İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
Futbolun, M.Ö 300 – 200 yıllarında Çin’de askeri eğitim amacıyla oynanan cuju ya dayandığı belirtilmektedir. Cuju; günümüzdeki futbol ile benzerlikler gösteren ve antik çağlarda oynanan bir top oyunudur. M.Ö başlayıp, orta çağa taşınan futbol, insanlar arasında vahim bir hal almaya başlamıştır. Özellikle orta çağ Avrupası’nda İngiltere’de oynanan futbolda kurallar ve hakemler olmadığı için kişi sayısının önemsiz olduğu ve rakiplerin birbirlerini yaralaması olağan görülmüştür. Oynadıkları futbol öyle şiddetli ve düzensizdi ki hiçbir zaman medeni bir şekilde sonuçlanmamıştır. Ta ki 1863 yılında İngiltere de kurulan Futbol Birliğinin hazırladığı, günümüzdeki modern futbol dediklerini kurallarıyla birlikte oluşturulup sistematize edilene kadar.
Futbol Türk tarihinde ise Kaşgarlı Mahmut’un ‘’Divanı Lügati-t Türk’’ kitabında geçmiştir. Divanı Lügati-t Türk’te Türklerin Orta Asya’da ‘’Tepük’’ ismiyle “ayak topu” oynadığı belirtilmiştir. Osmanlı Döneminde ata sporumuz olarak kabul edilen okçuluk ve güreş, batılılaşmanın etkisiyle yavaş yavaş yerini futbola bırakmaya başlamıştır. Bugün ki sınırlarımız içerisinde ise ilk kez İzmir’de oynanmıştır. Böylelikle Türkiye sahasında kurulan ilk futbol takımı İngilizler tarafından İzmir’de kurulmuştur. Kısa sürede popüler hale gelen futbol, Müslüman halk tarafından İslam gelenekleriyle bağdaşmadığı için istenmemiştir. Fakat, gençlerimizin ilgisini celbetmiş ve birçok Türk gencinin gönlünde yer etmiştir. Hülasa olarak, futbolun Osmanlı Döneminde bir ilgi merkezi olmamasının ana sebebi halkın futbolu İslam ile bağdaştıramamasıdır.
Günümüzde ise futbol, siyasetten sonra en çok konuşulan sosyolojik olay haline gelmiştir. Gittiğimiz her mekanda ve bindiğimiz her toplu taşımada mutlaka kulağımıza çalınan bir müzik mahiyetine bürünmüştür. Toplumun her yerini sarmış olan futbol, her geçen gün artarak inanılmaz bir kitleye sahip olmayı başarmıştır. Çoğu insanımız futbol oynamayı ve izlemeyi beceremediği için ülkemiz bu konuda kaos ortamına çok müsait hale gelmiştir. Özellikle milyonları peşine sürükleyen takımlar... Ve hiçbir zaman ne vadettiklerini anlamayan insanımızı efsunlamış ve insanımızda ilginç bir şekilde arzu ve istek uyandırmayı başarmıştır.
Mesela takımının futbol maçı var. İzledin ve bitti. Sonra bu maçın analizini arkadaşlarınla yapıyorsun. Daha sonra televizyonlarda kendilerini futbol yorumcusu diye tabir eden tiplemelerin çene çalışını dinliyorsun. Sonra beynini doldurup uyumaya geçiyorsun. Geçmiş olsun. Beyin ölümün gerçekleşti. Ama unuttuğun bir şey daha var. Kalp. Ya kalbin ölürse? Kalp ölürse beyine ne hacet! Futbol, ülkemizde insanlarımızın kalbinde koca bir yer edinmiş ve etrafında onu besleyecek o kadar çok insan ve etken peyda etmiştir ki, Allah korusun dinden çıkmaya yönelik hareketler ve ağızdan çıkan cümlelere bile mahal verecek hale gelmiştir.
Örneğin başımdan geçen bir olayı aktaralım ve böylelikle kurduğumuz cümlenin altını doldurmaya çalışalım. Üniversitede bir arkadaşım falanca bir futbol takımının il başkanı. İnanılmaz fanatik bir arkadaşımız. Takımının marşları ağzından hiç eksik olmaz. Çorabından eldivenine kadar tuttuğu takımın renkleri ve takımı için girilmiş kavgalar ve yaralanmalar. Böyle kalbi ile birlikte bedenini de takımına adamış bir arkadaş. Bir gün tuttuğu takım müsabakayı kazandığı zaman ağzından şu cümleleri sarfetti “Ulan falanca takım, Allah olmasaydı sana tapardım! Sen benim yaşama sebebimsin.” Evet. Ağzından bu cümleleri israf etti! Gerçekten vahim bir durum. O arkadaş için Allah (C.C) gerçekten var mıydı? Ya da ne ifade ediyordu ki ağzından o cümleler döküldü? Bu durum bizlerin ne kadar gafil bir kul olduğumuzu gözler önüne seriyor. Tamamen dünyalık zevkler kalbe indirgenmiş durumda. Kalbimizde falanca takımsız mubah zevklere bile yer kalmamış. Kalbi, aklı, midesi hep falanca futbol takımının jenositine maruz bırakılmış bir insan nasıl Allah’ı ve Peygamberi’ni ondan daha çok sevebilir?
Müslüman gençler, harçlıklarıyla gittiği milyonluk adamların stadyumlarında futbol kıskacı altında hezimete uğratılıyor. Müslüman gençlerin stadyumları doldurması ve kendilerini falanca takıma bağlamasının sebebini ruh – kalp sporundan mahrumluğuna bağlayabiliriz. Futbolu İslami ölçülerde izleyebilir veya oynayabiliriz. Fakat önce ruh – kalp sporunu İslam’ın emrettiği bir şekilde geliştirelim ki, kalbine dayatılması için atılan dünyalık şutlara karşı bir kaleci görevi görsün. Ona bağlanıp ve onu dinin önüne geçebilecek kadar önde tutmaktan sakınırız. Dinin önünde tutarsak eğer, batılılaşmanın, Müslüman gençlerin kalbine attığı bir meşin top kalbindeki ağları sarstığı zaman karşı taraftan “gol!”, içerden de bir “Ah!” sesi yankılanması kaçınılmaz olur. Yazımızı Üstad Necip Fazıl’ın şu cümleleri ile sonlandıralım;
Şu futbol, din çapında öyle bir vecd kaynağı olmuştur ki, konuşmaya başlayan çocuğun ilk kelimesi "Gol!" olsa şaşmamalı... Artık insanda kafa meşin top, beyin meşin top, kalp meşin top, mide meşin top... Bu nefsani ra-şenin yanına ruh ve fikir ürpertisini getirebilecek ve memleket kalesinin önündeki büyük mesele topunu muazzam bir şutla ağlara takacak santrafordan ne haber?