Mücahit bir Sofi: Seyyid Ahmet es-Senusi

Yazan: 09 Mayıs 2021 1965

Miladi 19 ve 20. asırda her türlü teknik terakki ile Afrika ve ekseriyetle İslam ülkelerine saldırmaya başlayan Batılı devletler, karşılarında direnen bir topluluk ve bilhassa tarikatları buldular. Tarikat şeyhleri gerek cephe gerisinden müridlerini cihada teşvik edip eylemler düzenleterek gerek de bizzat cepheye at sürüp silah kuşanarak bilfiil cihadın içinde oldular.

Daha çok sömürge ve daha çok hammadde maksadıyla hem sanayileşmenin bir gereği hem de sonucu olarak güçsüz bölgelere ordular çıkaran başta İngiltere, Fransa ve İtalya, yöneldikleri İslam ülkelerinde ağır tokatlar yediler.

İşgal ettikleri bölgelerden çekilmek zorunda kaldıklarında ise o ülkede tesis ettikleri nizam ile fiili olmasa da fikri ve kültürel tahakkümlerini devam ettirecek kukla yöneticiler bıraktılar. Zaten savaştan çıkmış halk da fiili bağımsızlık ile avunmakta ve cefası uzun yıllar sürecek olan fikri sömürüyü hemen fark edememekte, etse de çıktığı savaşın yorgunluğundan bitap halde olduğu için avazını yükseltememektedir.

Bu fikri ve kültürel tahakkümün temel kaidesi ise tarih ve mukaddesat bilincinden yoksunlaştırmak şeklinde tebarüz etmiştir. Bunun çeşitli yöntemleri varsa da bazıları, sömürge ülkelere direnen, cihat eden mürşit ve alimlerin yalnızlaştırılması, kanun yoluyla baskı kurulması, hicret ettirilmesi, unutturulması ve düşman ilan edilmesi şekillerinde meydana gelmiştir. Bunun içindir ki müesses nizam sahipleri İslam’ı-Tasavvufu gericilik, tembellik ve atıllık olarak tarihe sistemli bir şekilde işlemiştir. Aksini ispat etmek havadaki oksijeni kanıtlamak kadar basittir aslında. İslam ilericilik, çalışkanlık ve atılganlık dinidir. Bu millet Orta Asya bozkırlarından İslam’la tanıştıktan sonra çıkmış, eline aldığı İslam çerağını Avrupa’nın ortalarına dahi yaymak, tutuşturmak emeliyle yaşamıştır. Her yanımız onlarca şehit, alim, evliya mezarlarıyla doludur. Anadolu’nun kapılarını açan Hoca Ahmet Yesevi’nin gönderdiği binlerce mürididir. Osmanlı’da, Balkanları yurt yapan onlarca mürşit vardır. Rus ve Ermeni çetelerle savaşan Şeyh Alvarlı Efe Hazretleri, Emperyalist güçlere direnen, Ömer Muhtarlar, İzzeddin Kassamlar, Abdulkadir Cezairiler, Şeyh Mansur, Şeyh Şamiller, Seyyid Ahmed es- Senusiler vardır.

 Ömrü hep cihatla geçip, Osmanlı’nın son dönemi, Cumhuriyetin ilk yıllarına tanıklık etmesi hem İttihat Terakki hem CHP rejimlerini görmesi, İstiklal Harbi sonrası zulüm çekmesi ve hicret etmesiyle sonuçlanan hayatıyla dikkatleri çeken Ahmet es-Senusi de ne hazindir ki emperyalistlerden asıl cezayı tarihimizde unutturulmak ile çekmiştir.

Hayatı

Senusi tarikatının kurucusu, dedesi Muhammed bin Ali es-Senusi Hazretleridir. Muhammed bin Ali es-Senusi Hazretleri hayatını ilme adamış, medreseler, zaviyeler kurmuş, Kurani ilimlerin Kuzey Afrika’da yayılmasına çokça gayret etmiştir. Dinden uzaklaşan toplumun bidatlerden arınmasına kendini adamıştır. Ayrıca Senusi tarikatı Afrika’nın iç bölgelerindeki yerli halkların İslam’la tanışmasında büyük görev almıştır.

Seyyid Ahmet es-Senusi Hazretleri 1873 yılında Mısır ve Libya arasındaki Cağbub’da doğdu. Babası Senusi hareketinin önde gelenlerindendir. Babası, amcası ve tarikatın diğer alimlerinden dini eğitimini aldı. Her türlü silahı kullanmakta mahirdi. Sahra bölgesindeki cihad hareketlerinde yer aldı. Amca Muhammed es-Senusi’nin 1902 yılında vefat etmesiyle cihad hareketlerinin sorumluluğunu devraldı. Kendisi ilmi, cihadı ve tasavvufu birleştirmenin en güzel örneklerinden olarak nitelendirilmiştir.

İlk başlarda Fransızlara karşı savaşan Ahmet es-Senusi başarılı olmuş, Fransızların daha büyük harekatlar başlatmasıyla gerileme yaşamıştır. Fransızlar bu sırada Senusi tarikatının çeşitli zaviyelerini yakıp yıkmıştır. Tarikatın ileri gelenlerinin cihad hareketlerinde bulunması halka da manevi kuvvet ve moral olmuş, onları da teşvik etmiştir. 1911 yılına kadar dokuz yıl Fransızlarla edilen cihadın ardından İtalyanların Trablusgarp, Derne, Tobruk ve Bingazi’yi işgaliyle cihadın yönü Fransızlardan İtalyanlara kaymıştır. Sahil kesiminin işgal edilmesiyle Osmanlı birlikleri de iç kesimlere çekilmiştir. Enver Paşa da bu gelişmeler üzerine Trablusgarp’a gelip bölgeyi yerinde denetlemiştir. Akabinde Osmanlı birlikleri ve Senusilerin güçlerini birleştirmesiyle 1912 Mart’ında İtalyanlara ağır darbe vurulmuştur.  Eylül 1912 yılında Balkan Savaşları’nın başlamasıyla Osmanlı yöneticileri yönünü Balkanlara dönüp Trablusgarp’tan güçlerini çekmeyi kararlaştırdılar ve sahada mağlubiyet yaşayan İtalyanlarla masaya oturup Uşi Antlaşması’nı imzaladılar. Başından beri İtalyanlarla barış anlaşması imzalanmasına karşı olan ve bölgenin tamamen kafirlerden temizlenmesini savunan Ahmet Şerif es-Senusi Hazretleri Osmanlıyı bu yönde bilgilendirse de Osmanlı Uşi Antlaşması'yla Libya bölgesinden çekilmeyi taahhüt etmiştir. Hatta bu antlaşmanın sebebini açıklamak için Enver Paşa, Ahmet es-Senusi’nin yanına Cağbub’daki zaviyeye gidip içinde bulundukları durumu izah etse de onu kararlı duruşundan vazgeçiremedi. Ahmet es-Senusi Hazretleri ise cevaben antlaşmanın kendilerini bağlayıcı olmadığını ve direneceklerini bildirmiştir. Bunun akabinde bölgedeki şeyhlere ve zaviye yöneticilerine mektuplar yazan Ahmet es-Senusi İtalyanlara karşı cihada hazırlıklı olmalarını ikaz etmiş, çeşitli İslam ülkelerine ve başta devlet merkezi İstanbul’a yardım çağrılarında bulunsa da istediği yardım kendisine yapılmamıştır. İlerleyen süreçte İtalyanlarla yaptığı cihatta başarılı olan ve İtalya’yı bozguna uğratan Seyyid, Trablusgarp’ın iç kesimlerinde hakimiyeti tamamen eline almıştır.

m.s.a.1

Tarihler 1914’ü gösterdiğinde Osmanlı, Birinci Cihan Harbi’ne girmişti. 1515’te de İtalya, İtilaf Devletlerinin yanında savaşa katılınca Seyyid Ahmet Senusi de kendini doğal olarak savaşın içinde buldu. Şeyh’in bölgedeki başarılarını bilen Osmanlı yönetimi onu Trablusgarp ve Bingazi valiliğine tayin etti. Kendisine bir denizaltıyla silah ve cephane desteğinde de bulundu, bununla beraber bölgeye Osmanlı subayları da intikal etti. Aynı subaylar onu İngilizlere karşı savaşması için ikna etti. Israrlar üzerine cihadı reddetmeyen Senusi lideri, birlikleriyle İngilizlere saldırdı, ilk başlarda başarılı olunsa da İngilizlerin hücumuyla, alınan yerler kaybedildi ve geri çekilmek zorunda kalındı. Cağbub’a dönen Ahmet es-Senusi Hazretleri Trablusgarp'a gidip direnişi sürdürmek istediyse de orası da Senusi karşıtlarına kaptırılmıştı. Tüm siyasi ve askeri yetkilerini yeğenine devreden Şeyh bir süreliğine maddi kabuğunu daraltıp manevi alemine çekildi.

İstanbul ve Anadolu

Seyyid Ahmet es-Senusi 1. Dünya Savaşı’nın son günlerinde Sultan Reşat’ın davetiyle İstanbul’a gelir ve büyük bir ilgiyle karşılanır. Haydarpaşa Garı’nda kendisini karşılayanlar arasında Enver ve Cemal Paşalar da vardır. İslam aleminde şöhret bulmuş olması sebebiyle ondan İslam beldelerini gezerek halifeye bağlılıkların güçlendirilmesi isteğinde bulunulur. Ne var ki buna başlanmadan Sultan Reşat vefat eder ve plan iptal olur. Ahmet es-Senusi Hazretleri Sultan Vahideddin’in tahta çıkış merasiminde bulunur ve yeni padişaha kılıç kuşatıp dua eder. Sultan Vahdeddin’in isteği üzerine Kuvayı Milliyecilerin saltanata olan bağlarını pekiştirmek ve Anadolu’daki direnişe destek vermek üzere Anadolu’daki Millî Mücadeleye gönderilen şeyhlerden sadece birisidir. Anadolu’da birçok beldeyi gezer, elinden geleni ve savaş tecrübelerini eksik etmez. Anadolu’dan bazı mektuplaşmaları devrin gazeteleri Sebilürreşat ve Hakimiyet-i Milliye’de de yayımlanır.

Zor zamanlar geçmiş, vatan kurtulmuş yeni devlet kurulmuştur. Cumhuriyet kurulana kadar kendisinden faydalananlar, ödül olarak onu Mersin’in bir Hristiyan köyünde zorunlu ikamete mecbur etmiş ve zorunlu sessizliğe büründürmüştür. Ömrünü kafirlere cihatla geçiren Allah dostunu, ahir ömründe gayrimüslim köyünde ikamet ettirmek ona kesilen cezalardan biridir.

Şeyh Ahmet es-Senusi Hazretleri memleketin İslamsızlaşmasından müteessir olmuş ve kendisine röportaj yapmaya gelen Tarsus gazetesi muhabirine zamanının ve günümüzün de manevi hastalıklarını tedavi edici kurtuluş reçetesini şöyle sunmuştur: “Bu memleketin istikbali her şeyden evvel ve her şeyin üstünde İslamiyet’in ahlaki prensiplerine dayanmaktadır. Bu prensipler üzerindedir ki şanlı yarının, geleceğin binasını kuracağız. Evet, bu memleketin istikbali, dinimizin hükümlerine uymakta, yasaklarından sakınmaktadır. Bu din en yüksek medeniyet, fikir ve ahlak dinidir. Bize saadet evini, yurdunu bağışlayan ancak bu dindir. Dinimiz bize adaleti, iyiliği, icadı, içtihadı, vatan muhabbetini, çalışmayı ve izzet-i imanımızın muhafazasını emrediyor. Dinimiz en ahlaki ve içtimai dindir. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi vesellem), ‘Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.’ buyuruyorlar. Dinimiz fuhşiyattan, muskirattan, sefahetten, tefrikadan, tembellikten, cehaletten ve bütün kötü ahlaklardan nehyediyor. Görülüyor ki din, bütün hakikatiyle güzel ahlakla amel etmektir. Bizim gücümüzü kıran ve şevketimizi yıkan, düşmanlarımızı üstün eyleyen en büyük sebep, hiç şüphesiz ki dinimizi ihmal etmekliğimizdir. Hissiyatımıza mağlup olmaklığımızdır. Bu durum işlerimizin ve ihmallerimizin neticesi olarak bize acı bir ders oldu. Artık şimdi kendimizi ıslah etmek bize vazifedir. Yoksa büyük zaferin bize hazırladığı gayeye ulaşmak müyesser olmaz. Din neyimizdir? Din hayatımızdır, onsuz hayat olamaz.”

Daima Muhacir

Lozan Antlaşması’nın imzalanmasıyla İtalyanlar, Ahmet es-Senusi’nin Türkiye’deki varlığından hoşnutsuzluklarını bildirmiştir. 1926 yılında rejim tarafından Hanedan üyelerine yakınlığı bahane edilerek ülkeyi terk etmesi istenir. Bunun üzerine Şam’a gelerek Emir Abdulkadir Cezairi’nin torununa misafir olur. Bu sefer de Fransızlar onun Şam’daki ikametinden rahatsız olunca Suriye yönetimi 24 saat içinde ülkeyi terk etmesini talep eder. Oradan da ayrılıp hicretine devam eden Şeyh, Filistin’e gelir. Orada da aynı şey başına gelir ve İngilizler tarafından istenmez, çıkmak zorunda kalır ve Hicaz bölgesine geçer. Orada ise huzuru bulmuş ve hicreti bitmiş değildir. Şüphesiz müminler için gerçek huzur kabirde bulunur ve hicret, ana yurdumuz cennette biter.

Varlığı münafık ve müşriklere rahatsızlık sebebi olan Ahmet es-Senusi Hazretleri Hicaz bölgesinde de ikamet etmekle Kral İbni Suud’un huzurunu kaçırmıştır. Tekrar hicret eden Şerif, Yemen tarafındaki Asir bölgesine gelir. Sırasıyla İtalyan, Fransız, İngiliz ve işbirlikçilerinin mazlumu olarak, sanki de ölmeden önce onların düşmanlığından doğan manevi madalyalarını göğsüne bir bir takarak Yemen’deki son hicretine, ana vatanımız istikametinde çıkmış, dünya prangasından kurtulmuştur.

m.s.a.2

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi