Bu sayfayı yazdır

Bizi Bizden Kurtar, Rabbimiz!

Yazan: 18 Eylül 2022 729

İnsanda iki cihet vardır. Biri zulmanî ve nefsanî, diğeri nuranî ve ruhanî olarak iki cihet… Zulmanî ve nefsanî cihet insanı her daim süfliyet, kesafet ve zulmete çeker. Nuranî ve ruhanî cihetin insanı her daim çektiği keyfiyetlerse, ulviyet, letafet ve nuraniyyettir. İnsana yakışan ve insana düşen, ruhunun onu çektiği cihete gitmek, vücudunda ruhunun hükümranlığını tesis etmektir. Tersi olunca, yani nefs ve avanı insan vücudunda hâkimiyet belirtince, insanî hakikat perdelenir, böyle olunca da Allah, o vücud sahibinden rahmetini çeker. Bunun manası, insanın, insanlık makamından tedricen düşmesidir. Zaten insana şeref izafe eden tarafı da, ruh tarafıdır. Ruh tarafının nefs tarafı lehine galebesi ise, insan için daha büyüğü olmayan bir musibettir…

İçimizden hangimiz, bu musibete nezleden kansere bir tedricat nispetiyle yakalanmadığını iddia edebilir ki? Bu musibetten yana kimimiz nezleyiz, kimimiz kanser… Öyleyse bu nezleyi izale edip kanseri iyileştirecek edviye-i ilahiyeyi bulmak ve kullanmak, hem kurtuluşa ermek ve hem de kurtuluş yolunu açmakla eşdeğer bir ameliye değil midir?

Allah’ı gerçekten seven hiç, nefsini gerçekten sevebilir mi? Allah sevgisi ile dünya sevgisi hiç tek bir gönülde tecemmüm eder mi? Allah’tan başka şeyler de sevilmez mi? Sevilir… Ama ancak Allah için sevilirse, bu sevgi nefsanîlik damgası yemez! Peki, “Ben filan falanı Allah için seviyorum!” denilince bu sevgiye ruhanilik mührü vurulur mu? Elbette hayır… Köpek, “Ben aslanım!” demekle, aslan mı olur? Tenekeye altın yazılmakla, altın mı olur? Öyleyse bu işin köpeklik ve tenekeliğini imha, aslanlık ve altınlığını ihya etmek gerekir… Bunun da bir usulü vardır… Davul gümletip “Kış kış cinler!” dercesine nefse gösterilecek tedbir ve tekdirler, işe yaramaz… Kekliği bile öksede haps için, talim, taktik ve tertip lazımdır. Kıldan tüyden bir ihtisas için bile berber yanında çıraklık etmeyi gerektirecek bu talim, taktik ve tertip işi, hele ki insanî hakikatin hazinesini ortaya çıkarmak mevzu bahis olduğunda, elzem bir şart olarak belirir. Bu şart, hakiki bir evliyanın sohbetini solumak, muhabbetini yudumlamak ve ona kâmil bir tabiiyet ile ittiba edip, manevi mevcudatını üzerimizdeki hırkadan alâ mevcudumuzda bulundurmaktır… Unutulmamalıdır ki, didar-ı evliya, mirat-ı haknümadır. Arif olanın nazar silgisi, muhatabının kalp sahifesinden evvela gaflet ve zulmet karalamalarını siler, sonra da sildiği yerlere lisan kalemiyle hikmet, marifet, esrar ve hakaik beyitleri imlâ eder. Böyle bir gönülde iç kıymetler çetelesi tutulmuştur ve gerisi, nefsin kalesini zapt için her an uyanık kalıp hücum tavrında kalmaktır. Sahabînin, Allah Resulü’nün yüksek huzurlarından aldıkları agâhiyet ile her an bu uyanıklığı yaşamaları, nefse en kâmil gaflet anlarında bile soluk aldırmayacak hücumu takınmaları, hâl lisanıyla derin ve gerçek müminlere çok şey söyler. Yolda karşılaşmasında bile Sahabînin, “Gel beş dakka kenara çekilelim de, iman getirelim!” şeklinde icraya dökülen halleşme adabı, aynı zamanda nefsi terbiye adabıdır ve her mümine örnekliktir. Beş dakka ya da bir ömür, kişi nefsinden ne terk ederse, onu Allah’tan kazanacaktır. Allah’tan kazanansa asla kaybetmeyecektir. Öyleyse bu hakikati, dilden kalbe, sözden dimağa indirmelidir. Handiyse iki gönüldaştan biri yekdiğerine çay ısmarlasa:

“Bu çay değil ruhî sây,

Zatını onla döndür

Harlansa sendeki pay

Nefsini daldır söndür!”

Gibi bir manayı takdim eder gibi ısmarlamalı, bu manada her gönüldaş yekdiğerinin agâhiyetine yardımcı olmalıdır… Unutmamak lazımdır ki, bu yolda maddî manevî ne harcasak, Allah onlardan daha hayırlısını ve daha çoğunu mutlaka verecektir…

“De ki: Rabbim, kullarından dilediğine bol rızık verir ve (dilediğinden de) kısar. Siz hayra ne harcarsanız, Allah onun yerine başkasını verir…” (Sebe-39)

Yeter ki; Allah’ın emrini nefsin talepleri üzerine takdim ve tercih edelim, bu gayretin sonu mutlaka saadet ve mutlak zaferdir. Nefsin isteklerine vurulacak ket, bir kanattır… Dava yolunda gösterilecek sa’y ü sebat, bir diğer kanattır… Bu iki kanadı aynı anda çırpmadan, insanî hakikat emelinin diyarına uçulmaz… Bu uçuşu gerçekleştirmeden de, içi ve dışı Müslüman olunmaz…

Görmez misiniz ki, devrimizde Müslümanlık, marka Müslümanlığına tenzil etmiştir. Etiketinde Müslüman yazan nicesinin ya hem itikadı çarpık hem ameli yoktur, ya ameli vardır ama itikadı çarpıktır, ya itikadı düzgün ama ameli yoktur ve dahi nicesi İslam’ın nâs mesabesindeki nice emir ve nehyini tahfif edip yele vermiştir. Sorsan herkes Müslümandır ama Müslümanlık kantarıyla tartsan bunlardan nicesinin Müslümanlık ile gerçek bir bağı kalmamıştır. Öyleyse hem ferdî, hem de toplumsal manada Müslümanlığı hakiki manasına terfi için, ferdan ferda ve toplumsal çaplı mücadeleler vermek lazımdır. Bu mücadele de ancak, kendisini kendisinden kurtarmış gerçek yiğitler eliyle olacaktır… Yiğit de odur ki; Allah’ın emrini hem kendine, he de cemiyetine hâkim kılmak derdinde ve gayretinde olan kişidir. Bizim yolumuzda yiğitlik, bir yandan cemiyetini kurtarmak derdiyle inlerken, aynı anda Allah’a her an şu duayla yönelmektir:

“Bizi, bizden kurtar Rabbimiz!”

Biz, bizi, bizden kurtarmak için gayret sarf ettikçe göreceğiz ki, cemiyetimiz de Rabbimizin düşmanlarından peyderpey kurtarılacak… Cemiyetimizi Rabbimizin düşmanlarından kurtarmaya gayret ettikçe göreceğiz ki, biz de, bizim tahakkümümüzden peyderpey kurtulacak…

Bu kervan yürüyecek ve bu kervan, Allah’ın tam hâkimiyetinin tesisi edilmesi manasına yolda dizilecek… Yeter ki, nefislerimizi ayaklarımıza bağ olmaktan çıkarabilelim… Ve böyle olunca nasıl da kanatlanabileceğimizi fark edelim…