O Dengeyi Gözetmek

Yazan: 18 Temmuz 2023 564

İmandan büyük saltanat yoktur. Bu saltanata nasip ile erilir, erildikten sonra elde tutulması için de gayret gerekir. Gayret ki; onunla bu imanın, evâmire ittiba, menahîden içtinab edilerek ana kaidesi kaim kılınacak, nefis tezkiyesi ile esası zırhlanacak, zikr-i fikir ile muhtevası cilalanacak, muhabbet ile küfür erozyonuna karşı taraçalandırılacak ve lahuti öfke hissiyle düşmanlarına karşı etrafı çitlenecek… Velhâsıl, türlü gıda ile iman takviye edilecek, hâsıl olan arızaları için Kur’an şifahanesinden ona ilaçlar kullandırılacak…

Şimdi; bütün bunlar olmazsa, yani imanın elde tutulması için gereken gayret gösterilmezse, ne olur?

Ne olacak, iman gitgide soluklaşır ve Allah muhafaza, bir gün elden topyekûn çıkar gider, hem de bu gidişten eski iman sahibinin haberi bile olmaz! Hani haberi olsa, beki çaresine bakacaktı, ama haberi bile olmadı ki, olamazdı ki!

Aslında kaydettiğimiz bu şey, hayat içinde benzer numuneleriyle var olan pek basit bir şey… Bakan, pekâlâ görür:

İnsanın zahirine türlü maraz müptela olur, bunu görmeyen, göremeyen var mıdır? Yoktur… İnsanların görmediği, göremediği, batınına müptela olan marazlar… Böyleyken batındaki marazın halli, zahirdeki marazın hallinden çok daha zordur. Mesela insana zahiren müptela olan öksürüğü, hekimlerin reçete ettiği bir şurup halledebilir. Ama insana, öksürükten kansere batınen de türlü maraz musallat olur. Bunların şifahanesi Kur’an’dır.  Ama zahirî öksürük için hekimlerin kapısında kuyruk olan insanlar, manevi öksürük halinde Kur’an’a pek yanaşmaz, onun zahirî emirlerine zahirlerini, batınî emirlerine de batınlarını ittiba ile pek teslim etmezler… Böyle olursa, bu imanın sıhhat ve selameti de pek mümkün olmaz…

Bir kere Allah, iman bahsinde insanların öyle “İman ettik!” demekle kurtulamayacaklarını bizzat kaydeder (Ankebût-2/3)… İman var ise tezahürleri de vardır, zahmetleri de… İmanın zahir ve batın emirlerine ittiba ile harekete geçmemek, imanî olmayan bir durgunluktur. “Allah’a ve Resulü’ne iman ettim!” dedikten sonra, bu denilen eğer baş dilinin değil de kalp dilinin dediği ise söz sahibinden imanî hareket husule gelir. İlimle doğan ameldir ki, bu amelle birlikte kişiye istikamet yolu açılır. İlim, amel ve istikamet… Ve bu yolda yürüyen kişide de bu üç keyfiyetin tevarüsüyle “ittika” denen iman tavrı teşekküle gelir. Kur’an da işte ancak ittika sahipleri için bir şifadır, bir rehberdir:

“Bu (Kur’an), kendisinde asla şüphe bulunmayan, ittika sahipleri (müttakiler) için yol gösterici olan bir kitaptır…” (Bakara-2)

Demek, Kur’an’dan istifade edebilmek için illaki muttaki olmak lazımdır. Muttaki olmak için de imanın gereklerinden kaçmamak… Zaten “itteka” kelimesinden ana murat da salt Allah’tan korkmak değildir, bu korku, kişinin Allah’a karşı olan vazifesinin farkında olması, bu farkındalıkla kendi hayatına şekil ve istikamet verme iradesi göstermesi, yani Allah’ın dünyasında Allah’a göre yaşama gayretinde bulunmasıdır. Yani muttakilikteki Allah korkusu, kuzunun kurda duyduğu cinsten bir korku değildir, Allah’a uymamak yoluyla Allah’a ayıp etmiş olmak korkusudur, O’na bilmeden saygısızlık etmek, O’na verilen sözü yerine getirememek utancının korkusudur…

Bu utanma korkusu ile bürünülen ittika da mertebe mertebedir. İlk mertebede Şeriat emirlerinin zahirine uymak, menhiyatından kaçınmak vardır. Bu mertebeyle muttaki olabilenler, Cehennemden halas ve Cennet’e vasıl olabilirler. İkinci mertebede Şeriat emirlerinin hem zahir ve hem batınına uymak ve hem de menhiyatından kaçınırken gene zahirle beraber batını gözetmek vardır. Bu mertebede Allah’ın ahlâkı ile ahlâklanılır. Ve daha da üstün ittika mertebesine, ittikanın ilk iki mertebesinin gereklerine harfiyen uymaktan başka bir de kendi vücûdundan vazgeçmek ve Allah’ın murat ve maksudunu kemâl halde eda etmekle erilir. Bu mertebenin muttakilerinde Allah âşıklığı zuhur eder ki, böylece vesileleri ile Allah’ın dünyasında saklı kılınmış Allah, kendilerine bakan Allah’ın kullarına zahir ve aşikâr olur…

Hadis meali:

“Allah’ın veli kulları o kimselerdir ki; kendilerine bakıldığı zaman hatıra Allah gelir!”

Allah’ın açığa çıkarılması anlaşılmaktadır ki, ferdî manada Allah’ın veli kulları vesilesiyle zuhura gelir. Ama bunun bir de umumî manada ifası lazımdır. Bu da ancak, Allah’ın dünyasını Allah’a uydurmak muvaffakiyeti ile gerçekleşir… Yani Allah’ın veli kullarına gerçekten uyanlar, Allah’ın dünyasını Allah’a uydurmak gayesi için gerçekten çalışanlardır…

Bu, lahuti bir dengedir…

Bu dengeyi kuramayanlar, Allah’ın veli kullarına kendilerini nispet etseler bile o nispet çerçevesinde pörsür, Allah’ı açığa çıkarmak bir yana, örtülü bir felaketle kendilerini Allah’tan kendi bağlamlarında örterler. İman kuşu uçup gitmişken onu kafesinde zannetmek felaketi… Ya da bu dengeyi tersinden kuramayanlar, Allah’ı açığa çıkarmak gayretleri boyunca Allah’a dair her ne var ise onlara düşman kesilirler de, haberleri olmaz. İman kuşu bu defa kafesinde ölmüştür ama bunların içleri, kafesin pek sağlam olmasından vareste pek rahattır!

Bu dengesizlik içinde bu dengesizler, belki dünyada kendilerini pek mesrur hissederler… Ama elbette Allah, kendisinin zahir kılınması davasını sekteye uğratan böyle kimselerin zamirlerindekini de nihayet zahire çıkaracaktır. Bu dünyada olmazsa, öbür dünyada mutlaka…

E peki, zamirimizde olduğunu varsaydığımız imanımızın, aslımız zahire çıkarıldığında da gerçekten var olmasını görmek istiyorsak ne yapacağız?

İşte; bu dengeyi gözeteceğiz!

Allah’ın yeryüzünde has kulları olduğunu bilecek, onlardan istifade ile dünyayı Allah’a tahsis için mücadeleye girecek, murad-ı ilahiyi kendimizden zuhur ettirmek gayesiyle yaşayacağız…

İnsan olmak davasının, İslam olmakla aynı istikamette yürütülen aynı şey olduğunu bilecek, şu geçici dünyayı yaşanmaya değer bir vatan eylemek için derinliğine ve genişliğine gayret gösterecek, ferdî ve umumi manada murad-ı ilahiyi tahakkuk ettireceğiz…

Yoksa geçici dünyadan bize kalan, ebedî bir hüsran olacak… 

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi