İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
İnsanlar meselelere, kendi zaviyesinden bakar ve kendi idrak seviyesine göre yorumlar; aynı basit cisme bakan insanların dahi, her birinin farklı şeyler görmesi, farklı yorumlar yapması bu yüzdendir.
Mesela hadis deyince, aklına 'deve idrarı'ndan ötesi gelmeyen melun, bu akletmesiyle(!), içine yuva yaptığı lağımı beyan etmektedir, aslında. Bir velinin “ateşin ardından bakan her yanı ateşte görür” sözünden mülhem, bu melun ve aveneleri de lağımın içinden baktıkları için her yanı necis görmektedir belli ki...
Hadis deyince bizim aklımıza, -Peygamberlerden sonra güneşin kendi mübarek başından daha hayırlı bir baş üzerine doğmadığı- Hazreti Ebubekir Efendimizin "O (s.a.v) dediyse doğrudur." düsturu geliyor! Bu erdirici teslimiyet geliyor!
Yine aynı şekilde sünneti seniyye mevzuu... Kendini alim sanan bir belamın, bu mukaddes mevzu hakkında “Sünnet önemliyse Peygamber yetimdi; öldür ananı babanı o zaman, sünnete uy” diye gaseyan etmesine karşın, sünneti seniyyeye bizim bakışımız “üç yudumda içilmeyen suyu yetim bilmek”te saklı!
Bu ‘bakış ve görüş farkı’nı en kesin hatlarıyla ve hakikatı gün gibi ortaya çıkarıcılığıyla bizzat Hazreti Resulullah’ın şahsında görüyoruz. Mübarek çehresini görünce “senden daha çirkinini görmedim” diyen ‘belhum adal’ güruhunun başını çekenlerden ebu cehil’e “doğrudur” buyuran Gaye insan-Ufuk Peygamber, aynı şekilde kendisini görünce “senden daha güzelini görmedim” buyuran Hazreti Ebu Bekir Efendimize de “doğrudur” cevabını veriyor. İşin hikmetini merak eden Sahabiler sual edince, alemlerin yüzü suyu hürmetine yaratıldığını Fahri Kainat, her evin başkösesine altından bir levha halinde asılması gereken şu hadisi bahşediyor; “Ben, Allah’ın cilaladığı bir aynayım; bana bakan kendini görür.” İşte tüm açıklığıyla ‘seviye ve zaviye’ meselesi...
“Doğruyu görmek için, doğru yerde olmak ve doğru yerden bakmak şarttır.” -Yine bir mesela kaydıyla söyleyelim; "Ceviz çok faydalıdır." Doğru! Ama sen ceviz faydalı diye, kabuğuyla ağzına atıp çiğnemeye kalkarsan, önüne dökülen şey kendi dişlerin olur... Demek ki evvela nasıl yenmesi gerektiğini bilmek lazım!
'Anlayışı anlama' mevzuu...
Yani bir şeyi anlamaya çalışmaktan evvel, ondan ne anlaması gerektiğinin şuurunda olmalı insan. Yoksa şifa çeşmesinden dahi hastalık kapar da hesap gününe kadar farkına bile varamaz. Bugün görüyoruz ki en büyük hakikat olan “Allah bir” sözü dahi, başka bir hakikatı perdelemek için kullanılabiliyor. Hazreti Resulullah’ın hüküm koyma yetkisinden sual edilince, Allah’ın ‘iyi-doğru-güzel’den yana nasibini kestiği bir belam, “Allah bir” diyor. Yani bir hakikatle başka bir hakikatı -Efendimizin Şâri yani şeriat sahibi sıfatını- küfrü ile örtmeye çalışıyor! Cinayetin büyüklüğünü anlayabiliyor musunuz?
Üstadımız Necip Fazıl Kısakürek’in kurtarıcı vasfı tam da bu noktada aşikar oluyor. Fikirsizlikten kavrulmuş, kabuk ezberlerden öteye geçemeyerek de ham yobaz/kaba softa elinde her geçen gün daha fazla çoraklaşmış zihin coğrafyamızı, Büyük Doğu ‘abı hayat’ıyla ihya etti, Üstad. Büyüğümüz Servet Turgut’un da dediği gibi “Bize bir dünya görüşü verdi... Eşya ve hadiselerin muhasebesini onunla yapabiliyoruz. Kuran ve Sünnet’ten istifade ölçüsünü ele geçirmemizde, tefekkürünün projektörünü kullandırdı bize... Kavgayı gösterdi, nasıl kavga edileceğini gösterdi; küfrü gösterdi, yolu gösterdi; kavramlar hakkındaki tasavvur ayarlamamızı nasıl yapacağımızı gösterdi”.
Şunu bilmek gerekir ki, -Manzuru Nazarı Piranı Kiram Seyyid Abdulhakim Arvasi Hazretlerinin de buyurduğu üzere- “Pis borudan, temiz su gelmez”. Doğru yerde olmak ve doğru yerden bakmak için, -İslam içerisinde ne yeni bir mezhep, ne de yeni bir içtihat kapısı olup, sadece “Sünnet ve Cemaat Ehli” tabirinin ifadelendirdiği mutlak ve pazarlıksız çerçeve içinde, olanca saffet ve asliyetiyle İslamiyet’e yol açma geçidi; ve O’nu eşya ve hadiselere tatbik etme işi olan Büyük Doğu- mutlak fikrine, havaya-suya-ekmeğe olduğumuzdan daha fazla muhtacız!
Dünya görüşünün kıymet hükmünü yine bir veli dilinden verelim; “Murakabe ve teveccüh marifet değildir. Marifet, bir gayeye inanıp o gaye etrafında hususi bir anlayışa sahip olmaktır.”
“Düşünemediğimizi düşünemedikçe, düşünebilmekten uzağız.” Evvela bunun şuurunda olmalıyız. Aksi halde, -ümmetin başına ecel çorapları örülürken, zakirler tesbihinin, abidler seccadesinin, alimler rahlesinin başında nakış nakış gafleti örmeye- devam edecek...
Son söz sadedinde diyoruz ki;
“İşte iz, geliniz!” ki, “Doğsun Büyük Doğu; bizden doğarak!”.