Topluma İtilen/Atılan Hanımlar

Yazan: 03 Şubat 2019 2361

Birçok bilim dalının konusu olan şiddet olgusu son zamanlarda gündemden düşmemektedir. Ne hikmetse bu şiddet paradigması yalnızca “Kadına Şiddet” çatısı altından prim yapmaktadır. 23 Kasım 2018 tarihinde Cumhurbaşkanlığı’nın zorunlu yayın olarak televizyon ekranlarında gösterime sunduğu “Evdeki şiddet, hapiste biter.” temalı reklam filmini birçoğumuz izlemişizdir. Reklam filmiyle yapılan algı operasyonu, kadını merkeze alarak feminist düşüncenin yer ettirilmeye çalışılmasıdır. Hani eskilerde bir tabir vardır ya: “Bunların hepsi Amerika'nın oyunu.” diye... Biz bu tabiri zaman makinesi ile ileri sarıp şöyle diyelim: “Bu oyun, feminist düşüncenin ve ona kol kanat geren, varlığını ispat etmek isteyen İslami feminen yapının bir oyunudur.”

Feminizm ve Tarihi Örgüsü

Feminizm düşüncesinin ortaya çıkışı 18. yüzyıla tekabül eder. Kavramın sahibi Mary Wolstonecraft isimli, İngiliz asıllı bir kadındır. Kadınların yaşam şekillerinde bir devrim olmalı düşüncesiyle, hayalini kurduğu bir dünya oluşturma gayesiyle feminizm tohumlarını atmıştır. Varlığının şekillenmesi ise sinsi bir sırtlan gibi yavaş yavaş olmuştur. Çünkü önceki dönemlerde feodal bir toplum yapısı mevcuttu ve geçim toprak ile sağlanmaktaydı. Toprağı temsil eden ise kas gücü yani erkek merkezli bir egemenlikti. Teknolojinin ilerlemesi ile geleneksel toplum yapısından çıkıldı. Bu çıkış “itaat ve koruma” ya dayalı kadın-erkek ilişkisinin değişmesine de sebep oldu. Çünkü “geleneksel çağ”dan “modern çağ”a bir yolculuk başladı. Bunun neticesinde  kadın-erkek arasındaki ilişki “eşitlik ve paylaşım” ile yürümeli düşüncesi ortaya çıktı ve zehirli bir kan gibi bedenimizi sarıp değerler sistemimizi alt üst etti.

2017 yılında Feminizm kazanı, cemiyetin en orta yerinde ifrazat damarlarını çatlatarak “Müslüman Hanımları” da içine çekmiştir. Aldığımız darbeler varlık tasavvurumuzda ve hayat gayemizde büyük bir tahrifin oluşmasına da sebep olmuştur. Müslüman hanımlar olarak, damarlarımızda dolanan feminizm kanını, başlangıçta kabul etmek istemedik ancak akabinde ortaya çıkan vicdan rahatlatma söylevleri, feminizmi İslami kisveye büründürme çabaları neticesinde bu zehri altın tepside sunulurmuşçasına kabul ettik.

Türkiye ve Feminizm…

Türkiye’de İslami Feminizm hareketi, KADEM derneğinin başlatmış olduğu, kadınların da demokrasi hakkının olduğu, kadın ve erkeğin eşit olduğu, kadının da çalışması gerektiği söylemleri ile tezahür etmeye başlamıştır. Kadın derneklerinin şehitler için düzenledikleri programlarda dahi yalnızca kadın şehitlerin anılması esas ayrıştırmayı kimin ve hangi tarafın yaptığını gözler önüne sermektedir. Bu manzara karşısında zihnimizde şu sorular belirmektedir: “Şiddetten bahsederken, kadınların bitmek bilmeyen arzuları ile erkekler üzerinde oluşturdukları psikolojik şiddetten neden bahsedilmediği yahut şehit programlarında erkek şehitlerden bahsedilmemesi onların şehit mi sayılmadığı düşüncesini” aklımıza getiriyor. Bu yapılan eylemler, atılan sloganlar akıl almaz bir cehalet ve ayrımcılık değil de nedir? Hedeflenen gaye kadın-erkek eşitliği ise yapılan eylemler neden ayrımcılık üzerine?

Vahim olan bir diğer husus ise, fiziksel şiddet iddiaları ile ortaya atılan kadınların, ekonomik özgürlük elde etmek amacıyla kendi elleriyle oluşturdukları şiddetin farkında olmamaları. Yüzüne vurulan yumruğun sesi ile ortaya attığı bedeni, kendi varlığını o kadar kaplamıştır ki fıtratına şiddetle vurulan yumruğun farkında bile değildir. Fıtratına vurulan yumruk; İslam’ın kadının isteği ve arzusuna bıraktığı çalışma mevzusunun, (şartların uygun olması, haramlık ve helallik, tesettür vb. şartların İslam'a uygun olması) esas emir olan eşe itaat meselesini unutturup adeta Allah’ın bir emri gibi kabul görmüş olmasıdır. Bu kabul, bir reform hareketidir aslında. Üstad Necip Fazıl Kısakürek Hazretleri reformu şu şekilde açıklar: “Allah’a ve Peygamber’e evet; şeriata hayır. Yani güneşe evet, ışığına hayır! O kadar saçma!” Toplum içinde buna Müslümanca yaşadığını iddia eden kesim dahi, anne olma ve eşe itaat etme meselesini, yalnızca kadına atfedilmemesi gerektiğini ve eğer böyle düşünülürse kadının küçültülmüş olduğunu, erkeğin ise bu manzara karşısında kan emici bir vampir olduğunu aksettirmektir. Bu düşünce yapısı tam da bir reform hareketi değil de nedir? Güneşe evet, ışığa hayır kabulü ile fıtrata vurulan dehşetli yumrukla karşı karşıya kalıyoruz ama bunu görmek istemiyoruz.

Çalışma Hayatı ve Özgürlük…

Hanımların çalışma hayatına adapte oluşu ile akabinde sorun teşkil eden diğer bir husus: Özgürlük algısının doğuşudur. Hanımlar, modern dünyanın sunmuş olduğu şatafatlı hayatı başta eleştirirken daha sonra o şatafata kapılmış halde kendilerini bulacaklardır. Çalışma hayatına giren hanım, iş hayatında yer edinirken ister istemez çeşitli kıyafetler almak isteyecek, birçok masarafa girerek ve bunun sonuncunda ise büyük bir israfın eşiğine varmış olacaktır. Vazifesini bırakmak istese de alışkanlıklarını bırakamayacağından ötürü tek maaş ile geçinemeyeceğini düşünecektir. Ekonomik özgürlük, kadının ruhunu sardıkça evde evladı ile vakit geçirmek yerine “ama tek maaş ile geçim zor, bu nedenle evladımı tek bırakıyorum, onun geleceği için yapıyorum bunu” diyerek vicdanını rahatlatıp, gece gündüz mesaiye kalıp dolgun bir maaş alacak ve bunun sonucunda evladına maddi bir imkân sağladığını düşünerek iç âlemini rahatlatacaktır. Bu tıpkı iflas etme eşiğine gelen fabrikanın, iflastan kurtulacağı düşüncesi ile iyice borçlanıp o borçtan da kurtulamayıp iflas bayrağını çekmesi gibi bir şey. “Ben çabaladım, onun için yaptım ama olmadı, evladıma güzel bir hayat sundum ama o çok asi oldu, çok şımarık bir çocuk oldu.” diye düşünecek ve suçu evladına atacak. Çocuk 6 aylık iken sütten ayrılmak zorunda bırakılacak, bu durum kadının meydanlarda özgürlük sesi kadar ses getirmeyecek ve sonunda elinden gelen her şeyi yapmış olduğunu iddia edecek! Kadın yüzüne aldığı darbenin, kendisinde güven problemi oluşturduğunu iddia ederken, bebeğinin kalbinde ve ruhunda oluşan güven problemini göremeyecek. Üstad Necip Fazıl Kısakürek Hazretleri'nin, “Aynadaki Yalan” eserinde dediği gibi; “İslam’da kadın, kıymeti bilinen ve belirtilen her şey gibi, mahfaza içinde bir mücevher.” Ne tılsımlı bir söz... Mücevher ve saklı kalmalı, dışarıda olduğu her an değeri kayboluyor yahut çalınıyor. Bunu bilip, idrak etmeli. Derdimiz, kadının zaten bir mücevher olduğunu fark etmesini sağlamak. Bunu sorgulamak gerek. Derdimiz tam olarak İslam’ın izin verdiği ölçüde hür olmak. Amacımız: Müslüman hanımları ileri sürerek onların iffet, namus kavramlarını “sözde” savunduğunu iddia eden güruhların derdinin bu olmadığını göstermek. Artık bu iki kavram üzerinden kadınları meydanlara itmeyin, kadına hürriyet ve eşitliği siz veremezsiniz, kadının gördüğü şiddeti sesinizi çıkartarak azaltamazsınız! İslam’ın yasakladığı noktada olup bunu İslamla bağdaştıramazsınız! Arkanıza aldığınız ve İslam ile tek ilişkisinin onu yıkmak namına adımlar atmaktan ibaret olduğu güruhlara güvenerek yaptığınız faaliyetler, zeminin yumuşak ve korunaklı olduğunu düşünerek paraşütsüz aşağıya atılmaktan farksız faaliyetlerdir. Kolumuzun, bacağımızın ve daha nelerin kırıldığını, parçalandığını artık görün!

Kadın…

Toplumun mihenk taşıdır kadın. Eğer siz o taşı yerinden oynatır, yuvalarından çıkartırsanız, toplum çöker, aile çöker. Bu inkılabın kadınlarını yuvalarından çıkartmaya ant içtiğiniz gibi biz de kadınların yuvalarından çıkmamaları için mücadele etmeye ant içiyoruz. Çünkü bu inkılabın kadınları Üstadımızın deyimiyle: “Kadınlığın ruh örneği, cinsinin fetanet ufku Hz. Aişe ile, hassasiyet ufku Hz. Fatıma” olacak biiznillah. Bu inkılâbın kadınları, Rabbinin razı olduğu yerde olacak ve Rabbinin razı olmadığı yerde asla olmayacak. Bu inkılâbın kadınları Fatihler, Yavuzlar, Necipler yetiştirecek inşallah. Buna engel olanlara da cevabını yetiştirdiği Yavuzlar verecektir.

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi