor, hükmünün değiştiğini haber veriyor da olabilir; bu durumda iki haber arasındaki zaman farkına bakılır. Dolayısıyla muaraza durumunda iki yol vardır: araları birleştirilir yahut biri diğerlerine tercih edilir.

Tercihin de çeşitli sebepleri vardır. Bir rivayetin senedindeki raviler diğerlerinden ilim ve hafıza bakımından üstün olduğu için bu rivayet tercih edilebilir. Nasslardan biri hakiki bir manaya delalet ederken diğerinin mecazi bir manaya delalet etmesi durumunda hakiki mana ifade eden nass tercih edilir. Yahut bir hadisin Kur'an, Sünnet, İcma ve Kıyas gibi diğer delillere daha uygun olması durumunda bu hadis diğerlerine tercih edilir. Örnekler çoğaltılabilir.

Alimlerin, Küsuf (güneş tutulması) namazının nasıl kılınacağı konusundaki ihtilafı, konu hakkındaki gelen farklı sahih hadislere dayanır. İmam Malik, İmam Şafii ve İmam Ahmed b. Hanbel'e (r.aleyhim) göre Küsuf namazı iki rekattır ve her rekatında iki rüku vardır. İmam Ebu Hanife'ye (r.ah) Cuma namazı gibi kılanan iki rekatlık bir namazdır. Her iki görüşün de dayandığı hadisler vardır. İbn Cerir Et-Taberî gibi bazı alimler ise farklı hadislerin arasına birleştirmiş ve Küsuf namazının her iki şekilde de kılınabileceği kanaatine varmışlardır. 

İhtilafların bir sebebi de nassları anlamaktaki farklılıklardır. Bu durum nassların farklı anlaşılmaya müsait yapısı ile ilgili olabileceği gibi müctehidlerin anlayış tarzlarının farkından da kaynaklanabilir. İlk duruma örnek olarak, boşanan kadının iddet süresi hakkındaki ihtilaf zikredilebilir. Allah Teâlâ Kur'an-ı Kerîm'de, boşanan kadınların üç "kur" beklemelerini emretmiştir (Bakara Suresi,228). Kur kelimesi bazı Arap kabileleri tarafından hayız dönemi, bazıları tarafından iki hayız dönemi arasındaki temizlik dönemi anlamında kullanılmıştır. Bazıları tarafından da her iki dönemi ifade etmek için kullanılmıştır. Kelimenin esas aldıkları manasına göre sahabe ve sonrasında alimler, boşanan kadının iddet süresi hakkında farklı görüşler benimsemiştir.

Müctehidlerin farklı anlayış tarzlarından kaynaklanan ictihad farklılıklarının en güzel örneklerinden biri, yukarıda geçen, Beni Kureyza üzerine giderken namazın yolda kılınıp kılınmamasına dair sahabe arasında vuku bulan ihtilaftır.

İhtilaflar usul kaidelerindeki bazı farklılıklardan da doğabilir. Her müctehidin, kendine has ictihad usulleri olabilir. Bunlara fıkıh usulü denmiştir. Mesela İmam Malik (r.ah) Medine ehlinin amelini delil olarak kabul eder. Yani o zamanlarda Medin'de yaşayan halkın topluca yaptığı amellerin hüküm tespit etmede delil olduğu görüşündedir. Zira Resulullah (Aleyhi's-Salâtu ve's-Selam) Medine'de yaşadı, sahabe dini doğrudan ondan öğrendi. O'ndan (Aleyhi's-Salâtu ve's-Selam) sonra Medine'de sahabeler yaşadı. Yine ilk üç Halife (r.anhum) Medine'deydi, Medine'nin iktisadi ve ictimâî yapısını büyük ölçüde onlar düzenlemişti. Sahabeden sonraki nesil olan Tabiin nesli onlarla iç içe yaşadı, dini onlardan görüp öğrendi ve onların amellerini devam ettirdi. Onlardan sonraki nesil de onların amellerini devam ettirdi. Dolayısıyla İmam Malik'e (r.ah) göre, eğer Medine ehli bir amelde birleştiyse bu muhakkak Resulullah (Aleyhi's-Salâtu ve's-Selam)'dan gelen bir Sünnete dayanıyor olmalıdır.

Diğer müctehidler bu görüşünde İmam Malik'e katılmamıştır. Zira, Ashab-ı Kiram (r.anhum) yalnızca Medine'de yaşamadı. Pek çok sahabi büyük İslam şehirlerine yerleşti. Burada halk onların etrafına toplandı ve dini onlardan öğrendi. Yine Raşid Halifeler (r.anhum) buraları valileri aracılığıyla yönetti. O şehirlerdeki sahabiler her şeyi Raşid Halifeler'e haber verir, onlardan gelen emirleri de tatbik ederdi. Dolasıyla Medine'deki durum diğer şehirlerde de mevcuttur.

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi