Mütefekkir ve Mütekebbir

Yazan: 28 Aralık 2020 1675

“Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir.” (Ahzab-72)

Evet, bu emanet yüklenişiyle beraber vakti geldiğinde ringe çıkan boksörler gibi dünyaya, sınavımıza gönderildik. Nefs adlı şampiyon boksör ile dövüşümüz başladı. Nefsin teknik heyetinde onu destekleyen birçok yardımcısı da vardı; hırs, makam, para, karşı cins, vehen vs...

İlk bakışta adil olmayan bir dövüş gibi görünse de bizim de teknik heyetimizde nice alimler, nice mürşitler, nice peygamberler ve heyhat ki son Peygamber (sav) ve onun getirdiği son hitap olan son kitap var. Bu kadar şaşaalı bir organizasyonda bu kadar güvenilir teknik heyetin görevi, ringdeki insanın kavgasını kaybetmemesi. Kavganın sonunda kesin bir ödül ve kesin bir azap olduğu gibi ödülün de azabın da farklı dereceleri vardır. Akıllı insan bu ödüllerin en güzeline layık olabilmek için ilerleyip çabalamalıdır. Hatta insandan aşağı diğer mahlukatın da çabalayıp terakki ettiğine dair Üstad Necip Fazıl, Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerinden aktararak şu örneği verir:

“Dünyamızda dört sınıf mahluk var: Cemad (taş), nebat, hayvan, insan… Bu sınıflardan her birinin ileri unsurları, kendi içinde pişe pişe, olgunlaşa olgunlaşa, üstündeki sınıfa namzet hale geliyor, yukarı sınıfların vasıflarından hassa almaya başlıyor. Böylece cemaddan nebata, nebattan hayvana, hayvandan insana, insandan namütenahiliğe doğru akan terakki kasırgası, kâinat manzumesinde kanun olarak beliriyor.

İşte heybelerinde en mahrem ve nazik hikmetleri taşıyan İslam mutasavvıfları, ezeli ve ebedi terakki kanununun, cemad, nebat, hayvan ve insan halinde sıralanan başsız ve sonsuz kervanında, sınıflar arası birbirine en yakın unsurları seçmek bakımından şu harikulade teşhisi koymuşlardır:

Cemad dünyasının ufku, yani en ileri unsuru, yani nebata en yakın olanı mercandır; çünkü tıpkı nebat gibi kök salar ve kumlara düğümlenir.

Nebat dünyasının ufku, yani en ileri unsuru, yani hayvana en yakın olanı hurma ağacıdır; çünkü uzaktan ve yakından, tıpkı hayvan gibi dişisinin üzerine abanır ve tohumlarını öyle bırakır.

Hayvan dünyasının ufku, yani en ileri unsuru, yani insana en yakın olanı da attır; çünkü tıpkı insan gibi ruhi bir hayata maliktir ve rüya görür.

İnsan ise sonsuzluğa namzet.”

mutefekkir.mutekebbir.1

Evet, insan sonsuzluğa namzet olduğu gibi dipsizliğe de namzet. Sonsuzluk merdivenindeki mertebeleri tırmanıp “tefekkür” makamına yaklaşırken, çürümüş kibir basamağına bastığı an dipsizlikteki “küfrü” boylamaya da aday.

Gelin, mütefekkirlik ve mütekebbirlik arasındaki ince nüanslara göz atalım.

Farkın sadece imla farkından ibaret olmadığını, iman farkından da olduğunu biliyoruz, şöyle ki:

Mütefekkir, fikir adamı, kalbi Allah’a dayalı, gözü dünyaya kapalı, sözü hakkın kelamı; mütekebbir, kibir adamı, kalbi kubur faresi, sözü dünya neşesi, kendi nefsinin kölesi.

Mütefekkirin kalbinde Allah korkusu vardır; mütekebbirin kalbinde dünya sevgisi. Mütefekkir hasbidir, “Gayret benden tevfik Allah’tan” düsturuyla çalışır; mütekebbir, hesabidir, küçük hesaplar içinde boğulup durur.

Mütefekkir çile çeker; mütekebbir bedel öder. Mütefekkir, kimsenin bilmediği nice çileler çeker, gocunmaz, bıkmaz, caymaz; mütekebbir, az bir cefa çekerse davasının bedelini ödemiş sayar. Onu markalaştırır, mahyalaştırır.

Mütefekkir dertlidir, mütekebbir bunalımda; mütefekkir her dem dertlidir. Çünkü onun derdi bellidir. Bir garibin toprağa akan gözyaşında bulursunuz onu, tebessümündeyse silinmiş gibidir tüm dertleri. Mütekebbir bunalımdadır, hiçbir şey yetmez ona, mutmain olmaz, dünya dar gelir adeta.

Mütefekkir zikir çeker, mütekebbir fikre set çeker; mütefekkirin zikrinde huşu vardır. Onun Allah’ı vardır. Kalp ile tasdik, dil ile takrir eder. Mütekebbir kibriyle fikre set çeker, yarattığı(!) yedi dağın ortasına oturmuştur adeta, yaklaştırmaz sizi kendisine.

Mütefekkir onurludur, mütekebbir gururludur; mütefekkirin bir onuru vardır, İslam’dan gelen. Mütekebbirin bir gururu vardır, isyandan gelen.

Mütefekkir vakurdur, mütekebbir hakir; mütefekkirin sireti haktandır, bakınca yüzü Allah’ı hatırlatır, duruşunda asalet saklıdır. Mütekebbirin sureti haktansa da içi sefillerin en sefilidir adeta.

Mütekebbir alim olabilir ama mütefekkir amildir. Mütekebbir ilminin zekatını vermez de adeta bir kurşun gibi saçar bildiğini. Mütefekkir, bilir ve amel eder. Bildiğinin alimi, bilmediğinin cahilidir, her daim öğrenir.

Mütefekkirin emeli, ecelinden uzun değildir. Emeli Allah’ın rızasını kazanmaktır. Mütekebbirin emeli ecelinden uzundur. O uzun emeller kurarken eceli ansınızın geliverir.


Garip bir devirde yaşıyoruz. Bozulmanın adeta katlanarak her gün arttığı ve her gün bizi bilmediğimiz yeni sapıklıklarıyla şaşırttığı bir devir. Bu devirde insan kalmak hayli zor iş. Fakat insanlık sorumluluğunu Gâlû Belâ’da üstlendik ve dünya ringine geldik. Ya Allah’ı çokça anıp tefekkür edecek, dünyada nefsimize hiçbir pay vermeyerek ahirette şan alacağız ya da dünyada nefsimizin tekebbürüne uyup ahirette mahvolacağız.


Teknolojinin de katlanarak her gün arttığı bu devirde aslında insanlık olarak ne kadar da cahiliz. Ölüme aradıkları çareyi bulamayan bilim adamlarının bazıları, şah damarından daha yakın olan Allah’ı da bulamadı. Bazılarıysa bulmaya yaklaştı fakat kibir basamağına bastı. Madem dünyada ölümsüzlüğü bulamadınız, öyleyse şu sese kulak verin:

“Öleceğiz, müjdeler olsun, müjdeler olsun.

Ölümü de öldüren Rabbe secdeler olsun”

mutefekkir.mutekebbir.2

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi