İlim, Fikir, Kültür ve Sanat Dergisi...
0539 924 64 98
editor@seriyyedergisi.org
1-) Kemalizm, sıfırdan bir millet yaratmak istedi. Elbette yaratamazdı, yaratamadı da… Çünkü mahiyeti itibariyle inşa edici bir ideolojiye değil, yıkıcı bir hissiyata malikti. Zaten çabaları da bu minvalde işledi. Yani üzerinde çalıştığı milleti yeniden yaratamadığı gibi, onu yaraladıkça yaraladı…
2-) 1930’lar ve 40’lar böyle geçti. 1950’lilerde Müslüman Anadolu halkının önüne, Kemalizm’den sahte bir intikam alma aparatı kondu. Şöyle ki; tüm dünya sathında, Sovyet Rusya ve Komünizm tehlikesini bertaraf için ABD tarafından bir demokrasiye geçiş furyası başlatılmıştı.
Türkiye’de de bunun yansıması, CHP karşısına ikinci bir partiyi konumlamak ama bunu yaparken de, CHP ile yıkadurdukları şeyi yeniden inşa etmeye kalkışmayacak bir parti olmalıydı. Zira Mustafa Kemal, daha evvel 1930’da bu ikinci parti olayını bizzat denemiş, kendi adamlarına verdiği talimatla Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı kurdurmuş ama bu parti sadece üç ay içinde, CHP ile beraber Kemalizm’in sonuna getirmeye odaklanmış bir merkez haline gelince onu kapatmak zorunda kalmıştı.
1950’lilerde bu tecrübe gözden kaçırılamazdı. Kaçırılmadı da… Ve işte bu dikkatle, CHP’den ve Kemalizm’den asla gerçek bir intikam alamayacak ahvaliyle, 1946 doğumlu Demokrat Parti sahneye sürüldü.
3-) Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın sadece üç ay süren ömrüne karşılık, Demokrat Parti on yıl yaşadı. 27 Mayıs 1960 darbesiyle öldürüldüğü gün arkasında, kendisiyle murat edilen şeyi, hem de ölmemek üzere miras bırakmıştı. Bu miras, İslam düşmanı CHP karşısında, asla gerçek bir İslam dostu olmadan ama İslam dostuymuş gibi de davranabilici bir kimlikti. Artık siyaset sahnesinde bir İslam’ın has düşmanı CHP olacaktı, bir de İslam’ın dostuymuş gibi olanlar… İslam’ın dostuymuş gibi olanlar eliyle artık, ezelî ve ebedi köle mesabesindeki CHP’nin burnuna da, terbiye etme halkası geçirilmiş oldu…
4-) Sahte düşman, gerçek dosttur. CHP karşısına 1960’lar, 70’ler, 80’ler, 90’lar boyunca çıkarılan “sahte, CHP düşmanı partiler”, birer “sahte CHP” idi ve CHP’den âlâ Kemalist rejimi ayakta tutarak aynı rejime gerçek bir dostluk göstermiş oldular… Ama 2000’li yıllara gelindiğinde, rejim, bir çadır tiyatrosu gibi işletilen bu manzara karşısında renkten-çizgiden boşalmış, boş bir manzara haliyle artık işlemez olmuştu. 2001 yılında Tandoğan Meydanı’ndaki esnaf mitingi, sanki de rejimin salası gibi bir mahiyet arz etmekteydi. Devlet kilitlenmiş, resmî bir evrak, aynı oda içindeki karşı masaya bile ulaşmaz olmuş, CHP’nin nadası vaziyetindeki DSP ile sahte CHP muarızı ANAP ile MHP ortaklığı bile durumu kotaramamıştı…
5-) Bu vaziyette sahneye Ak Parti çıktı. Buna çıkarıldı da diyebiliriz. “Çıktı mı, çıkarıldı mı?” mevzuunun fasledici çizgisi, Ak Parti’nin süreç içinde rol üstüne rol kesebilme kabiliyetinde düğümlüydü. Neticede başlangıç itibariyle kurucularının rejim muhalifi isimler oluşu Ak Parti’ye, Müslüman Anadolu nezdinde rejimin okunmuş salasını, cenaze namazıyla tamamına erdirecekleri yönünde bir opsiyon tanıdı. Ama işte Okyanus Ötesi, bu salayı cenaze namazına değil, hayat güfteli bir şarkıya avdet ettirmek istemekteydi. Ak Parti, iki şeydi, hem Müslüman Anadolu’nun “rejime son darbeyi indirip gebertecek kahramanı”, hem de Okyanus Ötesinin “darmadağın olmuş rejimi tadil edip ayağa kaldıracak aparatı” idi. Başın başında iş böyle başladı. İlk on yıl, bu opsiyonla ve zaten DSP- ANAP-MHP elinde dip yapmış devlet aygıtının toparlanma süreci olarak geçti. Bu sürede rejimin bazı vesayet kurumlarındaki kıpırdanma da, bu opsiyonu Ak Parti’ye Anadolu desteği şeklinde perçinledi.
Vesayet zayıfladıkça Ak Parti güçlendi.
Aslında bu duruma, vesayetin zayıflamasını isteyen Okyanus Ötesi de refakat etmekteydi.
Kemalist rejimin, tıpkı 1950’de olduğu gibi, CHP ile beraber terbiye edilmeye ihtiyacı vardı. Çünkü Kemalistler, kurucu ideolocya değil de, yıkıcı hissiyat olan mahiyetlerini bağnazlığa evirmiş ve misal, başörtüsü, İslam’ın baş düşmanı ABD’de bile serbest iken Türkiye’de yasaklar listesinin başına konmuştu. Bu durum, bütün dünyaya, kendi mamulü olan sahte bir İslam getirmek isteyen ABD’nin işine sekte vurmaktaydı. İlletli Kemalistlerin, çamaşır ipine asılı bez parçalarında bile başörtüsü olması muhtemel bir hayalet manzarası tenazur ettiği bu vasat, ABD’ye “radikal İslamcılığın” güçlenişi olarak geri dönmekteydi. Ilımlı İslam’a geçilecek, “baltasız İbrahim” devri tesis edilecekti! ABD, yasak istemiyordu. Oysa Kemalizm, ne olduğu ile değil, ne olmadığı ile tanımlanan ucube bir anlayış olduğundan, yasaktan besleniyordu. Gitgide kolpadan bir vatanseverlik ile at başı kronikleşen bu durumu işte ABD, burnuna halkayı ilk 1950’de geçirdiği rejim şahsında izale edecekti. Yani Ak Parti’nin “Ortaya çıktı mı, çıkarıldı mı?” hikâyesi, hala çift şeritli bir yol olarak iki ihtimali kendinde ve birlikte barındırmaktaydı. Şimdilik niyetler, aynı hedefe doğru hışım tavrıyla odaklıydı. Bir farkla ki; ABD, Kemalizm’i terbiye edecekti, Müslüman Anadolu halkının zannına göre de Ak Parti, Kemalizm’i öldürecekti! Bu noktada, bu işin ifası için bir başka hususta daha mutabık kalındı. Köklü Kemalizm vesayetini terbiye edecek aparatta!
6-) Bu aparat, ABD’nin, 1960’lardan, Komünizmle Mücadele Derneği’nden beri Türkiye Cumhuriyeti Devleti içine peyderpey yerleşmesini teşvik ettiği Fetullah Gülen yapılanması idi.
Emniyet, Silahlı Kuvvetler, Adliye ve dahi kayda yarar bütün devlet organları on yıllar boyunca, bukalemun titizliğiyle bu yapının elemanlarıyla doldurulmuştu. Ak Parti, onlarla senkronize oldu. Her ikisini de, ABD senkronize etti. Müslüman Anadolu halkı detayları bilemezdi. Neticede, hayatı burnundan getiren burnu büyükler bir şekilde terbiye edilmekteydi. Bu dönemde Fetullah Gülen yapılanması, en az yirmi kat daha büyüdü. Bu durumu Ak Parti lideri Erdoğan, durumun kavgaya evrilmediği tartışma devresinde “Ne istediler de vermedik!” diye bizzat ifade etmişti. Zaten istatistikî bilgiler de bunu teyit etmekte... Demokrat Parti’nin öldürüldüğü 1960’tan sonra Fetullah Gülen yapılanmasını, ülkeye gelen bütün iktidarlar, gene ABD’nin senkronizasyonu ile desteklemişti ama Ak Parti devri, bu desteğin zirveleştiği bir dönem olmuştu…
7-) Durum öyle zirve yaptı ki, bir gün Fetullah Gülen, Ak Parti lideri Erdoğan’a artık tüm ipleri kendine bırakmasını bile iletti. Bu da gene, ABD’nin istediği bir şeydi. Çünkü Erdoğan da bir yerden sonra, kontrolden çıkmıştı. Bu çıkış da, Müslüman Anadolu’nun Erdoğan’a desteğini zirveleştirdiği bir devir oldu. Zira hüsn-ü zan hissinin tenazur ettirdiği bir manzara aynı halkın gözüne Erdoğan’ı “Buraya kadar getirdi, buradan sonra kendini açık etti, o yüzden onu yok etmek istiyorlar!” gibi bir manayla görünmekteydi. Erdoğan da bu sinyali alınca ipleri gerdi. Fetullah Gülen yapılanması bu süreçte, MİT Başkanı Hakan Fidan üzerinden ilk hamlesini 7 Şubat 2012’de yaptı. Hakan Fidan alıncak ve vesilesiyle Erdoğan ezilecekti. Erdoğan’ın dik duruşu vesilesiyle bu hamle tutmadı. Akanbinde 17-25 Aralık 2013 operasyonları gerçekleşti. Bu operasyonlarla Fetulah Gülen yapılanması, Ak Parti içine çöreklenmiş mamacı taifeyi resmedecek, Müslüman Anadolu halkına bu yolla onlardan gönül kusturacaktı. Ama bu da tutmadı. Süreç, 2016’daki darbe kalkışmasına kadar bu minvalde yürüdü. Hırlamalar, gürlemeler, algı çalışmaları filan…
8-) Neticede Fetullah Gülen yapılanması, devletten peyderpey tasfiye edilmeye başlandığını görünce telaşa kapıldı ve 15 Temmuz 2016’da ordudaki gücünü kullanarak darbe kalkışmasında bulundu. Müslüman Anadolu halkının Erdoğan desteğindeki zirvesi bu kalkışmada ortaya çıktı.
Tankların altına yatıldı, pike çeken jetlere “Gel gel erkeksen!” diye seslenildi, bütün şehirlerde darbecilere “Hepimizi öldürmeden asla!” mesajı verildi ve darbe püskürtüldü. Müslüman Anadolu halkı, Erdoğan’a dibine kadar destek olmuştu. O’nu “Abdulhamid’in yalnızlığına” bırakmamıştı. Ama işte bu da artık olmuş bitmiş bir şeydi. Artık Ak Parti ile Erdoğan, Müslüman Anadolu halkına sahip çıkmalı, onu “Abdulhamid’in yalnızlığına” bırakmamalıydı. Bu da, henüz olmayan, olması gereken bir şeydi…
9-) Amma işte… Can yeleğinin, en çok deniz ortasına düşülünce lazım gelmesi gibi, Ak Parti’ye de fikir en çok bu süreçte, yani darbe ardı süreçte lazım gelirdi ama yoktu! O güne dek, kaba dindarlık ve mabeyn numaralarıyla günü kotaran Ak Parti, kendisine on beş yıllık ülke idaresinin tam tefsirini yaptıracak ve yeni süreç için esaslı bir istikamet çizdirecek fikirden yoksundu. Öyle ki Erdoğan, Üstadımız Necip Fazıl Kısakürek’i anma sadedinde 2013’te halka seslenmiş ve “76 milyon hep birlikte Büyük Doğu’yu inşa edeceğiz!” demişti. Ama aradan geçen onca zaman insana “Türkiye 760 milyon olsa ve Ak Parti, 200 yıl daha tek başına iktidar olsa, bu minvalde bir pırasa sapı kadar olsun mesafe katedemez, ettiremez!” dedirtecek işlerden başka bir şeye şahitlik etmedik. Ayrıca Erdoğan, aynı konuşmada gençlere Necip Fazıl’ı örnek almalarını tavsiye etmişti. Oysa örneklik gösterdiği Necip Fazıl, varlığını yok etmek derdindeki düşmanın sendelendiğinde yapılması gereken son hamlenin, son darbeyi vurmak ve on n canını çıkarmak olduğunu ve asla ona pansuman yapmak olmadığını kaydetmişti. Oysa gelinen nokta itibariyle Erdoğan ve Ak Parti, hem rejimi mevcut haliyle sahiplenmek derekesine inmiş, hem de mevcut haliyle onu tahkim etmiş oldu. Zira Erdoğan, Necip Fazıl şiirlerine aşinaydı ama Necip Fazıl’ın dünya çapındaki fikrine aşina değildi. Bu sebeple etrafını da, bu fikre aşina kimselerle donatmamıştı. Üstelik etrafını donattığı kadro, 2013’ten 2022’ye, Büyük Doğu Yayınları ve Necip Fazıl Kısakürek Vakfı’nı bile, adeta Üstadımızın emanetine çökmek ister gibi dirsekleyip durdu. Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in torunu ve Büyük Doğu Yayınları hadimi Emrah Kısakürek’e, 2019’da bir şarkıcıyı vesile edip “Erdoğan etrafını” hedef tutarak “Şanslısınız! İstediğiniz kadar Cumhurbaşkanı ile görüşüyorsunuz! Biz, 2016’dan beri randevu bekliyoruz!” diye mesaj attıran ve kendilerine karşı hükümet nispetini özetleyen ahval, bu vaziyetten damıtılmaydı.
10-) Neticede fikirsizlikten vareste bir ınkıtayla Ak Parti, 15 Temmuz’u da, 15 Temmuz arifesine kadar sırnaştığı Fetullah Gülen yapılanmasını da yanlış tefsir etti. Bu yaşanan, gene ABD’nin Kemalizm’i terbiyesi, terbiye ettikten sonra da rejimi gene ona iadesi şeklinde cereyan etmiş oldu.
Hem de Kemalist rejim, Ak Parti eliyle tadil ve tamirat ettirildikten sonra… Yani Ak Parti gelnen nokta itibariyle, Müslüman Anadolu halkının zaferini tek çırpıda, darbeyi alkışlamaktan, asgarî onu engellemek için kılını kıpırdatmayanlara kurban etti. Ergenekon ve Balyoz davalarının tamamlanmış davalarını bozdurdu, dışarı salıverdiği kadroları da meydana saldı. Böylece varlık sebebi İslam’a ihanet olan bir yapılanma (FETÖ), sanki de onun bu topraklardaki tek düşmanı Kemalizm’miş gibi bir algı doğru. Bu algı da, bu topraklarda İslamî yapılanmalar toptan tehlikeli müesseselermiş gibi bir algıyı doğurdu.
11-) Ak Parti’nin, 15 Temmuz sonrası süreçte işlediği en tehlikeli iş, FETÖ mevzuunu hâlâ yanlış tefsir etmekten kaynaklı hamakatıdır. Fetullah Gülen’i bile “Bir duası var, okuyup üfleyince adamı efsun ediyormuş!” diye anlatan kişi, kahvehane müdavimi bir boş beleş değil, bir Ak Parti vekilidir. Fetulah Gülen’e sallarken, tersinden onun hocalık vasfını da teyit eden bu fikirsizlik, şahsî değil, Ak Parti şahsında umumidir. Bu umumiliğe müptela Ak Parti, FETÖ yapılanmasının İslamî ve millî bir sosyoloji zeminde yerilmesine hem çanak tutmuş, hem de bu durumu fark etmediği için engellememiştir. Durum hala aynı minvalde akmakta, bu da Ak Parti’yi bindiği dalı kesen aptal konumuna sokmaktadır. Üzerinden geçen altı yılda 15 Temmuz, tam da Müslüman Anadolu halkının şehadet ve iman hamlesi iken, Ak Parti eliyle demokrasi aparatı haline getirilmiştir. Anadolu’da mideler, demokrasi söyleminden yana kalkar olmuştur. “Demokrasi Şehidi” kavramı, Kur’an’a sövmekten, Peygamber’e taş atmaktan, Allah’a toprak saçmaktan beter bir küfür ve dangalaklık iken, Ak Parti eliyle adeta vatandaki kuşların kanatlarına bile yazılmış, kedilerin bıyıklarına kadar asılmış, fert fert her bireyin beyin loplarına kadar kasılmıştır. 15 Temmuz’a en büyük zararı bu minvalde, onu tiyatro göstermeye çalışan FETÖ tarafından değil, onu başka bir manada göstereduran Ak Parti ve türevlerinden görmüştür. Zaten bir şeyi kötü müdafaa, o şeyi en iyi yıkma yoludur! Altı yıldan bu yana Ak Parti bu yoldadır. Günden güne millette peyda olan 15 Temmuz ilgisizliği, fikirsiz maymunların onu kişisel kariyer hesabınca ve eşekçe tefsirinden doğmadır. Oysa Kemalizm ve türevleri, bu sürecin tepense istismarcı ama zeki akbabalar halinde çöreklenmişlerdir. Ak Parti bu cenaha bir kış olsun kabilinden bir kovma tavrı bile göstermemiştir. Dün Fetulah Gülen yapılanmasına sırf onun Şeriat’i getireceğini düşündüğü için düşman olan Kemalistler ve türevleri, Fetulah Gülen’in aslında İslam düşmanı olduğunu anladıklarında durmuş ama Fetö icraatlarının trombolinine basarak diğer bütün İslamî cemaat ve yapılanmalara düşmanlık kastıyla sıçramıştır. Bu satırların yazarı, kaç yerde yapılan “FETÖ gitti, METÖ geldi!” (Menzil’i kastederek) sloganlı propagandaya bizzat eliyle müdahale etmiş ve bu hadisenin, sokak ağzıyla ve lalatayyin gelişen şeyler olmadığına şehitlik etmiştir. Hem bu satırların yazarı, birkaç gırtlak sıksa ne yazar, ulusal televizyonlardan yalnız Kemalistler ve türevleri değil, Ak Parti ve türevleri de aynı propagandaya çanak tutmuştur ve tutmaktadır. Fetö’den sonra “METÖ” diye açılan ve emniyet koridorlarında gizlice olgunlaştırılan dosyanın, düğmeye basılmasından önce haberdar olunduğundan nasıl da geri çekildiğini meseleye aşina herkes bilmektedir. Üstelik bu ve benzeri dosyalar, çöplüğe değil buzluğa doğru kızağa çekilmiştir. Ak Parti, FETÖ’yü hâlâ doğru zeminde tartışmadığı için bu öldürücü sürecin lokomotifi mesabesindedir. Zira Ak Parti’yi bu süreci doğru okusaydı, kamuoyunun dilinde “FETÖ, GİTTİ, METÖ geldi!” diye zırvalar değil, “FETÖ’yü KETÖ doğurdu!” diye gerçekler dolanırdı. Zira gerçekten FETÖ, Kemalizm’in doğurduğu bir yapılanmadır. On yıllar boyunca Müslüman Anadolu halkını kendi vereminden kaçırmış ve Fetulah Gülen sıtmasına yakalatmıştır! Yani bu defa da Okyanus Ötesi, ters kontra yapmıştır. CHP’yi –Kemalizm’i!- Demokrat Parti ile terbiye etmesi gibi bu defa da Ak Parti-Cemaat eliyle CHP’yi –Kemalizm’i!- terbiye etmiştir.
Şimdi vakit, terbiye aparatının, hışmedildikten sonra kızağa çekilmesi devresine doğru ilerlemektedir… Ve bu defa hışma muhataplık mevkiinde Ak Parti vardır. O hışmedildiğinde de, başka bir “sahte, CHP düşmanı parti” yeni aktör vasfıyla politika sahnesine çıkarılacak… Kemalistler şımardığında kendisine terbiye etme aparatlığı misyonu yüklenecek… Terbiye gerçekleşecek ve sonra yeni aparat, eski vasfıyla hışma uğratılıp kızağa çekilecek… Ve öksüz Müslüman Anadolu halkının bu makûs talihi, bir kısır döngü halinde böyle sürüp gidecek…
Sürüp gitmesin diye kısa kısa kaydettiğimiz bu sürecin, Müslüman Anadolu halkı tarafından, detayıyla ve stadyumlarda konuşulur çapta idraki şart… Bu idrak doğmayınca, makus esaretimizi ölmeyecek!