Tarih ve Coğrafya İçin Davayı Yeniden Kuşanmak

Yazan: 09 Mayıs 2021 4102

 Tarih yazan bir millet iken tarih okumayı unutan bir güruh old(uruld)uk. Tarih yazabilmek bir davaya, dava ruha, ruh da aşka ihtiyaç duyar. Çünkü her biri birbirinin yakıtı mesabesindedir. Aşk bizim tecrübemizde Efendimiz’e (a.s) oradan da Allah’a (c.c) bağlandıkça itici güç haline gelmiştir ve bu bakımdan ulvîdir. Ruh öyle bir cevherdir, özünde öyle bir sır mündemiçtir ki Allah'ın (c.c) bize ilka ettiği bu ruh sayesinde bize emanet yüklenmiş ve bizi halifesi tayin etmiştir. Fakat bu ruhu kaybedince ya da araya duvarlar örülünce domino etkisi gibi önce aşk sonra dava ve en nihayet tarihten olduk. Kazanmayı sağlayan ruh, kaybetmeyi sağlayan ise nefstir. Ve bu ikili daimî savaş halindedir. Bu hak ile batılın iman ile küfrün savaşıdır.

İman ve küfür bir araya gelmesi muhal olan, birbirine karışmaması Allah’ın bir mucizesi olan Akdeniz ile Atlas Okyanusu mesabesindedir. Bu iki yapının blender ile heterojen hale gelmesi ikisini de yok eder, biri birine benzerse kendiliğini yitirir, silinir gider. Allah (c.c) aleme nizam versin diye insanı kendi adına yeryüzüne halife tayin etmiştir. Zaten halife; müstahlef yerine iş gören demektir. Eşyaya yani şeylere Allah’ın “kûn” emriyle halk ettiği her şeye Allah’ın nakşını vurmaktır halifenin görevi. Tarihimize baktığımızda bize emanet edilen ruha sahip çıktıkça, Allah (c.c) bizi yeryüzünde Nur Suresi 55. ayetin muhataplığında; “Allah, içinizden iman edip salih amel işleyenlere (şunları) vadetmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl güç ve iktidar sahibi kıldıysa bunları da yeryüzünde güç ve iktidar sahibi kılacak.” Medeniyet inşa ettirdi. Ecdat yaptığı türlü eserlerle; camiler, medreseler, kervansaraylar, tekkeler Semerkand’dan Endülüs’e Allah’ın verdiği emaneti arzda ne yapılması gerektiğinin görselini, medeniyetini inşa etti. Allah’ın (c.c) dinini cemaddan nebata, eserlerden gönüllere nakşetti.

a.k.1

Allah (c.c) katındaki tek din İslam’dır ve bu Adem'den (a.s) beri gelen tevhid, fıtrat dinidir. (Şeytan o günden beri çeşitli desiselerle insanlığın imanını almak için mücadele halindedir. Kıyamete kadar sürecek bir mücadele. Bu mücadele de insan ve şeytan arasında kıyamete kadar olacak. Dur durağı olmayan, gaflete tahammülü olmayan bir savaş. Çünkü kim gaflet gösterirse o yenilecek.) İslam’ın kemâl hali ise Efendimiz (sav) ile hitama ermiştir. Maide Suresi 3. ayette Rabbimiz; “Bugün dininizi kemale erdirdim.” buyurarak dinin tam ve kemâl olduğunu, eksikliğinin kalmadığını ferman etmiş, Efendimiz (sav) ise; “Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim.” (Muvatta Hüsnü’l-Hulk 8) buyurarak inşa sürecinin olduğunu, O’nunla son tuğlanın konduğunu beyan etmiştir. Fakat bu hadiste ahlak ifadesi geçmektedir. Ahlak; halk kelimesi yani yaratma, fıtrat kökünden gelmektedir. Yine Efendimiz (sav); “Her doğan çocuk İslam fıtratı üzerine doğar. Daha sonra ana-babası onu ya Hristiyan ya Yahudi ya da Mecusi yapar.” (Buhari, Cenaiz 92) buyurmuştur. O halde şeytan bu fıtrata müdahale etmeden bu dini ve müntesiplerini bozamayacaktır. Bu dinin yazılımını ortadan kaldırmalı, bütün teksifini buraya yöneltmeliydi. Servet Turgut’un Yakazat adlı kitabındaki dikkat çektiği ifade konumuz açısından mühim “Ehli sünnet bu ümmetin toplayıcı varlık çipidir.” Bu çipe ve onun müdafilerine olan her saldırı her dokunuş fıtrata müdahaledir aslında.

Günümüzde ve 200 yıllık yakın geçmişimizde, bizim üzerimizde oynanan oyunların asıl sebebi ve temeli işte bu mayayı, bu kodu bozma gayretidir. Halbuki bizdeki maya da kod da buna müsait değildir. Toprağı farklı, cevheri farklı olduğu için bu millet seçilmişti belki de. Velhasıl bugünkü garabet halimizin sebeplerinden bir tanesi, bir(incisi) ruh ve fikir dünyamızdır. Biyolojik sahada genetiğimizle oynadıkları gibi fikrî sahada da genetiğimizle oynuyor şeytan ve taifesi. Akıl akla benzerse amel amele benzer kaidesince tüm dünyaya yaptığı tektipleştirmeyi bizde de uygulamayı, Allah’ın kavim kavim yarattım dediği insanlığı insanlık derecesinden belhüm adal derekesine düşürme operasyonu çekiyor şeytan. Kim üzerinden mi? Tabii olarak şeytani döllenmeye en müsait batı çukurundan. Eğer bu oynama kalıcı olursa mutasyon olur. Mutasyondan kurtulmak pek de kolay olmaz. Bunun için önce yakalanmamalı yani dış tesirlere karşı vücut korunmaya alınmalı. Bağışıklık sistemi kuvvetlendirilmeli.

Buradan bizim özelimize gelirsek; bizde önce dış dünyaya daha doğrusu batıya karşı özgüvensizlik ve aşağılık kompleksi başlamış ve hastalığa davetiye gönderilmiş, bir de direğimiz, dayanağımız olan istinadımız yani bağışıklığımız zaafa uğratılmıştır. Bünyenin hasta olmaması muhaldir. Çok enteresandır bizim batıya düvel-i muazzama dediğimiz döneme denk düşer, batının bize hasta adam lakabını takması. İşte bizi hasta eden gerçek manada ne teknik ne maliye ne ordu ne şu ne bu idi. Bizi hasta eden bizi şaha kaldıran ruhi kuvvetimizi yitirişimizdir. Tekrar ayağa kalkabilmek ancak bu ruhun onsuz ‘leş’ hükmünde olan bedenlere ilka edilmesidir.

O halde şeytanın, özelde de onun manevra sahasını şahsileştiren batının yapması gereken dimağımızdan, idrakimizden bu ruhu kazımalı bir daha da buradan toparlanmamıza fırsat vermemeliydi. 14 asırlık Muhammedî İslam’a karşı şeytanın dolayısıyla sufledarlık yaptığı batının bize yani imana ve hakka karşı tecrübesi epey birikmişti. Hakka ve imana galebe çalmalıydı. Bu ümmet her türlü baskı, yağma, talan ve tecavüze rağmen her seferinde tekrar dirilmeyi başarmıştı. Haçlılar bir Eyyubi doğurmuş, Moğollar bir Osmanlı doğurmuştu. Fakat bu doğuşun sırrı neydi? Bu sır tüm hakikatiyle İslam’dı. O İslam’ın yani mücerredin müşahhasa dönüşmesini sağlayan strateji ve hamle gücü. İslam bu ümmetten alınmadıkça onların yeniden zuhuru mukadderdi. Yapılacak ilk iş bu İslam’ın tasfiyesiydi. Hiç kimse avına bodoslama saldıracak kadar ahmak değildir. Hele bu avcı şeytan ve onun dünya sahnesindeki uygulayıcısı batı ise. O yüzden ilk iş onu çembere alarak muhafaza eden yapıları tek tek devirmesi gerekirdi. İç içe geçmiş daire teşbihi bizde hemen her alanda olan bir vakıadır. Nereye bakarsak muhafaza edilmek istenen yapılar, hudutlar çıkar. Sebebi ise bu yapılar korunmazsa bu yapıları uygulamaya alanlar hem kendilerini hem taarruz güçlerini hem de kabiliyetlerini yitirmesin diye. Muhafaza edilen değer bizim için batıla karşı bir duvar idi.

Örnek:

a.k.2Hepsi içerdeki özü korumak için kendini Rabbine vermiş, kaynağı Rabbani olanların geliştirdikleri sistem. Bu sisteme sadık kalanlar, muhafaza edenler tarih boyunca mahfuz ve aziz iken bu sistemi bozanlar uygulamayanlar, gaflet gösterenler tıpkı muhafaza edilmeyen gıda gibi bozuldular, çer-çöp misali zelil oldular. Batı da bunu bildiğinden şu sıra ile saldırılarına başladı fikri sahada; istinad-itimad-itikad.

Bunun daha iyi anlaşılması için bir örnekle müşahhaslaştıralım;

Eskiden Kazvin bölgesinin bir adeti vardı. Burada bulunan herkes vücudunun çeşitli bölgelerine dövme yaptırırdı. Dövmeye adamın biri gelir:

Baba! Şöyle sırtıma haşmetli bir aslan dövmesi istiyorum der.

Dövmeci: Hay hay evlat geç tezgâha nakşedelim aslanı sırtına, der.

Dövmeci önce güzelce aslan şeklini çizer sıra iğnelemeye gelir. İlk iğneyi batırır batırmasına ama adamda feryadı basar.

-Aman! Baba ne ettin, ciğerimi dağladın der.

Dövmeci: Aman evlat yeni başladım daha kuyruğa yeni geçtim, der.

Genç adam: Baba, sen kuyruğu boş ver bizim aslanın kuyruğu olmasın başka tarafa geç, der.

Dövmeci: Tamam diyerek kulak kısmına geçer ve iğneyi batırır.

Genç adam yine inler ve der ki: Aman baba mahvettin beni. Bu ne acı şimdi nereyi yapıyorsun?

Dövmeci: Kulağını, der.

Genç adam: Bizim aslanın kulağı da olmasın, der.

Dövmeci sinirlenmiştir. Aslanın yelesine geçer dövmeci sinir ve hışımla iğneyi batırır.

Genç adam: Yandım Allah! diye bağırır ve ekler şimdi neresini yapıyorsun.

Dövmeci: Yelesini, der.

Genç adam: Baba! Bizim aslanın yelesi de olmasın, deyince

Dövmeci: Haydi git başımdan. Kuyruğu, kulağı, yelesi olmayan aslan mı olur, der.

Kıssadan hisse bize yapılan bugün budur. Aslan halindeki İslam’ı budamaya çalışıyorlar. Kıssadaki aslana dokundurmamak, bir bütün halinde kalmasını sağlamak için istinad-itimad-itikad.

İstinad bizim mihenk taşımızdır. Referanslarımız, kaynaklarımız. Bizi biz olmaya yönelten, şuur ve idrakimizi küheylanlaştıran aslî unsurlarımızdır. Buradan vurulduğumuzda sarsılır, sendeleriz. İşte bu sendeleyiş itimadı yani direği sarsar şüphe tohumunun filizlenmesine sebep olur. İmam-ı Azam’ın (r.a) dediği zuhur eder; İmanın dağlar kadar günaha tahammülü vardır. Ancak zerre kadar şüpheye tahammülü yoktur. İşte şüphenin gelmesi itimadı sarsmış bu da kaçınılmaz son olan itikadımıza, imanımıza musallat olmuştur. İman bizim aslî kuvvetimizdir.

Bizi Mekke’den İspanya ve Maveraünnehir iklimlerine, Söğüt’ten Viyana kapılarına getiren kuvvet bu imanımızdı. Eskiden kabına sığmaz, dünyanın kendine dar geldiği millet “Yurtta sus cihanda sus” ile nefesi soluğu kesilmiştir. Biz işte bu soluğu kaybettik. Ne zaman buluruz oralar yine bizim olur. Hem fikri hem ahlaki hem de imani daralmamızdan kurtulursak daralan coğrafyamızda genişler.

Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in bir şiiri ile yazımızı hitama erdirelim;

“Bir şey koptu içimden, şey, her şeyi tutan bir şey,

Benim adım Bay Necip, babamınki Fazıl Bey;

Utanırdı burnunu göstermekten sütninem,

Kızımın gösterdiği, kefen bezine mahrem.”

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi