“MERHABA SİSİ!”... İnce Siyaset mi, Kapkalın El Mahkûmluğu mu? Fiilî Terör Devleti İçin Kör Taklidi Yapmak!

Yazan: 05 Aralık 2022 1804

Devlet ilişkilerinde elbette çıkarlar esastır da, kan emici devlet, emeceği avurt bulmak maksadıyla çıkarını gözetir, can verici devlet, adalet ve saadet vereceği hayatlar bulmak maksadıyla çıkarını gözetir. İlki için hayat sömürmeye değer olandır, ikincisi için yaşanmaya değer olan… Devlet ilişkilerinde esas olan çıkarsa eğer, devletine göre çıkar da işte böyle farklılık belirtir. Öyle ya da böyle, zaten çıkarlara erilmek istenirken her türlü ilkeden dışa çıkıcı bir yol izlemek de, ennihayetinde çıkarlardan da uzaklaştırıcı yanıyla, faydayı değil, zararı şamildir. Sözüne, öfkesine, dostluğuna, vaadine, tehdidine itimat edilmez bir devlet haline gelmek, salt çıkarı üstte tutucu ve bunu yaparken de, her türlü değerden masun kalıcı bir politika sürecinde sessiz sedasız oluşur. Sessiz sedasız oluşan ur gibi… Bu da, kısa günün çıkarına ereyim derken, uzun vadenin zararına uğramakla neticelenir… Ne ise ne…

Bugünlerin en popüler konularından bir tanesi de, Recep Tayyip Erdoğan’ın, bir süredir bıyık altı bir lisanla görüşeceğini kaydettiği Sisi ile Katar’da ennihayet görüşmesi… Soğuk suya hurra dalmak yerine, ona ayak parmaklarını evvela sokup alışmak ister gibi zaten Erdoğan, Mısır diktatörü Sisi ile görüşeceğini bir süredir heceliyor, Türkiye kamuoyunu buna hazırlıyordu. Bu çekincenin elbette gerekçesi, Sisi’nin ellerindeki kan ile Recep Tayyip Erdoğan’ın bu kan vesilesiyle Sisi hakkında kullandığı öfkeli ve keskin belagati idi… Erdoğan, haklı olarak Sisi eliyle kazılan ve Mursî’nin şahadetiyle karanlığı koyulaştırılan zulüm kuyusuna yıllarca projektör tutmuş, sonradan izalesi güç büyük cümleler kurmuş, bu kuyu kapanmadan Sisi büstlü Mısır kaidesine asla nazar ve el değdirmeyeceğini de defalarca kaydetmişti. Bu süreçte daha neler söyledi neler… Hatırlansın ve anlaşılsın diye sadece bir tanesi, şu:

“Ben böyle bir kişiyle asla görüşmem. Her şeyden önce onun bir defa genel afla içerideki bütün bu insanları serbest bırakması lazım. Serbest bırakmadığı sürece biz kalkıp Sisi’yle görüşemeyiz. Görüşenler de tarihte farklı bir şekilde değerlendirilecektir…”

O günden bu yana, Sisi, genel bir afla Mısır zindanlarına doldurduğu insanları salmadığı gibi, nicesini de ipe çekti, çekmeye de devam ediyor… Yani Sisi’de değişen bir şey yok… Değişen şey, Erdoğan’ın Sisi yaklaşımında… Değişmemiş zamanlarına ait olarak kaydettiğimiz bu cümlesinde Erdoğan, hâlâ değişmemiş Sisi ile gerekçesi ne olursa olsun görüşenlerin, devlet menfaati icap ettirse de isimlerinin tarihe kötü, defolu, kirli, arızalı bir şekilde geçeceğini kaydediyor… Bu hususta Erdoğan’ın kaydettiği keskin belagat namelerini sıraya dizsek, Ankara’dan Kahire’ye yol olur… Mesela BM Genel Kurulu’nda, Sisi ile bir yemek vesilesiyle aynı masaya oturtulmak istendiği zaman “Ben o yemeğe katılmam!” dediğini anlatan Erdoğan, o zaman bunun gerekçesini de şöyle açıklamıştı:

“Niye? O adama (Sisi’ye) meşruiyet kazandıracak kadar meşruiyetini kaybetmiş bir lider değilim! Ve tabi ki katılmadım! Niye? Bizim izzetimiz var, onurumuz var! Biz bu izzeti korumak durumundayız…”

Şimdi Erdoğan, Sisi’ye Türkiye namına meşruiyet kazandıran tokasını yaptı. Ya gerisi? Sisi ile görüşenleri, aynen Erdoğan’ın dediği şekliyle tarih farklı mı kaydedecek peki? Erdoğan’ın dün dedikleri ortada, tam zıt istikamette bugün yaptıkları da ortada, yarınlar Erdoğan namına bu zıtlıklarını aynen kendisinin kaydettiği minvalde ve kendi aleyhine olarak tecelliye getirir mi ayrı husus, daha nice meselede “Bu can bu bedende oldukça!” diye başlayan cümleler kuran ve koştuğu şartları yerine gelmeden dediğinden sanki de hiçbir şart koşmamış gibi dönen Erdoğan için tarih sessiz sedasız bir “Dün dündür, bugün bugündür” imajı örüvermektedir… Bu sessiz örgüyü görmek istemeyenler elbette, görmek istedikleri şekliyle bu dönüşlerin arazisinden Erdoğan için “İnce Abdulhamid Siyaseti” kokulu papatyalar toplamakta… Oysa taşıma suyla değirmen dönmez, toplama papatya ile de reel siyaset koridoru kıra dönmez, dönmeyecektir de… Bu olanların denizine belki de hakikatin kameri, “Büyük lokma ye, büyük laf konuşma!” şeklinde ışıldayan yakamozlar serpmektedir de, gören nerede…

Öyle ya; bize düşmanlık edenler, düşmanlıklarını doğurucu siyasetlerinden vazgeçmedikleri halde biz, birer birer düşmanlıklarımızdan vazgeçmekteyiz… Belki de reel politik denilen hayvanın, an itibariyle yemesi gereken ot, mevcut vaziyetin burnunun dibinde bitivermiştir. Bilinmez… Bilinen şey, ABD’nin Ortadoğu’ya yeni bir şekil vermeye başladığı andan itibaren, Türkiye’nin onunla senkronize bir şekilde kendisine şekil vermeye başlamış olması… Ülkemizde parçalanan Suudî gazeteci Cemal Kaşıkçı’yı, onu ülkemizde parçalayan paralı Suudîler hatırına unuttuk, dosyasını kapatıp Riyad’a teslim ettik… Mevzu ile ilgili Erdoğan’ın kurduğu “Bu can bu bedende durdukça”lı cümleleri de, “reel politik” ile izaha yeltendik… Sonra İsrail, şimdi Mısır, sırada Suriye var… Diplomasi, keskin bir “U Dönüş” mevsimine sokuldu… Taptaze hadisedir, Sisi ile görüştükten sonra Erdoğan’a:

-Esed’le de görüşecek misiniz?

Diye soruldu da, aynen şu şekilde cevap verdi:

-Olabilir, siyasette küslük, dargınlık olmaz!

Evet, Erdoğan tam olarak, birkaç milyon insanın ölümüne sebep de olsa bir kanlı diktatörle yeniden kucaklaşılabileceğini söylemiş oldu! Aslında bu da bir siyaset… Yani siyasette küslük dargınlık olmaz demek de bir siyaset… Öyleyse anadan avrattan öte hakaretler edilmiş, can bedende durdukça kendisiyle bir araya gelinmemesi üzerine adeta yeminler edilmiş Esed’le barışmak mevzu bahisse, bu Esed’i devirememekten kaynaklı bir el mahkûmluğuna taalluk etmez mi? Bal gibi de eder… Bu durum Esed’i bükülemeyen bilek, Erdoğan’ı da bükemediği bileği öpen dudak eylemez mi? Herkes elini vicdanına koysun, cevabı da kendi kendine versin! Suriye iç savaşının başında yüz kere düşünüp bir kere adım atılacağına, İran gibi bir kere düşünüp iki adım atılsaydı, bu durumlara da düşülmezdi! On yıldır Türk tankı, Suriye bataklığında patinaj çekmektedir. Suriye’nin kuzeyindeki sınır hattında ve bilmem kaç operasyonla taksit taksit alınan ve yolunmuş ince bir bıyık hattına benzeyen alan, kimseyi aldatmasın! Türkiye’de bir tek bizim kaydettiğimiz üzere bu alan, Türkiye’ye verilen yemdir ve Türkiye, ya görememekten, ya da kaydettiğimiz el mahkûmluğundan bu yemi yutmuştur! İç İşleri Bakanı, çocuk eyler gibi her gün televizyonlarda adeta abaküsle Türkiye içindeki teröristleri saymakta, ama sınırımızın az ötesinde fiilen devletleşmiş terör unsurları için kör taklidi yapmaktadır. Nasılsa, alan razıdır, veren razıdır! Biz, bugünlerde yapılmakta olan operasyonun birkaç yıl evvelinden adeta nokta atışı tarih ve mekânını da vermiştik. Çünkü oynanmakta olan tiyatroyu çözmüştük!

Suriye’nin petrol sahalarını havi üçte birlik kısmına yayılı terör devletine bugün için Türkiye, devleti, medyası, iktidarı ve muhalefetiyle yok muamelesi yapmaktadır. Oysa bugün, Fırat Kalkanı, Barış Pınarı, Zeytin Dalı Harekâtları vesilesiyle parça parça elimizde olan ve Suriye’nin sekizde birine denk gelen bıyık hattı için yıllarca iç kamuoyu “terör koridoru” diye gerilmiş, iktidara seçim zamanlarında lazım olacak taksitli ödemeler için zemin oluşturulmuştu. Böyleyken ABD destekli terörün gözü gerçekte “terör koridoru”nda değildi. Bu kaydettiğimiz üzere yemdi. Bu yeme, Mehter Marşlı zafer naralarıyla yürünürken, Suriye petrol bölgesinde sözde askeri, sözde polisi, sözde zabıtası, sözde bakanlıklarıyla kurulu terör devleti de tersinden tahkim edilmiş oldu. Hani ABD “Bana rağmen bak Suriye kuzeyine kaç operasyon yaptınız, artık buraya adım atarsanız yakarım, göz atarsanız oyarım!” deme salahiyetine ermiş oldu. ABD Savunma Bakanlığı şu açıklamayı resmen yapmadı mı:

“Suriye’nin petrol sahalarına Rusya ve Esed rejimini asla sokmayacak, petrol yataklarını SDG’ye –yani PKK’ya!- vereceğiz ve bu hakkı ondan almaya kalkan herkese karşı ezici bir güç kullanacağız!”

Tam da bu sebeple Türkiye, fiilî terör devletine karşı kör taklidi yapmaya başladı. Tek görüş müsaadesi, İç İşleri Bakanı ağzıyla periyodik olarak tane tane sayılan Türkiye’deki terörist sayısınadır. Türkiye’nin kabadayılığı, Suriye kuzeyindeki bıyık hattı içindir. Daha baştan zaten Türkiye’ye verilmesi plânlanan ama onu da seçim arifelerinde taksit taksit ödeme tiyatrosu yapılan, bıyık hattına! PKK’nın fiilî olarak devlet kurduğu bölge için kimseden esaslı bir ses çıkmamakta, bu konu ne zaman açılacak olsa herkes ıslık çalıp tavana bakmaktadır! İşin ilginç ve teessüf belirten yanı şudur ki, Türkiye’de bu hususa bizden başka dikkat çeken de yoktur! Aksine keyifler, abaküslü terörist sayısı oyunlarıyla çakırdır! Ne imiş, Türkiye’de 155 terörist varken, 3 tanesi daha öldürülünce 152 kalmışmış! Peki ya, hemen sınırın ötesinde 80.000 terörist ile sözde içtima alınmasına ne diyeceksiniz? Ne denileceği bir yana, bu hususun Türkiye kamuoyundan adeta saklanmasına ne demeli? PKK terörünün Suriye’de devletmiş gibi davranışlarını MİT, görüntülemekten aciz midir? Elbette değildir. Öyleyse ne diye ve tam da gerekli iken Türkiye iç kamuoyu bu durum ile gerilmemekte, abaküslü Türkiye içi terörist sayılarıyla şen sıpa sevinçlerine gark edilmektedir?

Anlayacağınız, yakında görüşüleceği, en azından şimdiden görüşülmek istendiği alenileşen Esed’in Suriye’si, Erdoğan’ın küslük-dargınlık yaşadığı Esed’in Suriye’si değildir. “Siyasette küslük olmaz!” denilmiş olsa da, on yılı aşkındır olan küslük de değildir, dargınlık da değildir, bu süreçte milyonlarca mazlum katledilmiştir. Milyonlarcası, düzensiz göç dalgalarıyla Türkiye’ye göç etmiş, ülke içinde doğan-doğurulan sosyolojik krizlere unsur eylenmiş, dahası Suriye’de defacto (fiilî) bir terör devleti kurulmuştur! Görmek ve göstermek istemeseler de, bal gibi kurulmuştur! Bütün bunlar üzerine Esed için eğer “Siyasette küslük dargınlık olmaz!” deniyorsa, bunun ismi “ince siyaset” değil, “kapkalın el mahkûmluğu”dur! Böyleyken bizdeki fikirsiz destek grupları bu hususları izale için Erdoğan namına kırlardan “İnce Abdulhamit Siyaseti” isimleri papatya destelemeye devam ediyorlar. Ama hatiften buğulu bir ses de bir yandan, peşrevi “bükemediği bileği…” ya da “tükürdüğünü…” diye yapılan can sıkıcı nameler terennüm edip durmakta… Bakalım, papatya desteleriyle yapılan desteğin kokusu, bu sesi bastırabilecek mi? Koku mu sesi, ses mi kokuyu galebe çalacak… Bunu Erdoğan’ın dediği gibi en berrak şekilde tarih gösterecek… Ama bilinenleri ve bilinmeyenleriyle nihai akıbeti elbette, Allah yazacak…

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi