Bu sayfayı yazdır

Bir Tağut - Dört Zümre

Yazan: 04 Şubat 2023 693

Cumhuriyet mahsulü, sarsak bir kitle var! Hem İslam içinde kalmak istiyorlar, hem de İslam içinde, onu ters yüz edecek şekilde tepinmek! Kısa bir anketle bunların, Kur’an’ın ekser kısmına inanmadıkları apaçık ortaya konabilir. Böyleyken bunların, Müslümanlık dışına alenen çıkacak kadar cesaretleri de yoktur. Allah’a bilmem kaç başlıkta düşmanlık ederler ama Allah’ın cennetini de, ne olur ne olmaz kaygısıyla boşlamak istemezler… Bu minvalde Kur’an’ı bile kaydettiğimiz sarsaklıklarıyla kendi keyiflerine göre tefsir etmekten geri durmazlar… Mesela Allah’ın:

“Dinde zorlama yoktur!” (Bakara-256)

Kelâmını, kendi tepinişleri için ruhsat sayarlar. Allah’ın bu kelâmıyla, din içinde olmayanları kastettiği, bir kere dine girdikten sonra, o dinin uyulması gereken, uyulmasa da din tarafından zorla uydurulacak nice hükmünün olduğunu bilmezler, bilseler de umursamazlar… Umursamadıkları için de, mezkûr Allah kelamını, inzal olunduğu ayet içindeki devamından okumaya meyletmezler:

“…Gerçekten doğru eğriden ayrılıp iyice belli olmuştur. Artık kim TAĞUTÎ GÜÇLERİ inkâr edip Allah’a inanırsa, muhakkak kopması mümkün olmayan sağlam bir kulpa sarılmış olur. Allah, işitendir, bilendir…” (Bakara-256)

Elbette, bu ayette apaçık, İslam’ın artık tebellür ettiğinin, onun küfürden net çizgilerle ayrıldığının, Allah’a inanmak için evvela Allah dışındaki tüm tağutî güçlerin, yani gizli ya da aşikâr putların, Allah’tan gayrı mabudluk vasfı atfedilen müşahhas ya da mücerret putların reddedilmesi gerektiğini de anlamazlar! Dahası İslam’ın en temel özü mesabesindeki “Kelime-i Tevhid”de ne için önce “Lâilahe” deyip Allah’tan gayrı bütün ilahlık namzetlerini reddettiğimizi ve sonra “İllallâh” deyip Allah’ı tebcil ve takdise yöneldiğimizi, yani Kelime-i Tevhid’in ne diye “İllallâhlâilahe” değil de, “Lâilâheillallâh” şeklinde olduğunu fark etmezler! İnanmak keyfiyeti yönünden mesele eğer bir bardağı nur ile doldurmak ise evvela bu bardaktaki ziftin boşaltılması gerektiğini zaten çakmazlar, bu sebeple zift dolu gönüllerini keyfe keder nur dolu sayar, İslam’a düşman vaziyetlerini, üzerine sadece Müslüman yazılı bir levha asarak izale ederler, ettiklerini düşünerek yani, geçinip giderler!

            Kur’an’a dışından, kaskatı, küpkütük, literal bir okumayla sülük gibi yapışık bir kitle var! Dün de vardı, bugün de var… Bunlar Kur’an’a dışından bağlılar mı? Bağlılar! Amma Kur’an’ı, Allah’ın muradı nokta-ı nazarından anlamak, yani Kur’an’a içinden bağlı bulunmak hususunda aynı kitle Kur’an ülkesine öyle bir istila ile musallatlık belirtirler ki, halleri, Kur’an ülkesi Bağdat’a Moğolların yaptığını aratmayacak yıkımlarla mahmuldür!

İslam’ın hâkim olmadığı bir diyarda bunlar, kendileri sanki de her şeye hâkimmiş gibi ahkâm keser, Kur’an ayetlerine karşı fiilî vaziyetleri aynı olan diğer Müslümanları iştahlı bir saldırganlıkla tekfir ederler! Mesela “Tağut” kelimesi, Allah’ın öz kelâmını yüklediği ve kendisiyle Allah’a karşı savaş açmış kişi ya da sistemleri murat ettiği Kur’anî bir kelime iken, bu kelimeyi sadece Müslümanları hışmetmek için sallanıp duran bir balyoz gibi kullanır, böylece Müslümanlık dimağı ile bu Kur’an kelimesi arasına, haliyle Müslümanlık dimağı ile o kelimeden kast edilen “tağutî güç” zümrelerinin farkındalığı arasına mesafe koyarlar! Kaş yapayım derken göz çıkarmak kavramı bunların bu sarsak vaziyetleri yanında öyle masum kalır ki; insanın bunlar hakkında “Gözü çıkarmak için kaş yapmaya çalışır gibi rol yapmak” gibi bir deyim üretesi gelir!

Yalnız tağutları ve tağutî düzenleri reddetmek kastıyla Kur’an’ın ortaya koyduğu bu ölçü, bunların elinde, bahtına tağutların ve tağutî bir rejimin patronajı altında doğmak düşmüş tüm Müslümanlar için “Nefes alırsan, kâfirsin!” gibi bir vasata döndürülür. Bunlar, kendileriyle aynı şartlarda yaşadıkları Müslümanlara karşı nefretlerini “Mahkemeye mi gittin, kâfirsin!” ithamından başlatırlar ve durumu öyle bir kasarlar ki, handiyse “Markete mi gittin, gene kâfirsin!” gibi bir vaziyete terfi ettirirler. Hallerine sarsaklık dışında bir karşılık aransa muhakkak “Müslümanları hayatın her sahasından silmek, kâfirler lehine izale etmek hainliği” düşecek bu kitleye tarihî bir zihniyet kökü aransa, bu kökü en güzel olarak en çirkin bir kimsede, Allah Aslanı Hz. Ali’yi cami yolundayken şehit eden, edince de derhal oracıkta şükür secdesine kapanan bir acayip mahlûkta göstermek mümkündür. Evet, İslam’ın en büyük birkaç şahsiyetinden biri olan, Mücahitler ve Mütefekkirler Başbuğu Hz. Ali’yi, “İslam’ın selameti için” şehit eden bu ucube mahlûk, gerçekte bir kişi, ferdî bir sarsak değildir de, vasfını tavsif etmeye çalıştığımız anlayışın arkaik ve sembolik bir insan suretidir ve el an, Hz. Ali’yi öldürmeyi Allah aşkıyla isteyici aynı ucubeliğin surlarında da sancağı dalgalanmaktadır!

Bir sancak ki, tarihî bir zihniyet kökü olarak mevzu bahis ettiğimiz işte o zümre namına dalgalanır!

Ve bir zümre ki; bunlar, cemiyete doğru şöyle holografik bir bakışla nazar edecek olsalar ve de gözleri mesela memura, doktora, bekçiye tevafuk etse, onlara “Kâfirsiniz!” der devam ederler, ya da öğretmene, esnafa, kabzımala tevafuk etse onlara da “Kâfirsiniz!” der devam ederler, dahası annelerine, babalarına, evlatlarına tevafuk etse, gene onlara da “Kâfirsiniz!” der devam ederler, daha da ötesi, oracıktan geçen herhangi birine tevafuk etse, ona da ennihayet sırf oradan geçiyor olması hasebiyle “Kâfirsin!” der devam ederler ve dahi durun durun, daha da ötesini kaydedeyim, bunların bakış seyri döne döne en son bir aynaya tevafuk etse ve orada bizzat kendi suretlerini görseler tereddüt etmez, kendi kendilerine de “Kâfirsin!” der devam ederler! Bunların tekfir hassası, ifrat üzre ifrat bir vaziyetle freni patlamış bir kamyon gibi yaşadıkları cemiyetin çarşı pazarında dolanır ve tekerleri altında ezilmekten bir tek, kanat havli ve gıdak radarıyla tavuklar kurtulur!

Bilir misiniz; Allah Aslanı Hz. Ali’yi şehit eden ucube yaratığın elindeki kallavî hançerden başka, dilinde de hançer diye şu ayet vardır:

“Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler, kâfirlerin ta kendileridir!”

Zaten elindeki hançerin sebebi de, dilindeki hançerdir. İma ve atfı da, Sıffin’deki Hakem Olayı ve hakem kararını onay ile beraber Hz. Ali’nin, iradesini güya Allah hükmünden başka kul hükmüne bağlamış olmasıdır…

İşte; evsafına nazarınızı çevirmeye çalıştığımız mezkûr zümre de, Allah için bütün Müslümanları, yalnız Müslümanları kesen bir hançer gibi kullandıkları bu ayetle biçmeye kalkar, Allah’ın bu ayetten muradını kendi idrakleri lehine tebdil ederler… Nice müfessir ve dahi Müfessirler Başı İbn-i Abbas, bu ayetin kâfir kılacaklarından kastın “Allah hükmüyle imkân var iken bile isteye, gönülden hükmetmeyenler” olduğunu kaydetmişken, bunların umuru olmaz, ayetin bağlamını, siyak ve sibakını göz önünde bulundurmaz ve böyle olunca da, Allah nizamının hâkim olmadığı bir diyarda yaşayan Müslümanlardan tek bir tanesi bile bu ayetten, daha doğrusu bunlar elinde hançerleştirilmiş bu hükümden kurtulmaz, en emin olanının mana böbreği, hiç olmazsa mana dalağı delinir, en kötü bir mana kulağı kopmuş olur! Bunların bulundukları cemiyet, o cemiyete hâkim olan kâfirler ve bir şekilde o cemiyette hâkimiyet altına alınmış müminlerden ibaretse eğer, kendi vaziyetlerine düşen karşılık, dam üstündeki geveze saksağanlıktan başka şey olmaz, bunlar öttükçe, eğer ötüşleri karşılık bulacak olsa, kâfirler zayıflamaz, daha da güçlenir, Müslümanlar güçlenmez, daha da zayıflar, dahası Müslümanlara hiçbir ince taktik ve strateji payı düşmez! Bunlar öter de, ötüşleri karşılık bulacak olsa, kâfirlerin Müslümanları gütme durumları ferahlık bulur, Müslümanların kâfirlere karşı kıyama geçme potansiyelleri cıvatalarından gevşer ve işte bunlar da bu vasatta; Kur’an’ı, sadece birkaç ayetini, onları da yanlış okumak, küskütük literalize etmek yoluyla kurdukları bir mitralyöz gibi kullanmaya devam ederler ve seri atışlarıyla isabetledikleri de yalnız Müslümanlar olur!

            Bu iki zıt insan zümresinin arasında, yani Kur’an’ı düpedüz takmayan gevşeklerle, Kur’an’ı kıt aklına takıp düpedüz bir gadretme aleti diye kullanan ahmaklar arasında, mevcut iklim koşullarında üremiş bir üçüncü zümre tipi daha vardır ki; bunlar, ilk zümrenin aleni küfrünü görüp isabetle onlara buğz ederler, ikinci zümrenin ahmaklığını da görüp, hem de daha bir kuvvetle buğz ederler, amma işte; ilk zümreden uzaklaşırken hayra yaklaşma melekeleri, ikinci zümreden uzaklaşırken pek de hayra yaklaşma şeklinde neticelenmez, zira ikinci zümrenin sınırlarını ifratla çizdiği ve halkasına da herkesi doldurmaya çalıştığı tağutî sisteme, tefritle silik ve soluk çizgiler çeker ve halkasına sanki de hiç kimse girmezmiş gibi davranırlar!

Daha da açık kaydedeceksek; hamakat kafasının “Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler” kapsamına herkesi alış sarsaklığı bunlarda, içsel bir korkaklıkla hiç kimseyi almaz bir darlığa dönüşür ve öncekilerin İslamî değil deyip isabet kaydettikleri ama içinde yaşayanları kâfir ilân edip halt ettikleri cemiyet nizamı, bunlarda içinde yaşayanların imanı kotarılsın diye tam İslamî farz edilmeye doğru sündürülür!

Tam İslamî bir nizam mı?

Evet; üçüncü cins bir sarsaklıkla bunlar, misal binlerce Anadolu kadınının, “hayat kadını” ismiyle resmen satıldığı, vergiye tabi fuhuş atraksiyonlarının normal sayıldığı bir nizamda İslamî bir nizam vehmederler, bu yolda mesela tağuta gözleri pek kesmediği için gözlerini tarihe sarkıtırlar, Cumhuriyet tosuncuklarına ait tablonun önüne Osmanlı aslanlarına ait bir tablo geçirirler, hele de iktidarda destekledikleri muhafazakâr parti var ise, de facto bir İslam devletini kurulmuş farz ederler, böylece açık delilik ile gizli nifak arasında bir yerlerden, fikir ve iman haysiyetinin yüzüne karşı adeta nanik yapıp dururlar!

Tağut deyince ilk zümrenin, sırf literatüre olan alerjilerinden dolayı yüz ekşittiği, ikinci zümrenin nefes alan herkese tağutlara şayan birer kostüm giydirmeye çalıştığı yerde bu zümrenin hocaları, “tağut” kelimesini duyunca derhal ikinci zümrenin üzerine hücuma kalkar, bunu yaparken, tağutların ve dahi tağutî rejimin de gözüne girmekte olduğunu gözünden kaçırmaz, bu sebeple tağutlara karşı “Seni gidi haylaz!” çapında yaptığı hücumu mevzu bahis bunlar olunca “Vurun! Parçaları kalmayıncaya dek vurun! Namus günüdür vurun!” çapında bir linçe çevirirler!

Ve şeytanî zevk veren nefs emniyetli bu linç de bunları gitgide, genelev önündeki vardiyasından uyandırdıkları bekçilerle Kudüs’ü bile fethetmek vehmine düşürücü, bir acayip fikir felcine duçar kılar!

Nasılsa bunlar, Müslüman etiketine rağmen Müslümanlıkla alakası pek de kalmamış ilk zümrenin dinsizlikleriyle uğraşınca, kendilerini pek dindar hissedici bir morfine de sahiptirler!

Bu morfinle kendilerini, mitolojinin yarı at-yarı insan sentorlarına benzeyen yarı dinli-yarı dinsiz zümre yanında tam dindar hissederler, mitolojinin tek gözlü devleri kykloplarına benzeyen ve din sopasıyla herkesi dinsiz diye dövenler zümresi yanında sahici dindar sayarlar, böylece bunların tağutlarla olan kavgası da iki arada bir derede temposunca bir antrenman cedeline döner! Bu halleriyle de tağutlar için bunlar, kendi düzenlerini yıkma potansiyelindeki yıkıcı kimseler olmaktan çıkarlar ve, kendi düzenlerini daha bir düzenlemek potansiyelindeki toparlayıcı kimseler haline ererler! Öyle ya; tağutun kendi malını, dindarlıkları (!) icabı çalmaz çırpmaz diye kendilerine emanet edeceği bunlardan daha güvenilir kimsesi de yoktur!

Misal; Tağut Nemrut’un en nefret ettiği kimsesi kimdir?

İbrahim Aleyhisselam!

Ya Tağut Nemrut’un en sevdiği kimsesi kimdir?

Elinden baltası alınmış ve kendisi olmaktan çıkmış İbrahim!

İşte; ilk zümre ile ikinci zümre arasında neşet eden üçüncü zümre, iktidar nimetlerinin burunlarına koklatılan kokusu, tağut tehditlerinin kulaklarına fısıldanan korkusu sebebiyle, ellerindeki baltalarını toprağa bir daha oradan çıkarmamak üzere gömen ve baltasız hınçlarıyla azamî horoz gibi öten bu zümredir!

Mevcut rejimin tağutu ya da tağutun mevcut rejimi de bu sebeple bunları, örtülü bir aşk cilvesiyle içten içe sevip durur!

Niye sevmesin ki!

            Dinde gevşeklerin, dinde kütüklerin ve dinde hödüklerin zümre zümre kapladığı bir cemiyetin eğer yüzünü zitf değil de nur kaplayacaksa, bu da dördüncü bir insan tipinin zümreleşmesi ve diğer üç zümreyi kendi lehine galebe çalmasıyla olacaktır!

Bir insan tipi ki; Allah ve Resulü’nün dost ve düşmanlarına amasız bir alenilikle dost ve düşman olur, İslam’a bütün bir iştirakle bağlandıktan sonra şahsiyet heykelini, onun zahir ve batın ölçüleri arasında, onun her iki yanını da gönlünde tevhid edici bir edayla yükseltir ve işte tam da bu haliyle tüm dikkatini, İslam’ın önündeki setleri yıkmaya odaklar!

Bu insan tipinin nazarında, gayet basit bir vakıa olarak tağut ve tağutî rejim, İslam’a kota koyucu her kafa ve her sistemdir!

İlk zümrenin, İslam’dan yana kotalı kafasıyla, İslam’a kota koymuş sistemin dağını her şeyiyle vatan bellediği, ikinci zümrenin, İslam’a kota koymuş sistemin dağına yıkılsın diye, o dağın beslediği ya da ezdiği fark etmeksizin herkesle beraber sadece küfrettiği, üçüncü zümrenin, aynı dağı güya yıkmak için onu kaşıkla bir yandan oyup öbür yandan da başka dağdan ona kepçeyle kum taşıdığı bir vasatta, dördüncü zümreyi teşkil etmesi gereken bu insan tipi, bağlandığı dört başı fikir ve bu fikrin kendine bahşettiği tam teşekküllü dünya görüşüyle ortaya dev TBM makineleri çıkarır ve mevcut dağı onunla belli bir plân dâhilinde oymaya başlar! Ulvi emeline şayan üstün stratejisiyle o bilmektedir ki; İslam’a kota koymuş bir sistemin dağı kum kum ufalanıp düzlenmedikçe, Müslümanlık ovasından da millî ruh kabartıları yükselmeyecek, haliyle Müslümanlara düşen azamî hürriyet payı da alışılageldiği üzere, kodesleştirilmiş camilerde afyonlanmış mahpusluktan ilerisi olmayacaktır!

Bu insan tipi bilir ki; zümreleşebilmesi için, dıştaki Tağut ve tağutî rejime bakarken, içindeki tağutî yatkınlığı da görmesi ve eşgüdümlü bir ceht ile icabına bakması lazımdır. Zira Tağut, dışından ona gadreden kabartıyla beraber aynı zamanda, içindeki bombesiyle nefsidir de, dünyadır da, mâsivallahtır da, uğrunda maveraî gaileden soyunulan kadındır da, paradır da, makamdır da ve dahi, dıştaki aleni putları yıkmak emelinden alıkoyan içteki gizli putlardır da!

Ve bu insan tipi bilir ki; yer altı suyu gibi dışa taşmadıkça, güneşten nice yakıcı ışık ve ısı yiyip buharlaşmadıkça, cemiyetin başından da onu pisliklerinden temizleyecek sağanağa durulamayacaktır…

Zaten; bu manada yağmurlaşmadan, Tağut’un kesme şekerden heykelinin erimeyeceğini, tağutî rejimin çöl zorbalığıyla serpili hâkimiyetinin sonlanmayacağını bilmek, bu insan tipinin, diğer üç zümrenin insan tipinden fasledici çizgisidir…

Öyleyse bütün iş, bu çizginin berisinde bu insan tipinin zümreleştirilmesindedir!

Bu insan tipinin zümreleşebildiği gün, Tağut’a tapmaktan kaçınmak ve Allah’a yönelmek yolunun da açıldığı ve bu insan tipinin müjdelendiği gündür!

“Tağut’a ibadet ve hizmet etmekten kaçınan ve içtenlikle Allah’a yönelip bağlananlara gelince, onlar için müjde vardır...” (Zümer-17)

Yani o gün, “Lâilahe”nin bir kanat ve “illallâh”ın ikinci bir kanat olacağı, sonra cemiyete iki yanından kaynayan bu iki kanatın onu manada “Lâilaheillallâh” vatanına doğru uçuracağı gündür!

Ve o gün, mübarek insanlar eliyle erilmiş, mübarek bir gündür!