Bu sayfayı yazdır

Bir Şeyi Kötü Müdafaa, O Şeyi En İyi Yıkma Yoludur! 11 Maddede Kısa Kısa: 15 Temmuz'u Nasıl Hiçleştiriyorlar?

Yazan: 09 Ağustos 2022 1706

1-) Kemalizm, sıfırdan bir millet yaratmak is­tedi. Elbette yaratamazdı, yaratamadı da… Çün­kü mahiyeti itibariyle inşa edici bir ideolojiye de­ğil, yıkıcı bir hissiyata malikti. Zaten çabaları da bu minvalde işledi. Yani üzerinde çalıştığı milleti yeniden yaratamadığı gibi, onu yaraladıkça yara­ladı…

2-) 1930’lar ve 40’lar böyle geçti. 1950’liler­de Müslüman Anadolu halkının önüne, Kema­lizm’den sahte bir intikam alma aparatı kondu. Şöyle ki; tüm dünya sathında, Sovyet Rusya ve Komünizm tehlikesini bertaraf için ABD tarafın­dan bir demokrasiye geçiş furyası başlatılmıştı.

Türkiye’de de bunun yansıması, CHP karşı­sına ikinci bir partiyi konumlamak ama bunu ya­parken de, CHP ile yıkadurdukları şeyi yeniden inşa etmeye kalkışmayacak bir parti olmalıydı. Zira Mustafa Kemal, daha evvel 1930’da bu ikin­ci parti olayını bizzat denemiş, kendi adamlarına verdiği talimatla Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı kurdurmuş ama bu parti sadece üç ay içinde, CHP ile beraber Kemalizm’in sonuna getirmeye odaklanmış bir merkez haline gelince onu kapat­mak zorunda kalmıştı.

1950’lilerde bu tecrübe gözden kaçırılamazdı. Kaçırılmadı da… Ve işte bu dikkatle, CHP’den ve Kemalizm’den asla gerçek bir intikam alamayacak ahvaliyle, 1946 doğumlu Demokrat Parti sahneye sürüldü.

3-) Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın sadece üç ay süren ömrüne karşılık, Demokrat Parti on yıl yaşadı. 27 Mayıs 1960 darbesiyle öldürüldüğü gün arkasında, kendisiyle murat edilen şeyi, hem de ölmemek üzere miras bırakmıştı. Bu miras, İslam düşmanı CHP karşısında, asla gerçek bir İslam dostu olmadan ama İslam dostuymuş gibi de davranabilici bir kimlikti. Artık siyaset sahne­sinde bir İslam’ın has düşmanı CHP olacaktı, bir de İslam’ın dostuymuş gibi olanlar… İslam’ın dostuymuş gibi olanlar eliyle artık, ezelî ve ebedi köle mesabesindeki CHP’nin burnuna da, terbiye etme halkası geçirilmiş oldu…

4-) Sahte düşman, gerçek dosttur. CHP kar­şısına 1960’lar, 70’ler, 80’ler, 90’lar boyunca çıkarılan “sahte, CHP düşmanı partiler”, birer “sahte CHP” idi ve CHP’den âlâ Kemalist reji­mi ayakta tutarak aynı rejime gerçek bir dostluk göstermiş oldular… Ama 2000’li yıllara gelindi­ğinde, rejim, bir çadır tiyatrosu gibi işletilen bu manzara karşısında renkten-çizgiden boşalmış, boş bir manzara haliyle artık işlemez olmuştu. 2001 yılında Tandoğan Meydanı’ndaki esnaf mi­tingi, sanki de rejimin salası gibi bir mahiyet arz etmekteydi. Devlet kilitlenmiş, resmî bir evrak, aynı oda içindeki karşı masaya bile ulaşmaz ol­muş, CHP’nin nadası vaziyetindeki DSP ile sahte CHP muarızı ANAP ile MHP ortaklığı bile duru­mu kotaramamıştı…

5-) Bu vaziyette sahneye Ak Parti çıktı. Buna çıkarıldı da diyebiliriz. “Çıktı mı, çıkarıldı mı?” mevzuunun fasledici çizgisi, Ak Parti’nin süreç içinde rol üstüne rol kesebilme kabiliyetinde dü­ğümlüydü. Neticede başlangıç itibariyle kurucu­larının rejim muhalifi isimler oluşu Ak Parti’ye, Müslüman Anadolu nezdinde rejimin okunmuş salasını, cenaze namazıyla tamamına erdirecek­leri yönünde bir opsiyon tanıdı. Ama işte Okya­nus Ötesi, bu salayı cenaze namazına değil, hayat güfteli bir şarkıya avdet ettirmek istemekteydi. Ak Parti, iki şeydi, hem Müslüman Anadolu’nun “rejime son darbeyi indirip gebertecek kahrama­nı”, hem de Okyanus Ötesinin “darmadağın ol­muş rejimi tadil edip ayağa kaldıracak aparatı” idi. Başın başında iş böyle başladı. İlk on yıl, bu opsiyonla ve zaten DSP- ANAP-MHP elinde dip yapmış devlet aygıtının toparlanma süreci olarak geçti. Bu sürede rejimin bazı vesayet kurumla­rındaki kıpırdanma da, bu opsiyonu Ak Parti’ye Anadolu desteği şeklinde perçinledi.

Vesayet zayıfladıkça Ak Parti güçlendi.

Aslında bu duruma, vesayetin zayıflamasını isteyen Okyanus Ötesi de refakat etmekteydi.

Kemalist rejimin, tıpkı 1950’de olduğu gibi, CHP ile beraber terbiye edilmeye ihtiyacı var­dı. Çünkü Kemalistler, kurucu ideolocya değil de, yıkıcı hissiyat olan mahiyetlerini bağnazlığa evirmiş ve misal, başörtüsü, İslam’ın baş düşma­nı ABD’de bile serbest iken Türkiye’de yasak­lar listesinin başına konmuştu. Bu durum, bütün dünyaya, kendi mamulü olan sahte bir İslam ge­tirmek isteyen ABD’nin işine sekte vurmaktaydı. İlletli Kemalistlerin, çamaşır ipine asılı bez par­çalarında bile başörtüsü olması muhtemel bir ha­yalet manzarası tenazur ettiği bu vasat, ABD’ye “radikal İslamcılığın” güçlenişi olarak geri dön­mekteydi. Ilımlı İslam’a geçilecek, “baltasız İb­rahim” devri tesis edilecekti! ABD, yasak istemi­yordu. Oysa Kemalizm, ne olduğu ile değil, ne olmadığı ile tanımlanan ucube bir anlayış oldu­ğundan, yasaktan besleniyordu. Gitgide kolpadan bir vatanseverlik ile at başı kronikleşen bu duru­mu işte ABD, burnuna halkayı ilk 1950’de geçir­diği rejim şahsında izale edecekti. Yani Ak Par­ti’nin “Ortaya çıktı mı, çıkarıldı mı?” hikâyesi, hala çift şeritli bir yol olarak iki ihtimali kendin­de ve birlikte barındırmaktaydı. Şimdilik niyet­ler, aynı hedefe doğru hışım tavrıyla odaklıydı. Bir farkla ki; ABD, Kemalizm’i terbiye edecekti, Müslüman Anadolu halkının zannına göre de Ak Parti, Kemalizm’i öldürecekti! Bu noktada, bu işin ifası için bir başka hususta daha mutabık ka­lındı. Köklü Kemalizm vesayetini terbiye edecek aparatta!

6-) Bu aparat, ABD’nin, 1960’lardan, Ko­münizmle Mücadele Derneği’nden beri Türkiye Cumhuriyeti Devleti içine peyderpey yerleşme­sini teşvik ettiği Fetullah Gülen yapılanması idi.

Emniyet, Silahlı Kuvvetler, Adliye ve dahi kayda yarar bütün devlet organları on yıllar bo­yunca, bukalemun titizliğiyle bu yapının eleman­larıyla doldurulmuştu. Ak Parti, onlarla senkro­nize oldu. Her ikisini de, ABD senkronize etti. Müslüman Anadolu halkı detayları bilemezdi. Neticede, hayatı burnundan getiren burnu büyük­ler bir şekilde terbiye edilmekteydi. Bu dönem­de Fetullah Gülen yapılanması, en az yirmi kat daha büyüdü. Bu durumu Ak Parti lideri Erdo­ğan, durumun kavgaya evrilmediği tartışma dev­resinde “Ne istediler de vermedik!” diye bizzat ifade etmişti. Zaten istatistikî bilgiler de bunu teyit etmekte... Demokrat Parti’nin öldürüldü­ğü 1960’tan sonra Fetullah Gülen yapılanması­nı, ülkeye gelen bütün iktidarlar, gene ABD’nin senkronizasyonu ile desteklemişti ama Ak Parti devri, bu desteğin zirveleştiği bir dönem olmuş­tu…

7-) Durum öyle zirve yaptı ki, bir gün Fetul­lah Gülen, Ak Parti lideri Erdoğan’a artık tüm ip­leri kendine bırakmasını bile iletti. Bu da gene, ABD’nin istediği bir şeydi. Çünkü Erdoğan da bir yerden sonra, kontrolden çıkmıştı. Bu çıkış da, Müslüman Anadolu’nun Erdoğan’a desteği­ni zirveleştirdiği bir devir oldu. Zira hüsn-ü zan hissinin tenazur ettirdiği bir manzara aynı halkın gözüne Erdoğan’ı “Buraya kadar getirdi, buradan sonra kendini açık etti, o yüzden onu yok etmek istiyorlar!” gibi bir manayla görünmekteydi. Er­doğan da bu sinyali alınca ipleri gerdi. Fetullah Gülen yapılanması bu süreçte, MİT Başkanı Hakan Fidan üzerinden ilk hamlesini 7 Şubat 2012’de yaptı. Hakan Fidan alıncak ve vesile­siyle Erdoğan ezilecekti. Erdoğan’ın dik duruşu vesilesiyle bu hamle tutmadı. Akanbinde 17-25 Aralık 2013 operasyonları gerçekleşti. Bu ope­rasyonlarla Fetulah Gülen yapılanması, Ak Parti içine çöreklenmiş mamacı taifeyi resmedecek, Müslüman Anadolu halkına bu yolla onlardan gönül kusturacaktı. Ama bu da tutmadı. Süreç, 2016’daki darbe kalkışmasına kadar bu minvalde yürüdü. Hırlamalar, gürlemeler, algı çalışmaları filan…

8-) Neticede Fetullah Gülen yapılanması, devletten peyderpey tasfiye edilmeye başlandığı­nı görünce telaşa kapıldı ve 15 Temmuz 2016’da ordudaki gücünü kullanarak darbe kalkışmasında bulundu. Müslüman Anadolu halkının Erdoğan desteğindeki zirvesi bu kalkışmada ortaya çıktı.

Tankların altına yatıldı, pike çeken jetlere “Gel gel erkeksen!” diye seslenildi, bütün şehirlerde darbecilere “Hepimizi öldürmeden asla!” mesajı verildi ve darbe püskürtüldü. Müslüman Anado­lu halkı, Erdoğan’a dibine kadar destek olmuştu. O’nu “Abdulhamid’in yalnızlığına” bırakmamış­tı. Ama işte bu da artık olmuş bitmiş bir şeydi. Artık Ak Parti ile Erdoğan, Müslüman Anadolu halkına sahip çıkmalı, onu “Abdulhamid’in yal­nızlığına” bırakmamalıydı. Bu da, henüz olma­yan, olması gereken bir şeydi…

9-) Amma işte… Can yeleğinin, en çok deniz ortasına düşülünce lazım gelmesi gibi, Ak Par­ti’ye de fikir en çok bu süreçte, yani darbe ardı süreçte lazım gelirdi ama yoktu! O güne dek, kaba dindarlık ve mabeyn numaralarıyla günü kotaran Ak Parti, kendisine on beş yıllık ülke idaresinin tam tefsirini yaptıracak ve yeni süreç için esaslı bir istikamet çizdirecek fikirden yok­sundu. Öyle ki Erdoğan, Üstadımız Necip Fazıl Kısakürek’i anma sadedinde 2013’te halka ses­lenmiş ve “76 milyon hep birlikte Büyük Do­ğu’yu inşa edeceğiz!” demişti. Ama aradan geçen onca zaman insana “Türkiye 760 milyon olsa ve Ak Parti, 200 yıl daha tek başına iktidar olsa, bu minvalde bir pırasa sapı kadar olsun mesafe katedemez, ettiremez!” dedirtecek işlerden başka bir şeye şahitlik etmedik. Ayrıca Erdoğan, aynı ko­nuşmada gençlere Necip Fazıl’ı örnek almalarını tavsiye etmişti. Oysa örneklik gösterdiği Necip Fazıl, varlığını yok etmek derdindeki düşmanın sendelendiğinde yapılması gereken son hamle­nin, son darbeyi vurmak ve on n canını çıkarmak olduğunu ve asla ona pansuman yapmak olma­dığını kaydetmişti. Oysa gelinen nokta itibariyle Erdoğan ve Ak Parti, hem rejimi mevcut haliyle sahiplenmek derekesine inmiş, hem de mevcut haliyle onu tahkim etmiş oldu. Zira Erdoğan, Ne­cip Fazıl şiirlerine aşinaydı ama Necip Fazıl’ın dünya çapındaki fikrine aşina değildi. Bu sebeple etrafını da, bu fikre aşina kimselerle donatma­mıştı. Üstelik etrafını donattığı kadro, 2013’ten 2022’ye, Büyük Doğu Yayınları ve Necip Fazıl Kısakürek Vakfı’nı bile, adeta Üstadımızın ema­netine çökmek ister gibi dirsekleyip durdu. Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in torunu ve Büyük Doğu Yayınları hadimi Emrah Kısakürek’e, 2019’da bir şarkıcıyı vesile edip “Erdoğan etrafını” hedef tutarak “Şanslısınız! İstediğiniz kadar Cumhur­başkanı ile görüşüyorsunuz! Biz, 2016’dan beri randevu bekliyoruz!” diye mesaj attıran ve ken­dilerine karşı hükümet nispetini özetleyen ahval, bu vaziyetten damıtılmaydı.

10-) Neticede fikirsizlikten vareste bir ın­kıtayla Ak Parti, 15 Temmuz’u da, 15 Temmuz arifesine kadar sırnaştığı Fetullah Gülen yapı­lanmasını da yanlış tefsir etti. Bu yaşanan, gene ABD’nin Kemalizm’i terbiyesi, terbiye ettikten sonra da rejimi gene ona iadesi şeklinde cereyan etmiş oldu.

Hem de Kemalist rejim, Ak Parti eliyle tadil ve tamirat ettirildikten sonra… Yani Ak Parti gel­nen nokta itibariyle, Müslüman Anadolu halkının zaferini tek çırpıda, darbeyi alkışlamaktan, asgarî onu engellemek için kılını kıpırdatmayanlara kurban etti. Ergenekon ve Balyoz davalarının ta­mamlanmış davalarını bozdurdu, dışarı salıverdi­ği kadroları da meydana saldı. Böylece varlık se­bebi İslam’a ihanet olan bir yapılanma (FETÖ), sanki de onun bu topraklardaki tek düşmanı Ke­malizm’miş gibi bir algı doğru. Bu algı da, bu topraklarda İslamî yapılanmalar toptan tehlikeli müesseselermiş gibi bir algıyı doğurdu.

11-) Ak Parti’nin, 15 Temmuz sonrası süreç­te işlediği en tehlikeli iş, FETÖ mevzuunu hâlâ yanlış tefsir etmekten kaynaklı hamakatıdır. Fe­tullah Gülen’i bile “Bir duası var, okuyup üfle­yince adamı efsun ediyormuş!” diye anlatan kişi, kahvehane müdavimi bir boş beleş değil, bir Ak Parti vekilidir. Fetulah Gülen’e sallarken, tersin­den onun hocalık vasfını da teyit eden bu fikirsiz­lik, şahsî değil, Ak Parti şahsında umumidir. Bu umumiliğe müptela Ak Parti, FETÖ yapılanması­nın İslamî ve millî bir sosyoloji zeminde yerilme­sine hem çanak tutmuş, hem de bu durumu fark etmediği için engellememiştir. Durum hala aynı minvalde akmakta, bu da Ak Parti’yi bindiği dalı kesen aptal konumuna sokmaktadır. Üzerinden geçen altı yılda 15 Temmuz, tam da Müslüman Anadolu halkının şehadet ve iman hamlesi iken, Ak Parti eliyle demokrasi aparatı haline getiril­miştir. Anadolu’da mideler, demokrasi söylemin­den yana kalkar olmuştur. “Demokrasi Şehidi” kavramı, Kur’an’a sövmekten, Peygamber’e taş atmaktan, Allah’a toprak saçmaktan beter bir kü­für ve dangalaklık iken, Ak Parti eliyle adeta va­tandaki kuşların kanatlarına bile yazılmış, kedile­rin bıyıklarına kadar asılmış, fert fert her bireyin beyin loplarına kadar kasılmıştır. 15 Temmuz’a en büyük zararı bu minvalde, onu tiyatro gösterme­ye çalışan FETÖ tarafından değil, onu başka bir manada göstereduran Ak Parti ve türevlerinden görmüştür. Zaten bir şeyi kötü müdafaa, o şeyi en iyi yıkma yoludur! Altı yıldan bu yana Ak Parti bu yoldadır. Günden güne millette peyda olan 15 Temmuz ilgisizliği, fikirsiz maymunların onu ki­şisel kariyer hesabınca ve eşekçe tefsirinden doğ­madır. Oysa Kemalizm ve türevleri, bu sürecin tepense istismarcı ama zeki akbabalar halinde çö­reklenmişlerdir. Ak Parti bu cenaha bir kış olsun kabilinden bir kovma tavrı bile göstermemiştir. Dün Fetulah Gülen yapılanmasına sırf onun Şeri­at’i getireceğini düşündüğü için düşman olan Ke­malistler ve türevleri, Fetulah Gülen’in aslında İslam düşmanı olduğunu anladıklarında durmuş ama Fetö icraatlarının trombolinine basarak diğer bütün İslamî cemaat ve yapılanmalara düşmanlık kastıyla sıçramıştır. Bu satırların yazarı, kaç yer­de yapılan “FETÖ gitti, METÖ geldi!” (Menzil’i kastederek) sloganlı propagandaya bizzat eliyle müdahale etmiş ve bu hadisenin, sokak ağzıyla ve lalatayyin gelişen şeyler olmadığına şehitlik etmiştir. Hem bu satırların yazarı, birkaç gırtlak sıksa ne yazar, ulusal televizyonlardan yalnız Ke­malistler ve türevleri değil, Ak Parti ve türevleri de aynı propagandaya çanak tutmuştur ve tut­maktadır. Fetö’den sonra “METÖ” diye açılan ve emniyet koridorlarında gizlice olgunlaştırılan dosyanın, düğmeye basılmasından önce haberdar olunduğundan nasıl da geri çekildiğini meseleye aşina herkes bilmektedir. Üstelik bu ve benzeri dosyalar, çöplüğe değil buzluğa doğru kızağa çe­kilmiştir. Ak Parti, FETÖ’yü hâlâ doğru zeminde tartışmadığı için bu öldürücü sürecin lokomotifi mesabesindedir. Zira Ak Parti’yi bu süreci doğ­ru okusaydı, kamuoyunun dilinde “FETÖ, GİT­Tİ, METÖ geldi!” diye zırvalar değil, “FETÖ’yü KETÖ doğurdu!” diye gerçekler dolanırdı. Zira gerçekten FETÖ, Kemalizm’in doğurduğu bir yapılanmadır. On yıllar boyunca Müslüman Ana­dolu halkını kendi vereminden kaçırmış ve Fetu­lah Gülen sıtmasına yakalatmıştır! Yani bu defa da Okyanus Ötesi, ters kontra yapmıştır. CHP’yi –Kemalizm’i!- Demokrat Parti ile terbiye etmesi gibi bu defa da Ak Parti-Cemaat eliyle CHP’yi –Kemalizm’i!- terbiye etmiştir.

Şimdi vakit, terbiye aparatının, hışmedildik­ten sonra kızağa çekilmesi devresine doğru ilerle­mektedir… Ve bu defa hışma muhataplık mevki­inde Ak Parti vardır. O hışmedildiğinde de, başka bir “sahte, CHP düşmanı parti” yeni aktör vasfıy­la politika sahnesine çıkarılacak… Kemalistler şımardığında kendisine terbiye etme aparatlığı misyonu yüklenecek… Terbiye gerçekleşecek ve sonra yeni aparat, eski vasfıyla hışma uğratılıp kızağa çekilecek… Ve öksüz Müslüman Anadolu halkının bu makûs talihi, bir kısır döngü halinde böyle sürüp gidecek…

Sürüp gitmesin diye kısa kısa kaydettiğimiz bu sürecin, Müslüman Anadolu halkı tarafından, detayıyla ve stadyumlarda konuşulur çapta idraki şart… Bu idrak doğmayınca, makus esaretimizi ölmeyecek!