Bu sayfayı yazdır

Tarihin Alfabesi - 5

Yazan: 07 Temmuz 2022 825

“Göçtü kervan, kaldık dağlar başında…”

Yunus Emre

Geleceği ve geçmişi birbirine bağlayan şey inaçtır. Geçmişe inanmak veya geleceğe inanmak. Bunlar tahtaravallinin iki ucunu dengeleyen hayatımızdaki önemli kavramlar…

Bir veliden:

“Evvala inanmaya inan!... Neye ve nasıl olursa olsun, inanmaya inan!... Onsuz ne biz mevcuduz ne başka bir şey… İstersen bir odun parçasının tepesine sırmalı bir külah geçir ve ona inan…”

Meselemizi açalım:

Saltuk buğra han inandı, Karahanlılar doğdu.

Selçuk bey inandı, Selçuklular doğdu.

Alparslan Malarzgitte yeneceğine inandı, üstün geldi.

Fatih inandı, gemileri yürüttü.

Nurettin Zengi inandı, Urfa Haçlı kontluğunu yerle bir etti.

Selahattin Eyyubi inandı, Kudüs kurtuldu…

Niye? Ayet meali:

“İnanıyorsanız muhakkak üstünsünüzdür.” (Al-i İmran 139)

İnanıyorsak üstünüz, ayetle sabit, peki inandığımız gibi yaşamıyorsak üstün müyüz? Pek tabi değiliz. Güdük edebiyat, güdük sanat ve bunların konçertosundan oluşan sosyal bilimler… Bunların hepsi bugünkü konumuyla inanmaya karşı istinat duvarı gibiler…

5A2

Alemi İslam’ın her yaralı noktası bugün bir şeyler bekliyor. Kimden? İnananlardan. İnananlar nerde? Ya geçmişte ya gelecekte kervan kervan gitmekte, son bir lahza alemi İslam beklemekte…

Tam bu bekleme noktasında şunu bilmemiz lazım: Tarih faidesi herkese şamil bir ilimdir. Ulemaya feraset, avama bilgi, havasa hikmet verir.

Bekleme noktaları üzerinden üç tane soru soracağız:

Birinci soru: Türkiye’de sosyal bilimler insana neyi veriyor? İnsandan neyi alıyor? Cevabı çok basit, tarih veya edebiyat okuyan tanıdığınız varsa sorabilirsiniz.

İnsana MALUMAT (salt bilgi) veriyor, insandan MEFKURE (gaye, ideal) alıyor.

Oku adam ol! diye Anadolu’da beylik bir laf vardır. Bu sözün iki buudu var inceleyelim;

Türkiye’de YÖK’ün son istatistiklerine göre 127 devlet, 77 vakıf üniversitesi var. Vatan ve millet için çalışanlarını tenzih ederek soralım; “Bunlar bu ülkeye ne verdi?” Kökten beslenen ağaç misali bu ülkenin, bu milletin köklerinden beslendiler mi? Yoksa, kendi kitabını sattıran hocaları mı söyleyelim… Öğrencisine sulanan hocaları mı söyleyelim, türlü torpiller, evlenmek için üniversiteye koşan insanları mı? Daha neler neler… Demek ki bu iş okulla olmuyor.

Kitap okuma oranına bakalım: Türkiye İstatistik Kurumu’nun son verilerine göre Türkiye’de yeni yapılanlarla beraber 34 bin 555 kütüphane var. Pekiiiii, 34 bin 555 değil 34 tane mütefekkir, fikir adamı, dertli var mı? Cevabını size bırakalım… Hemen ekleyelim, gerçekten okuyanları vatana millete hizmet etmek isteyenleri tenzih ederek söylüyoruz. Demek ki sadece kitap okumak ile de adam olunmuyor. Maalesef ülkemizde “Dışkımı yedim.” diyen insanlar akademide kalıyor.

5A3

Meramımızı bir cümleyle özetleyelim:

Sosyal bilimciler toplumu, cemiyeti inşa eder; fenciler, fen bilimleriyle uğraşanlar ferdi yani bireyi inşa eder.

Selçuklu’da İmam Gazali, Nizamülmülk Osmanlı’da Âşıkpaşazâde, Kınalızade Ali, Şeyh Galip, Hoca Sadettin, Bâkî Cumhuriyet döneminde Necip Fazıl, Seyyid Ahmet Arvasi ve Osman Yüksel Serdengeçti gibi daha niceleri… Selçuklu’da toplum inşa edildi, Osmanlı’da toplum ihya edilip hüviyet kazandı, Cumhuriyet’te toplumsuz bir toplum inşa edildi. Ve hala edilmeye çalışılıyor.

İkinci soru: Peki bugünkü ahvalimiz, durumumuz moda tabirle “son görülmemiz” nasıl?

Çok konuşanın çok bilgili zannedildiği… Çok bilenin sessizce beklediği/bekletildiği… Hak ve hakikatin ötelendiği, garip bir zaman dilimine girdik. Keşke belgesellerdeki meşhur solucan deliklerine girseydik. En azından bilmediğimiz bir evrende, bildiğimiz gibi yaşardık, şimdi ise bildiğimiz bir evrende (!) bilmediğimiz dünyayı yaşıyoruz.

Televizyona ÇEVRİMÇİ, sohbete ÇEVRİMDIŞI…

Elektrik telleriyle çevrili siteye ÇEVRİMİÇİ, mahalleye ÇEVRİMDIŞI…

Kafe, bar ve gece hayatına ÇEVRİMİÇİ, kıraathane, cami ve medreseye ÇEVRİMDIŞI…

Toplu manasıyla hak, hukuk, adalet, ilim, irfan, alim ve arif çevrimdışı son görülme kapalı; hukuksuzluk gayri meşru ilişki, yolsuzluk, dostsuzluk, goygoyculuk, pavyonculuk çevrimiçi aktif…

Son soru şu: Şikayet edebiyatı ile bir yere varılabilir mi? Tenkit/eleştiri neye olmalı? Dert çok, sıkıntı çok ama bu işin çözümü ne olmalı?

Şikayet edebiyatı ile bir yere varılmaz ama bir mesafe kat edilir yani farkındalık kazanılır. Tenkit şu üç şeye olmalı

  1. Ben diyen
  2. Bence diyen
  3. Bana göre diyen…

     Çözüm ne? sorusunu diğer yazımıza bırakalım ama gönüllerimize nakşedebileceğimiz son söz sadedinde şunu diyelim; İmam Gazali ilmiyle, ameliyle göçtü Şeyh Galib, Baki göçtü. Abdulhakim Arvasi Hz. ve onun gölgesinde yetişen Necip Fazıl göçtü ve bizi yetim bıraktı. Sözün özü, kulun özü, Yunus’un sözü, o Yunus ki kırk sene eğri odun getirmedi. Necip Fazıl’ın kırk sene eğri yazı yazmadığı gibi… Yunus dedi:

GÖÇTÜ KERVAN KALDIK DAĞLAR BAŞINDA…

M. Mustafa Mucaz