Bu başlık altında söyleyeceklerimizin ne yaklaşan belediye seçimleriyle ne de günü birlik siyasetle uzaktan yakından alakası yok. Ankara’da yaşayan bir vatandaş olarak mevcudu ve olması gerekeni yazalım istedik. Ankara dedik ama Türkiye’nin diğer illerinin de Ankara’dan pek bir farkı yok…
Belediyecilikte ne halde miyiz? İslam aleminin göz bebeği olan Türkiye’nin başkenti Ankara özelinde konuşalım isterseniz… Her gün üzerinden yüzbinlerce aracın gelip geçtiği yollardan başlayalım… Ankara’da yollar rot balans dostu adeta… Rögar kapakları, bir yol çalışması yapıldığı zaman yolun ortasında bir tepecik hâlinde tuzağına düşüreceği sürücüsünü bekler. Dikkat etmeyipte bu kapaklara bir çarptınız mı soluğu sanayide alırsınız, eğer kalp hastasıysanız hastanede… Zira yollar, sizi önceden uyaran tabelalarla değil tuzaklarla doludur ve siz de bu zorlu yolculuğu bitirmekle görevli kahraman adayısınızdır… Çukurlardan kaçmak için refleksi iyi olmayan sürücülerin de vay haline… Hele bir de hava yağmurlu olmaya görsün. Yağmur sularının doldurmasıyla fark edilemeyen çukurlara düşük hızla giren arabaların bile adeta ciğeri sökülür… Hele şu kasisleri sormayın gitsin… Kasis olduğunu ancak üzerinden geçtiğinde anlıyorsunuz. Zira kasis olduğuna dair ne fosfor ne bir şey… Bir kere kasisin mantığı, kendisi görülünce araçların yavaşlamasını sağlayarak olası can ve mal kaybının önüne geçmektir. Ama bizde kasisin mantığı o bölgeden belli bir hızın üzerinde geçen araç sürücülerini tuzağa düşürerek cezalandırmaktır. Eğer bir yere çarpmadan, bir çukura düşmeden, bir kasise habersizce girmeden evinize ulaştıysanız size devlet nişanı takılsa yeridir… Bizde suç ve ceza mantığı tersinden işliyor anlayacağınız… Suçu engelleyici tedbirleri aldıktan sonra buna rağmen suçu işleyenlere ceza kesmek yerine, önce cezayı kesiyoruz daha sonra da suçunu söylüyoruz suçluya… Ne güzel değil mi?
Protokol yolu denilen havaalanına giden yolun kısım kısım bazı yerlerinde yolun en sağ şeridinde bulunan çukur, yama, çatlak gibi arızaları görünce inanın büyük devlet olma iddialarımızı yerine getirmek için daha çok mesai sarf etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Burası adı üstünde protokol yoludur ve ülkemizi ziyarete gelen devlet başkanları da bu yolu kullanır. Ve biz bu devlet başkanlarını gideceği kuruma kadar bu yoldaki çukur, çatlak ve yamaları seyrettire seyrettire götürüyoruz … Evime her gün bu güzergahtan gidiyorum. Yine bu güzergahı kullanırken birkaç kere Amerika ve Rusya devlet başkanlarının araç konvoyunun geçişine şahit oldum ve içimden şöyle düşündüm:
“Bu insanlar dünyanın süper güçleri olarak ifade edilen devletlerden birisinin başkanı… Dünyanın ekonomik, askeri, siyasi seyrini değiştirmek iki dudağının arasında yani… Buradan geçerken şahit olduğu yol manzaraları ve bazı çarpık mimari karşısında ne düşünüyorlardır acep?”
Empati yaparak kendimi birisinin yerine koydum ve bu manzara karşısında neler düşünebileceğini tahmin ederek zavallı vatanıma acıdım… Hani bir söz vardır; “İnsanlar sizi kıyafetlerinizle karşılarlar, fikirlerinizle uğurlarlar.” diye… Bu sözü mevzumuza has olarak şöyle uyarlayabilir miyiz:
“Devlet başkanları sizi yollarınızla, caddelerinizle, binalarınızla, park ve bahçelerinizle, kısacası şehir mimarinizle karşılarlar ve fikirlerinizle uğurlarlar.”
Şehirlerarası ulaşımda yol yapımının geldiği müsbet nokta inkar edilemez tabi ki... Ama biz insanımızın toplu yaşadığı alanlar olan belediyedelerin belediyecilik anlayışının nasıl olması gerektiğini konuşuyoruz. Neyse… Şimdi gelelim mimari anlayışımıza… Uzun bir zamandır şehirlerimizi, dikey mimari anlayışının ve çok kazanma şehvetinin neticesi olan ve şehirlerimize tepeden bakan kibir binası gökdelenlerin istilasına terk ettik. Bu kibir ve şehvet mimarisiyle birlikte o şehrin insanlarının da şahsiyette ve karakterde kültürel istilaya uygun, otomat, tek düze tipler olmasını sağladık… Bu uygulamanın yanlış olduğunu nihayet devletimiz de kabul etti lakin iş işten geçti gibi sanki… Bahçesinde yalın ayak koşturduğu bir evde büyüyen, mahallesinde oturan herkesi tanıyan ve mahalle kültürüne aşina yetişen bir nesil ile yüz tane dairesi olan bir apartmanda oturan ve kapı komşusunu dahi tanımayan nesil bir olur mu? Ormanda doğup büyüyen ve orada ölen bir aslan da hayvanat bahçesinde doğup büyüyen ve orada ölen bir aslan da biyolojik olarak aslandır. Lakin aslanlığın tedai ettirdiği vasıflar noktasında ormanda doğup büyüyen bir aslandır lakin hayvanat bahçesindeki ise bir kediden farksızdır! Gerek belediyecilikte, gerek eğitimde, gerek fikirde, gerekse terbiyede yıllardır hep aslan görünümlü kedi vasfımızla bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Bu yüzden de besili farelere bile söz geçiremiyoruz…
Türkiye kadar Dünyada heykel yapmak konusunda azimli başka bir devlet var mıdır gerçekten merak ediyorum… Ekmek alması için çarşıya gönderdiğiniz çocuğa, bir heykelin gölgesi altına girmeden gidip gelmesini zorunlu tutsanız eğer, muhtemelen çocuk ekmeği alamadan geri döner… Hatta buradan matematik sorusu bile çıkar. Neyse… Kimin heykeli isteniyorsa dikilsin… Dikiliyor da zaten… Bizim asıl konuşmak istediğimiz ise şu… Bize göre mimarlık, fikrin taşa nakşıdır! Ve fikrin taşa nakşı hususunda maziden kalma eserlerimiz dışında ürettiğimiz pek de bir şey yok… Halbuki şehirlerimizin işlek meydanlarına ışıklı olacak şekilde ilim, fikir, irfan ve ahlak ihtiva eden yazıları içeren kitabeler yapılsa ve bu kitabeler üzerinde mimarlık sanatımızı konuştursak kötü mü olur? İnsanımızın evinden çıkıp akşam geri evine dönünceye kadar gerek gözüyle, gerek kulağıyla gerekse kalbiyle muhatap olmak zorunda kaldığı erotik kadın resimlerinin figür olarak kullanıldığı reklam içeren bilboardların ve esnaf camekanlarının, otobüslerdeki giydirme reklamların, kaldırımlara serpilmiş fuhşa davet kartvizitlerinin, beton soğukluğu hissi uyandıran çarpık şehir mimarisinin tesiri altında kalmaması mümkün mü sizce? Ayet meali:
“…kulak, göz ve kalp, bunların hepsi ondan sorumludur.”
Kulaklarımız korna seslerine, gözlerimiz fuhuş sergisine, kalplerimiz de zevksizliğin ve kabalığın saldırısına muhatap… Anlayacağınız, 80 milyonluk millet olarak fikirsizlik ve zevksizliğin esir almış olduğu belediyecilik anlayışının esirleriyiz…
Fikir belediyeciliği, şahsiyetçidir! Taklide ve milletinin mukaddesatına zıt anlayışlara tevessül etmediği gibi bu anlayışlara da asla tahammülü yoktur! İnce ve üstün buluşların mucidi ve destekleyicisi olarak da tıpkı şefkatli bir anne gibi halkının kalbini ve beynini fikirde, sanatta, zevkte ve estetikte müspet şeylerle besler. Bu anlayışa sahip olduktan sonra artık onun girişeceği her işten emin olabilir, imar girişimlerini de mesut bir şekilde izleyebiliriz.
Üstün fikre mensup üstün belediyecilik anlayışının imar edeceği muazzez şehirlere hasretle…