İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
İstanbul Sözleşmesi, kadın ile erkek arasını bulucu bir sözleşme olmaya pek uzak, uygulamadan da sezildiği üzere iki taraf arasında restleşme doğurucudur. Bu sebeple “İstanbul Restleşmesi” isimlendirmesi daha uyumlu olacaktır. Sözleşmenin çıkış gayesi “kadına ve aile içi şiddeti önlemek.” Daha çok, kadına ve kendini kadına yakın hisseden erkeğe (eşcinsellere) yönelik şiddeti önlemek esasen. Teori bu. Ancak uygulamanın yansıması hiç de bu gayeyi neticelendirmemektedir. Şiddet katlanarak artmaya devam etmektedir. Aile içi şiddet dedik ya, aile mefhumu bombalanarak ‘Yorgan gitti, kavga bitti.’ nev’inden, 'Aile yoksa aile içi şiddet de yok.’ şeklinde bu sözleşmeyle başarı mı sağlanacaktır? Peki resmiyette aile olmayan ailemsilerdeki şiddet ne olacak? Ticari kazanç odaklı şirketlerin kasasındaki artış dışında hiçbir şeyi umursamayıcı bir tavır mı takınılıyor bu sözleşme özelinde? Bakalım.
Erkeğin de kadının da, kaynağı nefse dayalı olan ezme, aşağılama davranışlarına, aklı selim herkes karşıdır zaten. Gücü nedeniyle şiddet erkekten sadır oldu diye kadının eline güç verip şiddet sırası sende tavrının ne bugünümüze ne geleceğimize bir faydası yoktur. Güç elbet lazımdır ancak hak edene kullanmak üzere. Şiddetin temeli bu gücü yerli yerinde kullanmamaktan başlar zaten. Kadına, bir aileyi paramparça edebilecek şiddette bir bomba veriliyor. Kadın da bu bombayı “İstediğimiz gibi davranmazsanız nükleer silahlarımız var!” tavrındaki devletler gibi kullanmak isteyince de olanlar oluyor. Ailenin kurucu iki unsuru arasında boşanmaya götürücü restleşmeler! Tarafların boşanma gerekçeleri genelde bu safhada meydana geliyor aslında. İki taraf da içinde tuttuğu ama söylemediği ne varsa saçıveriyor ortaya. Aslında boşanmaya değer bir neden değildi kadını bu serüvene götüren, sadece bir ders verecekti, iş nerelere geldi. İstanbul Sözleşmesi, sınırsız nafaka çeki, esaslı kadın beyanı vs. aile mefhumunun kıymetini unutmuş kadın için boşanmayı cazip kılan bir uçurum değil de nedir? Aile mahkemesi hakimleri, kadın lehine karar vermek üzere kafasına silah dayalı gibi hissediyor kendini. Serüvenin sonuna kıvrılalım; boşanma davasının kabulünden sonra nafakası, edinilmiş mal rejiminden evi olan kadın, darmaduman olmuş aile mefhumu ile mutlu mudur?
Boşanan kadınlara yine olsa boşanır mıydın diye sorduğumda, öfkesi zamanın elinde pörsüdüğünden olsa gerektir ki emin olamıyor. Boşanma büyük bir öfke patlaması nihayetinde. Öfke gidince, sular durulur ve suyun dibi gerçekten pis mi temiz mi daha net anlaşılır. Hukukumuz, suların durulup tarafların net görüşe sahip olmasını sağlayacağı yerde, bulandırdıkça bulandırır suyu.
Biraz daha devam edelim şimdi. Boşanmış ailede büyümüş çocuklar... Bu çocuklar annenin arabulucu, bir araya getirici vasfını, babanın kol kanat gerici, koruyucu rolünü göremeden büyürler. Bu yanlarıyla da aile olmak ne demek öğrenememiş olurlar. Ailenin ne olduğunu bilmeden kurulan aileler... Bu ailelerin toplumda açacağı yaraları ilerleyen senelerde daha net göreceğiz.
Şimdi daha iyi anlaşıldı mı İstanbul Sözleşmesi’ne karşı olmanın ehemmiyeti.
İstanbul Sözleşmesi’ne karşıt oluşumuz ne her ay cebimizden çıkan para sebebiyle ismimizin başına da mağdur kondurucu yolla ne sokakta kalmak ne şu ne de budur. Bu sözleşmenin şeriata aykırı oluşundan başka bir şey değildir, sevmememiz. Zaten bir kadın olarak, kadın lehine gözüken(!) bu sözleşmenin bu minvallerden mağduru olmam da mümkün değil. Her ne kadar kadın eline verilmiş bir sopa gibi de gözükse, kadın o sopayla erkeğe vuruyor da olsa darbelerinin ekimozları kendisinde belirir. Bu yanıyla da bu sözleşme, erkek kadar kadında da hatta ailede, çocuklarda hâsılı toplumda belirmiş birer morluktur. Ve öyle ki iş morluktan çıktı ve künt travmaya doğru yol almakta.
İstanbul Sözleşmesi aslında yürürlükte olan ceza kanunlarının, adam yaralama maddelerinin işlenmediği ve yarar sağlamadığının ihtarı. Karısını döven adam için “kasten yaralama” başlıklı kanun maddesi mevcut zaten, hatta mağdur 1. dereceden yakınsa, bu ağırlaştırıcı sebep aynı zamanda. Buna rağmen kanununun varlığı şiddeti önleyemiyor. Bir kanunun yapamadığını başka bir kanun/sözleşme nasıl yapacak peki? Zaten suçların, cezaları ağırlaştırarak önlenemeyeceği defaten tecrübe edildi. Örneğin cinsel suçlarda cezalar katlandıkça suçun oranı da katlandı. Suç oranı katlandıkça hapishaneler doldu, boşaltmak için çıkarılan suçlularla bu kombinasyon koronanın yayılma hızına döndü. Aslında bu durum mevzunun kanun düzenlemeleriyle halledilemeyeceğini çığırır da, sağıra bağırmakla fısıldamak arasında fark var mıdır?
İşte İstanbul Sözleşmesi de kocasından dayak yiyen kadınları koruma gibi iyi görünen niyetle, kadını kadın olmaktan erkeği erkek olmaktan alıkoyucu bir rol oynamakta. Bonmarşe bir söylenişle kadına şiddete karşı olmak kadına en büyük şiddete zemin hazırlamaktır. İlmi meseleler nasıl ki bir usule tabidir, rengi, kokusu güzel diye zehir kabul görmüş bir madde olarak ele alınmaz kimya ilminde, bir sözleşme de başlığında “kadına şiddeti önlemek” yazıyor diye devlet politikası haline getirilemez. Bir mevzunun butlan olup olmadığı müntehasından bellidir der Abdülhakim Arvasi Hazretleri. Bu sözleşmenin zehir olduğunu ilan eden ülkeler de yok değildir. Kadına şiddete karşı duran, demokrasiyi savunan herkesin yanındayız diyen safdile geçmiş olsun.
Bu yanılsamayı fark edememek bize neye mal oldu ona bir bakalım:
Bu sözleşme uluslararası sistemin istediği insan tipine zemin hazırlama projesidir. Ayakları üzerine basan kadın isteniyor ya, buna engel koca mı, at kapıya. Ayakları üzerine basmayan diğer kadınlar da elleri ile yürümüyor neticede. Öyle ki İslam’ın vakarını taşıyıp evlerinde oturan kadınlar kadar sağlam değil, şu pedikürünü tazeleyip çalışan kadın. Bir kere ayarlarıyla oynanmış, bozuk sesi illaki gelecek. Ne kadar dik durmaya çalışsa da ardına bakmalı, pislediği, yıktığı ailesine bakmalı.
Somutlaştıracak olursak; boşanmak için kayda değer bir sebep olmaksızın kocasında memnun olmadığı bir huy gören bir kadın düşünün. Kadın için boşanma süreci, uzaklaştırma kararı ile başlayan avantajlı fırsatlar sunuyor ki, bu ufak rahatsızlık için kadın, bu avantajları, ders verme niyeti ile kullanmak isteyebiliyor. Şiddet sırası kadında. Boşanma süreci böylesi aileler için boşanmak için esaslı sebeplerin vuzuha geldiği dönem olur genelde. Silahlar çekilir, hakaretler, iftiralar, gaz veren avukatlar, al başına boşanma kararı. Ortada kalan iki üç çocuk. Bu süreci anlattıktan sonra her ay aldığı nafaka garantörüne rağmen pişman olan o kadar çok kadın var ki. Pisi pisine gitti evlilik.
Yabancı ülke basınında “Ak Parti’de bölünme” başlıkları yer alıyor. Ak Parti’de değil Recep Tayyip Erdoğan’ın evinde bölünme havası hakim. Zira Sümeyye Erdoğan’ın Kadem’i, sözleşmeyi ölümüne savunurken Bilal Erdoğan’ın Tügva’sı kaldırılmasını istiyor. Müslüman camiası ikiye bölünmüş durumda. Ancak iyi haber ki, evvelden savunan bir kesim, aslında eşcinselliği getiriyor demeye başladı. Bir mevzuyu derununa inmeden savunurken akılları nerdeyse. Doğru ya, dem demeden güm derim, nasılsa arkam sağlam düşüncesi var ya. Nasılsa gündem değişir, unutur insanlar bir zamanlar delice savunduğumu. Lakin biz, İslam’a zıt olan her şey ile mücadele etmek namına her daim gündemde tutacağız ve unutturmayacağız…