Bu sayfayı yazdır

Modifikasyon ve Türk Milleti

Yazan: 30 Mayıs 2022 871

Modifikasyon, biyoloji bilim dalının literatüründe yer alan bir kavramdır. Modifikasyonun tanımıysa şu şekildedir: “Modifikasyon, canlılarda çevrenin etkisiyle meydana gelen ve kalıtsal olmayan özelliklerdir. Çevre koşulları bazı genlerin işleyişini değiştirebilir. Bundan dolayı ortam koşulları eski haline dönünce canlı da eski haline döner veya oluşan karakter gelecek nesillere aktarılmaz.” Bu kavramın tanımı daha çok canlıların maddi yönüne matuf olarak yapılmıştır. Biz ise, bu kavramın tanımını maddi yönden manevi yöne tahvil ederek kendimize hizmet ettirmeye çalışacağız. Modifikasyonun biyoloji literatüründe olan tanımı hülasa olarak çevre koşullarının bazı genleri değiştirerek kalıtsal olmayan, nesillerden nesillere tevarüs etmeyen özellikleri ortaya çıkarması şeklindedir. Biz de mevzuyu, çevre koşullarının ve çevre dayatmasının insanları iman ve ahlak yönünden gadre uğratarak onları mankurtlaştırdığının fakat bu mankurtlaşmanın çevresel koşullar değiştiğinde ortadan kalkacağı şeklinde telakki edip yazımızı bu telakki üzerine sürdüreceğiz. Bu telakkimizi ise Türk Milleti nezdinde etüt edeceğiz.

Türkler, sekizinci asırda İslam’la tanışmıştır. Bu tanışıklık, Satuk Buğra Han’ın bir Devlet Reisi vasfıyla İslam’ı din olarak seçmesiyle köklenmiştir. Bu olayın tabii bir sonucu olarak kendi halkı ve diğer Türkler, kitleler halinde İslam’ı din olarak seçmeye başlamıştır. İslam’la tanışmadan önce de muvahhit bir seciyeye malik Türk Milleti, İslam’ı din olarak seçerek bu muvahhit seciyesini tek yaratıcı olan Allah’a iman ederek hakikate tebdil eylemiştir. Gayrı, Türk’ün dini İslam, rehberi Kuran, önderi Gaye İnsan ve Ufuk Peygamber (sav) olmuştur. Türk Milleti, Hakk’ı bulmuş ve İslam’la şerefyap olmuştur.

Türk Milleti, bin yıldır Anadolu topraklarında İslam’ın eşi benzeri olmayan mayasıyla mayalanarak hayatını idame ettirmiştir. İslam, devletin yönetim mekanizmasından komşuluk ilişkilerine kadar her alanda Türk Milleti için esas teşkil etmiştir. Alicenap Türk Milleti, Devletini yönetirken de kendi hayatını yürütürken de her daim İslam’ın tayin ettiği sınırlar içinde kalmıştır. Mimarisinden sanatına; devlet yönetiminden aile ilişkilerine değin yegâne kıstas İslam’ın emir ve yasakları, helal ve haramları olmuştur. İslam’ın çizdiği sınırlar ve dengeler efradını cami ağyarını mâni minvalince Türk Milleti’nin içtimai hayatında makes bulmuştur.

Türk’ün, Allahsız ve imansız olmasını düşünmek havsalaları yakacak kadar insanlara zül gelmiştir. Akıllara, Türk deyince İslam, Türk deyince Müslüman, Türk deyince iman gelmiştir. Türk ve Müslüman kavramları arasında adeta et ve tırnak ikilisi kadar kuvvetli bir bağ peyda olmuştur. İnsanların zihnine, Türk denildiği an “o zaman Müslümandır” imgesi bir fikrisabit gibi yerleşmiştir. Türk, İslam’ın potasında eriyerek Müslüman Türk sıfatına tebcil etmiştir.

Şanlı Türk Milleti, bu hassasiyetini sürdürdüğü müddetçe mütemadiyen yükselmiştir. Bu hassasiyetini terk etmeye yüz tuttukça da mütemadiyen alçalmıştır. Bu hakikat, Tanzimat’la başlayan Batılılaşma sürecinden günümüze değin olan sürece bakılınca tam ve kesin bir biçimde belirgindir. Batı’nın maddeye kurduğu tahakküm ve bunun getirdiği madde planındaki gelişmişlik, Tanzimat aydınlarında bir yanılsamaya mahal vermiştir. Tanzimat aydınlarındaki o yanılsamaysa net olarak şu olmuştur: Madde planındaki gelişmişliği her alana ihata ettirerek Batı’nın her alanda gelişmiş olduğu kanısına varma aptallığı ve Batı’yı eşsiz telakki ederek onu her alanda kuru bir şekilde taklit etme ahmaklığıdır. Batı’nın madde planındaki ileriliğini, kendi ulvi ruhuyla yoğurup ortaya özgün bir şey çıkarmaktan yoksunluğun doğurduğu netice maatteessüf bu zillet ve şahsiyetsizlik çukuruna yuvarlanmak olmuştur.

Cumhuriyetin ilanından hemen sonra da tam dinsizlik çığırı açılmıştır. Tanzimat’la yuvarlanmaya başlayan kartopu Cumhuriyetle nihai büyüklüğüne erişmiştir. Vatan sathında yuvarlanan kartopu kütlesi Müslüman Türk Milletini, Müslüman olduğu için ezip geçmiştir. Başındaki Müslüman sıfatı okları hedefe çeken bir amil görevi görmüştür. İnkılap adı altında yapılanlar, dertlerinin inançsız, kuru ve kafatasçı bir Türk ile olmadığını en keskin bedahetle ortaya koymuştur. Müslüman Türk’ün camileri ahırlara çevrilmiştir. Minarelerinden ezan sesi kesilerek yerine Türkçe şarkı okutulmuştur. Müslüman Türk’ün başından takke ve sarığı çıkartılıp yerine fötr şapka takılmıştır, fötr şapka takmayan başlara ise yağlı urgan atılmıştır. Yönetiminde esas teşkil eden İslam rafa kaldırılıp yerine Batı tarzı yönetim getirilmiştir ve karşı çıkanlar Üç Aliler Divanında en sert cezalara müstahak görülmüşlerdir. Müslüman Türk’ü yöneten Devlet Reisleri tarafından Allah’tan ve Ahlaktan bahsetmek yasaklanmıştır.

Tarih kitapları Anadolu’da kurulmuş bin yıllık devletlerin bakiyesi yerine birilerinin oluşturduğu ve dayattığı tarih ile donatılmıştır. İlkokul, ortaokul ve lise talebelerine her gün birtakım insanların vizyonuna bağlı kalacağına dair antlar ettirilmiş ve o vizyonun dışına çıkılınca yurdu Şeriatçı umacıların basacağına dair masallar ve hikayeler anlatılmıştır. Eskiye dair ne varsa kötü olarak tavsif edilmiş, eskiyi savunan kimseler gerici olarak adlandırılmıştır. Çağdaşlık ve muasır medeniyetler yalnızca birtakım kimselerin vizyonuna sadık kalarak gerçekleşebilir denmiş, geri kalan tarihi şahsiyetlerin hiçbirine bir kıymeti harbiye verilmemiştir. Kuvveti ve dirayeti imanından mülhem bütün Türk Devlet insanları toprağın altına gömülmüş yerine kuvveti ve dirayeti Batı tarafından ipotekli birtakım devlet insanları konmuştur.

En kuvvetli, en dirayetli, en zeki devlet insanlarının onlar olduğu ve yalnızca bu insanlara sadık kalınması her kanaldan insanların zihinlerine zerk edilmiştir. Bütün dünyanın o birtakım devlet insanlarının ne kadar büyük olduklarından bahsettiğine ve onlara övgüler yağdırdığına dair gazetelerde dev manşetler yer almıştır(!) Her alanda o birtakım kimselerin bizi nasıl çağdaşlaştırdığı, Türk Milletini nasıl da gericilikten kurtarıp ileriliğe tevcih ettirdiğine dair teorik olarak programlar, planlar, projeler düşünülmüş ve bu teoriler farklı alanlara entegre edilerek pratiğe dökülmüştür. O birtakım insanların yüceliğine ve kudretine dair binlerce kitap basılmış ve bu kitaplar ilericilik! kisvesi altında zorla okutturulmuştur. O birtakım insanlar olmadan Türk Milleti’nin asla var olamayacağına dair mütemadiyen telkinler yapılmış ve nice subliminal mesajlar verilmiştir. Peygamberler ve alimlerin sunduğu hayatın artık yaşanamaz ve geçersiz olduğu ifade edilmiş bunun yerine birtakım insanların kurduğu hayatın yaşanabilir ve geçerli olduğu empoze edilmiştir. Bir tek onların açtığı yolda ilerlemek şart koşulmuş, diğer bütün yollar kullanılamaz hale getirilmiştir. Başka yollardan ilerlemek isteyenlereyse, birtakım kimselerin muhafızları tarafından alnına gerici yahut yobaz damgası vurulmuştur. Keza, onların gösterdiği hedef dışında bir hedef belleyenler de aynı akıbete duçar olmuşlardır. Necip Fazıl Kısakürek’in teşhis ve tespitiyle bu devrin hülasası tam olarak şu şekildedir: “Hiçbir Asya ve Afrika vahşi kabilesinde eşine tesadüf olunmaz bir (tabu) asabiyetiyle üzerinde düşünülmez, yanına sokulunmaz ve yüzüne bakılmaz “devrim” isimli öyle bir put yontuldu ki, gerçek oluşun hiçbir kanunundan bahsedilemez, insanoğlunun hiçbir hatırası dile getirilemez oldu. Olamamanın ve olamazlığın son haddiyle böyle oldu.” (bkz. İdeolocya Örgüsü Syf:89)

Böylelikle, Müslüman Türk Milleti, adeta birtakım jakobenlerin elinde deneme tahtası payesine büründürülmüştür. İslam’la ilintili ne varsa derhal imha edilmeye çalışılmıştır. Bütün çevresini İslam’ın ihtişamının ve güzelliğinin ihata ettiği Türk Milleti, birtakım jakobenlerin tagallübüyle bütün çevresi çağdaşlaştırma kisvesi altında İslam’sızlaştırmak için canhıraş çalışanların yaptıklarıyla ihata edilmiştir.

Bu sürecin nihayetinde vatan sathı çerçöp zihinlerle ve geçmişinden utanan kimselerle dolup taşmıştır. Anadolu prizine manevi ötenazi makinelerinin fişlerini takan kimselerin teoride planladığı senaryo pratiğe dökülerek semeresini vermeye başlamıştır. Her alandan uygulanan kültürel jenosit birçoklarının geçmişle olan bağlarını kopartmıştır. Kimileri, anne ve babasını gerici olarak görmüş ve doğduğu yerden hicap duymuştur. Kimileri, ailesinin mütedeyyin kimliğinden iğrenmiş ve dalından düşen yaprak gibi oradan oraya savrularak hazlarını gidermeye çalışmıştır. Kimileri, ailesini moruk olarak niteleyerek ve inançlarının da moruklaştığını ifade ederek kendilerini ateizmin fosseptik çukuruna yuvarlamıştır. Kimileri, doğduğu evin bir aile yuvası olduğunu unutarak LGBT’nin sapkın pençesine yakalanmış ve ailesiz bir dünya kurma idealine matuf gayret etmiştir. Kimileri, dinin hayata karışamayacağı martavallarını yutmuş ve deizm bataklığına saplanmıştır. Kimileri uğrunda bedel ödenen tesettür davasını bozuk para gibi harcayıp hiçlik diyarına sürgün etmiştir. Kimileri, annesinden gördüğü kadınlık tavrına yüz ekşitip kadının fıtratına savaş açmış feminizmin zehrine müptela olup güçlü kadın! pozları takınarak kadınlığını yitirmiştir. Kimileri, kendi yetersizliğini İslam’a yamayarak İslam’ı yetersiz bulmuş ve İslam’ı yenileme gayreti güderek küfür bataklığına düşmüştür. Kimileri öyle olmuş, kimileri böyle olmuş fakat birtakım kimselerin kurmaya çalıştığı geçmişinden utanan ve geçmişinden midesi bulanacak kadar iğrenen insancıklar Necip Fazıl Kısakürek’in deyimiyle “kendisine, öz evine, annesine ve babasına, çamaşırcı Hatce hanımın oğlu olup da derken vezirliğe yükselen bir türedinin utanç ve hakaret nazarıyla bakmış” ve vatan sathını bir böcek sürüsü gibi doldurmuştur.

İşte Türk Milleti bu şekilde modifikasyona uğratılmıştır. Modifikasyon diyoruz çünkü birtakım jakobenlerin tasallutu Türk Milleti’nin manevi hayatında kalıtsal hale gelmemiştir. Türk Milleti’nin kalıtsal olan özelliği bu birtakım fikirsiz militarist seciyelilerin dayattıkları şenaatler değil; Türk Milleti’nin kalıtsal olan özelliği imanı ve bu imanın doğurduğu ahlakıdır. Müslüman Türk’ü türlü mankurtlaşma mekanizmalarına maruz bırakmalarına rağmen imanını ve onun doğurduğu ahlakını mankurtlaştıramamışlardır. Çünkü o iman, onun ruhunun en derinliklerine işlemiştir. Kendini çağdaş zanneden Jakoben kabileler oraya kadar inememiştir… Asırlardır, birtakım kimseler tarafından sultanlaştırılan Batı’ya karşı mahkûm olmanın ve perestişliğin dikte edilmesine rağmen Türk Milleti’nin bünyesine bu zehri enjekte edememişlerdir. Türk Milletinin kanına bu zehri karıştıramamışlardır. Türk Milleti, Satuk Buğra Han’ın, Sultan Alparslan’ın ve Yavuz Sultan Selimlerin hizmetkarı olduğu İslam’a meftunluğunu daima muhafaza ve müdafaa etmiştir. O imanın kıvılcımı bu milletin derinliklerinde tutuşturulacağı günü beklemektedir. O kıvılcım, zihinlerini çöplerden temizleyerek arı hale getirmiş kimselerin gayretleriyle mutlaka tutuşturulacaktır.

Bu keşmekeşler vatanını asli hüviyetine tevcih etmenin tek yolu yükselme dönemlerinin ana kaynağı olan İslam’la gerçekleşecektir. Bünyeye sirayet etmiş bütün zehirleri ve Türk’ü Türk olmaktan çıkartan bütün zararlı unsurları yalnızca şifaların şifası olan İslam bünyeden atabilme kudretindedir. Necip Fazıl Kısakürek’in şu satırları gören göz ve duyan kulak için kurtuluş yolunun reçetesidir: ““İslam vecd ve imanının, ana sütünden daha beyaz ve daha temiz çarşafı üzerinde Yirminci Asrın dünyasına ait şifalı ve zehirli ne kadar yemiş varsa hepsini silkeledikten sonra bizden olan her şeyi çekici ve bizden olmayan her şeyi itici bir ana kıyas vahidine sahip, sağ elimizde Allah’ın kul değmemiş biricik Kitabı ve sol elimizde insanoğlunun olanca fikir ve iş kütüphanesi, ani bir şahlanışla, kendimizi bulma!.. Kurtuluşumuzun ve dünya çapında kurtarıcılığımızın reçetesi sadece budur: Ve bu reçetenin temel unsuru İslamiyet’tir. İşte bugünden başlayarak kendimizi çerçevelemeye memur bildiğimiz muhteşem ve açıklığı içinde bir o kadar mahrem hakikat!’’ (bkz. İdeolocya Örgüsü Syf:92) Verilen kurtuluş reçetesi daima yeniliğini korumaktadır. Müslüman Türk’e düşen görev kendisine doktor tarafından yazılan reçeteye uymaktır.

Batı’nın vatanımıza enjekte ettiği kimselerin çağdaşlaşma kisvesiyle geçmişi silip çağdaşlaşma maskesi altında dayatılan çevreyle modifikasyona uğratılan Türk Milleti, İslam’a olan meftunluğu hasebiyle maruz kaldığı çevreyi fikriyle ve ferasetiyle çepeçevre tepeleyerek ihtişamlı mazinin aydınlığında ihtişamlı atiyi kuracaktır. Yerin üstündekilerin hatırı için olmasa dahi yerin altındakilerin hatırı için Allah bu millete o yüceliği bahşedecektir. İnancımız da bu ideale matuf, gayretimizde bu ideale matuf, niyaz ve duamızda bu ideale matuftur. Servet Turgut’un da dediği gibi “Az daha sebat, az daha sabır… Yolun sonunda Alemler Efendisi, Fahri Kâinat Hz. Muhammed (sav) haklı çıkacak!”

Melih Mercan