Bu sayfayı yazdır

Kalplerin Anahtarı Kelam

Yazan: 18 Mart 2019 3018

Rabbimiz din gönderdi. Ferdî planda ona derinliğine iman edecek, onu idrak edeceğiz. Ama aynı zamanda dini toplumsal plânda genişliğine yayacak, hâkim kılmaya çalışacağız. Mesuliyetimizin bütün manzarası böyle tenazur eder. Allah’ın mealen:

“Ben insanı, eşya ve hadiselere tesir etmesi için kendime halife olarak yarattım…”

Diye buyurduğu hakikat… Cemiyetler, eşya ve hadiselerle örülü… Ona tesirin örgüsü de, kelimelerden oluşacak… Fert, halini arz ederken, başkalarının halini anlarken kelimeler hep vasıta… Ayet meali:

“Ona beyanı (düşünüp ifade etmeyi) öğretti.” (Rahman- 4)

Bu âlemde her şey vazifesini, bir şeye vesile olmakla yerine getiriyor. Kelimeler de, bir şeylere vesile olmaya vesile… Çünkü insanları Hakka davet ederken kullanılan kelimelerdeki tesir gücü, davetin kabulüne veyahut reddine sebep olur. Kelimeler serdedilir, sesler dalga dalga yayılır. Onların muhatabına erişişi gibi, tesiri de aynen böyle yayılıp muhatabına ulaşır. Tesir de ona göre… Hadis meali:

“Hiç şüphe yok ki sözde, büyüleyici bir tesir gücü vardır...”

Kelimeler etkili kullanılınca, saflarımız sıklaşır. Bir çift güzel söz, suya ya da çiçeğe edilince bilmekteyiz ki; durumlarına göre tesirleri oluyor. Kaldı ki; insan… İnsan kalbinin değişim ve işleyiş rotasını bile çoğu zaman kelimelerin kaptanları belirler. Kelimeler, din dilinin de askerleri… Servet Turgut’un ölçülendirdiği hakikat:

“Dinin dili; irfanın kafası, imanın kalbi ve amelin koluna da şamil hüviyetiyle bir çalıştırma düğmesi gibi… O çalışınca irfan kafası işleyecek, iman kalbi hissedecek ve amel kolu çalışacak…”

Her kelime bir emanet, sorumluluk senedi... Kıyamet gününde her biri, hesap verirken vetire… Söylenmesi gerekirken söylenmeyen kelimeler, hesapta zora itekleyen eller… Haksızlık karşısında susmak, bir yerde söylenmesi gereken kelimeleri söylememek demek… Dilsiz şeytanlığa ipotek…

“Sükût ikrardandır.”

Hakikatince, söylenmesi gereken kelimeleri söylememek, yani susmak, yanlışı ikrar etmek demek…

Dil ve kelime, Allah’ın en büyük nimetlerinden… Küfre nişane onlar, şehadete nişane onlar… Kişi diliyle; ya Hakkı konuşur, ya batılı… Göz, sadece görür… Kulak, sadece işitir… Ama dili “sadeceleyen” bir sınır yoktur. Alanı geniştir. Böyleyken, insanın en çok isyana tahsisli azası da dil… Kâh hakikat kapılarını açan anahtar olur insana, kâh belaya kapatan kilit… İmam Gazali Hazretleri’nin “İhya”sında geçen bir Hadis-i Şerif’te şöyle denir:

“Âdemoğlu sabaha çıktığı vakit, bütün azaları lisana derler ki: Bizim hakkımızda Allah’tan kork; çünkü sen doğrulur, doğruyu söyler, doğru yolda bulunursan, hepimiz doğrulur ve selamette oluruz. Şayet sen eğrilir, sağa sola kayarsan hepimiz de eğriliriz.”

Anlıyoruz ki; dil, insanın kurtuluş sebebi de, helâk sebebi de… Bir silah… Mesele, bu silahın hangi istikamette kullanılacağında… Hayatın anlamı, dilde… Usulün, başlangıcı da… Üstadımız Necip Fazıl, Büyük Doğu’yu inşa sürecine vesile usulü çerçevelendirirken şöyle der:

“Bu ihtilal-inkılâbın aletleri, söz ve kalem...”

Fikri, göz ve kulak yollarından, kafataslarına girip beyin zarları altına zerk etmek, O’nun için usul… Bizlere de, bu inkılâbın gerçekleşmesinde payımıza düşen vazifenin usulünü işaretlemiş…

“Usûlsüz vusul olmaz!”

Düsturundan hareketle, hitabımızın hedefine doğru ulaşması için belli usuller takip edilmeli... Bu usulleri de, Ayet, Hadis ve Kelâm-ı Kibar’dan damıtmak, okyanus diplerinden inci çıkarır gibi bulup çıkarmak mümkün…

Manayı kelimeye yüklerken, hitap muhatabına naif olmalı… Ayet meali:

“O vakit Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi.” (Ali İmran-159)

Bu uyarının bizzat muhatabı Allah’ın Resulü… Zaten insanlara tahammül noktasında Efendimiz, bu ölçüye insan haddi üstünde riayet etmiş… Böyleyken, naif tavrın da bir hududu bulunduğunu bizzat gene Kâinat Efendisi göstermiş… “Yerine ve muhatabına göre” hikmeti…. Bir adam Allah Resulü’nün yanında sol eliyle yemek yedi. Buyurdular:

“Sağ elinle ye”

Adam halini arz etti:

“Bir türlü yapamıyorum!”

Allah Resulü, karşılık verdiler:

“Yapamaz ol!”

Bu sert tavra sebep, aslında o kimsenin sol el dışında yiyememesi değil, inat ve kibir tavrının gösterilmesi idi. Nitekim adam, bu sert tavrın karşılığını buldu ve elini ağzına götüremez oldu. Kibir kötüdür ama yerindelik şuuruyla:

“Kibirliye karşı kibretmek sadakadır.”

Diye buyuran da bizzat Allah’ın Resulü’dür.

Gerektiği yerde onur ve izzetini korumak ilahi bir emirdir. Çünkü aslında böyle anlarda korunan şey, kişinin hususi şerefi değil, temsil ettiği mukaddes davanın şerefidir.

Sabırlı ve samimi olmak… Bunlar da usulden… İnsan, mahlûkatın en şereflisi ama en zoru da… Bu zorluk, maksadımızın kıymet ölçüsünce “sabır” mefhumunu insan için önemli kılar. Çünkü sabır, maksada ulaşmaya köprüdür.

Kalbe tesir dahi, sabır ile mümkün... Samimiyetle söylenen sözler, sabrın da yardımıyla ilmek ilmek muhatabın kalbine nakşedilir. İmam-ı Azam Hazretleri’nin kaydettiği ölçü:

“Kalpten çıkınca söz, kalbe ulaşır…”

Bir şaire sormuşlar:

“Şiirleriniz içinde en etkili olanlar mersiyelerinizdir. Acaba bunun sırrı nedir?”

Şu anlamlı cevabı vermiş:

“Biz onları ciğerimiz yana yana, içimiz kavrula kavrula söylüyoruz.”

Kalbin öyle bir muhtevası vardır ki, içine girebilmek için onun kapılarını sabırla çalmak, samimiyet anahtarıyla açmak gerekir. Madde planında söylenen kelamların, mana planında tesir edebilmesi için, o kelimelerin ancak gönülden çıkması ve gönlü hedef alması gerekir. “Bin düşünüp bir konuşmak” keyfiyeti de bu halden doğar. Ayet meali:

“Onların içlerine işleyecek, ruhlarına sızacak söz söyle…” (Nisa-21)

Kelamı söyleyenle bitmez iş, dinleyene de pay düşer. Anlatmak yetmez, paslanmış kalplerde sözler işlevini bulmaz. Yoksa dünyanın en güzel kelamını da etse insan, tesirsiz kalır. Kelamın sihri, o sihre muhataplık seviyesine erişmiş insanadır. Eğer yalnızca sözün güzelliği yetseydi, kelamların sırf O’nun mübarek kalbinden çıkmış olması sebebiyle mana kazandığı Allah Resulü’nün hitabına muhatap olan herkesin, bu kutlu davete icabet etmesi ve Müslümanlık şerefine erişmiş olması gerekirdi. Veli, minberde aşka dair konuşur. Nereden geldiği meçhul bir kuş gelir, konarken gagasını çarpar ve avuçlarına düşer. Veli kuşa derin derin bakar ve şu sözü söyler:

“Aşka ait kelimelerin cemâta ve nebâta bile tesiri vardır. Yalnız gafil insana tesir etmez…”

Usullerden belki de en önemlisi hitap edilen kişinin idrak edebilme kabiliyetini ve istidadını dikkate alarak kelimelerin seçilmesidir. “Fikrin sunumu” olarak ifade edilen “diyalektik” kavramı, “herkese anlayacağı dilden konuşulması” olarak özleştirilebilir. Her vahyin ilgili toplumun diliyle indirilmiş olması da bunun delilidir. Hadis meali:

“İnsanlara akılları nispetinde konuşun!”

Allah’ın Resulü de, yeri geldiğinde konuştuğu bir çocuğun seviyesine inmişlerdir. Doğru tedavi için, doğru teşhis şart… Muhataba göre hitap edebilmek için, muhatabın tanınması da… Ahireti inkâr eden bir insana tutup da, derin mütehassıslık isteyen tasavvufî meselelerden bahsetmek, toplama-çıkarma yapmayı bilmeyen bir kişiye, trigonometriden bahsetmek gibidir. Kanser hastasına, baş ağrısına has ağrı kesici vermek… Ekilmiş tohuma su yerine beton dökmek…

Kelimelerin gücü, onu kullanabilene neler sunmaz ki... Niceleri vardır ki; insana hakikat kapılarını açar, niceleri vardır ki insanı en kör kuyulara attırır. Kelamlarımızın hakikat kapılarını açan anahtarlar olması duasıyla... Ne demiş arif:

“Söz ola kese savaşı
Söz ola kestire başı
Söz ola ağulu (zehirli) aşı
Bal ile yağ ide bir söz…”

Medine Aksema