Bu sayfayı yazdır

Cevherlerin Kıymetini Bilememek

Yazan: 18 Nisan 2020 1981

Müslümanlar olarak en büyük sıkıntılarımızdan birisi de kıymet bilemeyiş… Elimizdeki fırsatlarımızı, vakit bolluğumuzu, sıhhatli yaşamımızı, dinç gençliğimizi miskin davranışlarımızla adeta harcıyoruz. Kendi nefsimiz de bu işin içinde olmakla birlikte mütemadiyen bahanelerin ardına saklanıyoruz. Mükerrer bahanelerin ardına mütemadiyen saklanış sergüzeşti… Bahanelerimizi sorumluluklarımız üzerine izlal ediyor, nihayetinde ise sorumluluklarımızı bahaneler uğruna feda ediyoruz. Ani bir manevra ile bahanelerin izlaline, sorumlulukların güneşi indirilmez ise; neredeyse dipsiz uçurumlardan düşüş ve toprağın üzerine çakılış gerçekleşecektir. Nitekim İki Cihan Sultanı(SAV) hadisi şerifinde şöyle buyurmuştur:

“Beş şey gelmeden önce beş şeyin kıymetini bilin: Ölüm gelmeden önce hayatın, hastalık gelmeden önce sağlığın, meşguliyet gelmeden önce boş vaktin, ihtiyarlık gelmeden önce gençliğin, fakirlik gelmeden önce zenginliğin.”(Buhari, Tirmizi)

Ve yine şöyle buyurmuştur:

“Erteleyenler helak oldu.” (Müsned,1/139)

Müslümanlar olarak sağlığımızın, kalbimizin, gençliğimizin, dilimizin, gözlerimizin, elimizin zekâtını, uğruna tereddütsüz canımızın feda olması gereken, yaşama sebebimizi teşkil eden, gözlerimizin nuru ve gönüllerimizin süruru İslam’a veremiyoruz. Tevekkeli dememiş Servet Turgut: “Eksik oluş, oluşun katilidir!” diye. Hak tamamı ile zuhur etsin ki batıl tamamı ile zail olsun! Ucundan, yanından, ortasından, sonundan değil… Tamamı ile! Yükseltici aşk tepelerinden çürütücü taklitçilik çukurlarına sürüklenişimiz, geminin kaptanlığından, geminin forsacıları derekesine düşüşümüz hep bu yüzden! Ta ki, yalancı kaptanları, forsacıların kürekleri ile fikirsel manada ezene kadar hali pür melalimiz devam edecektir. Forsacı küreklerimizle geminin yalancı kaptanlarının kafalarını fikirsel manada ezebilmenin yolu ise; kalbimizin, gençliğimizin, dilimizin, gözlerimizin ve nicelerinin zekâtını verebilmekten geçiyor.

Kalbimizin zekâtını, kalbimize Allah-u Teâlâ’nın sevgisini alarak verebiliriz. Yani mekânı, mekânın Öz Sahibi’ne teslim ederek… “Ben yerlere ve göklere sığmadım, ancak mümin kulumun kalbine sığdım.” Her ferdin İlahi karargâhı mesabesindeki uzvu olan kalbi; zulmet, şehvet ve topyekûn dünya sevgisini içine alarak adeta onu çöp konteynırı derekesine düşürüyor ve İlahi karargâh istihaleye uğrayarak nefs-şeytan ikilisinin karargâhı halini alıyor. Bu sebepten ötürü Tasavvuf-Tarikat Mektepleri kalp zikri meselesinin önemine kesifleşiyorlar. Kalp, her saniyede ‘’ALLAH, ALLAH, ALLAH’’ diyerek asli hüviyeti olan İlahi karargâha yavaş yavaş istihale ediyor ve Öz Sahibi’nin ismi şerifi ile nurlanıyor. Neticesinde ise sürekli Allah diyen kalp, her meseleden İslam’ın davasına geçit aramaya iştigal ediyor. Allah’ın dostlarına muhabbet, Allah’ın düşmanlarına öfke melekesi antrenmanlarla güçleniyor ve kalp böylelikle zekâtını ifa ediyor…

Dilimizin zekâtını ise büyük İslam okyanusuna dalarak oradan idrak edebildiğimiz hikmet damlalarını millete, ümmete, insanlığa anlatarak, anlamlandırarak, meselelerin istinat ettikleri noktaları kafa cehtleriyle açarak verebiliriz. “Eliyle değiştirmeye gücü yetmezse diliyle onun kötülüğünü söylesin.” Hadis-i Şerifinin işaret ettiği yerler… Yani emri bil maruf nehyi anil münker yaparak… Dilimiz döndüğünce iyiliği emredip, kötülükten alıkoymaya çalışarak, Allah’ı zikrederek, Allah’ı anlatarak, Resulullah(SAV)’ı anlatarak dilimizin zekâtını ifa etmeliyiz.

Gençliğimizin zekâtını, gençliğimizin yolunda kurban olması gereken İslam’ın, ahkâm ve ahlakının cemiyeti ihata etmesi, “yaşanmaya değer hayat” idealinin sahte hayat tesellilerinin üzerine nur huzmeleri şeklinde doğması için harcayarak verme yolunu aramalıyız. Saçımızı ve sakalımızı, Hak ve Hakikat’in zuhur etmesi için ağartmalıyız. İmam-ı Rabbani Hazretleri’nin deyişiyle: “İman ve nefs cihadı yolunda simsiyah sakalını bembeyaz edene ne mutlu!” İman küheylanımızı aldatıcı mutlukların fani hislerinin çukurlarına değil, hakiki mutlulukların baki hislerinin doruklarına sürmeliyiz. Ki gençliğimizin zekâtını ifa edebilelim.

Gözlerimizin zekâtını da ilim tahsiliyle, Kuran’ı Kerim okumakla, veli zatları ziyaret etmekle, Allah için okumakla, sohbet halkalarında bulunduğun gönüldaşlarının samimiyetine bakmakla ifa etmeye namzet olabiliriz. Ve gözlerimizi harama bakmaktan koruyarak, haramı hatırlatacak şeylerden kaçarak…

Ve bunları yaparken gurura kapılmayarak, kurtuldum gözüyle bakmaktan şiddetle kaçınarak, ne yaparsak yapalım Allah rahmet etmediği müddetçe rızasının yanından, cennetinin kapısından geçemeyeceğimizin idrakinin bilincinde olarak davranmalıyız. Her hal ve fiilimizde rahmetini arama istikametinde mücahede ve mücadeleyle hareket etmeli ve “Ne yaparsam yapayım yetmez!’’ hissiyle, idrakiyle meseleye bakmalıyız.

Adeta cevherlerimizi hunharca harcıyor ve kıymetli olabilmesi için kıymetli meselelere yönlendiremiyoruz. Kıymet bilemeyiş gafletinden behemehâl sıyrılmalı ve cevherlerimizi mahzenlerimizden çıkartarak asli hüviyetine bürümeliyiz. Asli hüviyetinin verdiği elemin; aldatıcı hüviyetinin aldatıcı lezzetinden daha müstehap, daha lezzetli olduğunu zevken idrak etmeliyiz. Cevherlerimizi asli hüviyetine dönüştürdükten sonra da birkaç satır sonra yazacağımız ayeti kerimeyi hıfzımıza alabilirsek, Allah’ın açık çek verdiğini düşünebilirsek, bu dünyanın Allah indinde hiç kayda değer bir yer olmadığını anlarız.

“Biz, dünya hayatında da ahirette de sizin dostunuzuz. Orada, çok bağışlayıcı, çok merhametli olan Allah’tan bir ikram olarak sizin için canınızın çektiği her şey bulunacak, yine orada umduğunuz her şeyi elde edeceksiniz.” (Fussilet 31/32)

Allah’ın selamı üzerimize olsun…

Melih Mercan