Bu sayfayı yazdır

Ehven-i Şerden Bazen, Azam-ı Şer Doğar!

Yazan: 09 Ağustos 2022 1118

Ehven-i şer parantezine alınmasaydı, Adnan Menderes ve onun Demokrat Partisi, muhtemeldir ki gelişecek hadiseler muvacehesinde, Müslüman Anadolu halkının buğz parantezi içine alınırdı. Ama öyle olmadı, CHP’nin şahsında merkezî­leşen şer öyle kuvvetliydi ki, kendi kendisinden ibaret kaldığında kendisi de bir şer merkezi sayı­labilecek Demokrat Parti’yi bir nur yuvası, lideri Adnan Menderes’i de nurlu bir şahsiyet gibi ko­numladı. Gerçek böyle değildi oysa…

Üstelik “kendi kendisinden ibaret bırakılma­yınca” beliren başka ve daha büyük bir tehlike, ehven-i şer mevzuunun yanlış idrakinde belire­cekti. Şöyle ki; ehven-i şer, elde iyi örneklerin olmadığı durumlarda, geçici bir süre kötülerden en az kötü olanın tercihi şeklinde tecelliye ge­lecekken, onun idraki şaşarsa eğer bu defa, iyi olanın hiç “olmayacağı-gelmeyeceği-gerçekleş­meyeceği” algısı bir ur gibi dimağlara yapışır, bu urun tesiriyle kötülerin en az kötü olanı da bun­dan böyle “iyi” diye kabullenilir ve böylece en az kötü olandan, en çok kötü olanın teşekkülüne doğru gizli bir yol açılır…

Bu yol, iyinin unutulduğu, kötülerden en az kötü olanın ebeden tercih ediledurduğu, öldürücü bir tehcir yoludur!

İşte; Türkiye siyasetinde öksüz Müslüman Anadolu halkı, Adnan Menderes ve onun De­mokrat Partisi’nden bu güne, bu gizli yolu yürü­yüp durmaktadır… 1950’den bu yana!

Zira; bataklığa dönmüş bir nehri geçmek is­terken, yerine göre timsahlara bile bir zıplama taşı gibi basmak hakkı veren “ehven-i şer” öyle ki, yanlış teşhisi ve menfi tesiriyle bir süre sonra muhatabının kafasından, bu bataklığı kurutmak emelinden tutun da, onu selametle geçme imkânı verecek bir köprünün inşasına kadar bütün iyilik derecelerini siler ve aynı muhatabını, timsahların şahsına merhamet ve yardımseverlik atfedici bir ölüm hissine mahkûm kılar!

Bugünün Türkiye’sinde Müslüman Anadolu halkının üzerinde de, renksiz-çizgisiz-ipliksiz va­ziyetiyle bu mahkûmluğun elbiseleri giyili durur!

Bakınız!

Bu elbiseleri giyindiren saik, biri isabet, diğeri bu isabetten vareste bir ıska tavrı olarak, ikidir…

İsabet, 100 yıllık mazisiyle CHP’nin, daha fazlası olmayan tam ve halis bir “azam-ı şer” ola­rak görülmesi… Bu isabetten vareste ıska tavrına gelince… O da, 72 yıllık mazisiyle CHP karşı­sında millete inkisar ve ıstıraptan başka şey ge­tirmeyen “ehven-i şer” partilerdir ki; belirttikleri muvazaa ile yerine göre bu partiler, “azam-ı şer”­den âlâ bir şerre yuva ve mahfil bile olabilirler…

Söyleyin bakalım, “gerçek hayat”ın, ifası ve ihyası asla mümkün bir şey olmadığını, Voyvo­da kazıkları gibi millî dimağa saplayan “sahte bir hayat”, ölsek bir kere öleceğimiz ve sonra, ölümlerden ölüm beğenmek mahkûmiyetinden de kurtulacağımız hakikatine nispeten, ölümden de beter bir felâket değil midir?

Gerçek Müslümanlığın, Müslümanlığın tam hâkimiyetini istemesi imanî bir mecburiyet iken, Müslümanlığın tam hâkimiyeti için onun tam düşmanı CHP’ye karşı, Müslümanlığın düşmanı olmayan ve lisanda dostu da olduğunu kayde­den bir partiyi ehven-i şer kaydıyla desteklemek neyse de, bu desteğin bir süre sonra “tam Müs­lüman” olmak yerine, “çeyrek porsiyon CHP” olan bir “ehven-i şer partisi” şahsında, çeyrek Müslümanlıkla da iktifa edilebileceği gibi bir iti­kada dönüşmesi tastamam, yerine göre ehven-i şer’den azam-ı şerrin de doğabileceğine pek açık bir örnektir…

Peki, öldürücü bu “ehven-i şer tesellisi” Ak Parti şahsında da, millî dimağa Voyvoda kazıkları halinde saplanmış mıdır?

Ak Parti, CHP şerrini devirmek kastıyla yola çıktıktan sonra, deviremediği CHP ile kısmen ay­nîleşmiş midir, böylece kötünün azına katlanmak durumunu, kötülüğün kendisiyle mücadele azmi­nin yitip, istikametinin de şaşması gibi bir felake­te vardırmış mıdır?

Üstadımız Necip Fazıl Kısakürek’in 1980 yı­lında kaleme aldığı ve 1950’den o güne süregelen partilerdeki “ehven-i şer” durumunu kritik ettiği harika noktalaması, Demokrat Parti’yle başlayıcı ve onunla beraber bütün sağ partileri de kapsayıcı bir kıymet hükmüyle şöyle sonlanır:

-“Ehven-i şer” tesellisinde mutlak hayr ara­madan, hep şerre katlanmaya razı olmak gibi bir hal vardır ki, o da felâketin ta kendisidir. Kötü­nün azına katlanmak, kötünün çoğuna karşı elde tutulacak mücadele azim ve gayretini kaybetme­ğe varır ki, işte bu hal kötünün en kötüsüdür… Şimdiki halimiz budur!”

Biz de açıkça kaydedelim; Demokrat Par­ti’nin 1950 iktidarından bu yana 72, Üstadımızın bu satırları yazdığı tarihten bu yana aradan 42 sene geçmiştir amma, esefle kaydedelim ki; eh­ven-i şer tesellisinde mutlak hayr aramadan, hep şerre katlanmaya razı olmak mevzuunda, şimdiki halimiz de, budur!

Ve bu halin sağlaması da hem beleş, hem de kolaydır…

Sizce Ak Parti, 20 yıllık tek başına iktidar dev­resi boyunca “mutlak hayrı” mı aramıştır, yoksa daha az şerliyi takdim edişleriyle aslında, “mut­lak şerre” katlanmak ve dahi onu içselleştirmek gibi öldürücü bir felakete yol mu açmıştır?

Ele güne değilse de kendi kendinize sorun ve “Ehven-i şerden bazen azam-ı şer doğar!” kıy­met hükmümüzün, Ak Parti şahsında nasıl bir ifâ meyli kazandığını kendi içinizde sağlayın!

Söyleyin bakalım; ehven-i şer kastıyla destek­lenen Ak Parti’den, azam-ı şer;

Doğmuş mudur?

Doğacak mıdır?

Doğmaz mıdır?

Biz, gördüğümüzü zaten söylüyoruz!

Ak Parti’nin, desteğimizle ve “Yetkiyi arttı­rın, sistemi hızlandırın, görün CHP’nin hakkın­dan o zaman nasıl da hızlı geleceğim!” imasıyla getirdiği ama bir türlü aslî muradı uğrunda kul­lanmadığı Başkanlık Sistemi, hakkından geline­memiş CHP’nin eline geçerse eğer o zaman her­kes, onun asli muradının aksi istikametinde nasıl da işletildiğini görecek, “hızlandırılmış CHP”nin o zaman, Ak Parti’nin 20 yılda kazandırdığı iddia edilen şeyleri 2 günde nasıl da kusturduğuna şa­hitlik edecek!

Şimdilik herkeste kafalar, başörtüsü nasıl da serbest bırakıldı markalı eroinle bir hoş ve her­keste gönüller, öldürücü kuzgun ve akbabalar halinde etrafımızda dolanan tehlikelere karşı meyyoş ve bu ahvalde gene herkeste zevk teksifi, Lale Devri’nin üzerine kandil yerleştirilmiş tos­bağalarına meksuf!

Köprü, yol ya da baraj, bunları hasbelkader her iktidarın az ya da çok, eğri ya da doğru yap­tığını, yapmak durumunda olduğunu göz önüne alıp bir kenara koyarsak ve meseleye İslam dava­sı namına neler yapıldığı açısından bakarsak, Ak Parti’nin gözlere Ferhat’ın dağlar delmesi gibi devasa görünen 20 yıllık icraatlarının, aslında bir doğum günü pastasına krema püskürtmek nevin­den icraatlar olduğu da anlaşılmaz mı? Anlaşılır ama bu en çok da, olası bir olası bir iktidar deği­şikliğinde tastamam anlaşılır!

Hem o zaman ahvalimiz, boşa kürek çekmek kabilinden bir iş de sayılmaz, beterden de beter bir tecelliyle, esaret ve mahkûmluk gemisini yüz­dürmek kabilinden kürek çekmek olur!

Biz, bunun böyle olduğunu anlamak için ikti­darın değişikliğini görmeye ihtiyaç duyanlardan değiliz!

Apaçık, solgun suratlı hastaya operatör ted­birleriyle yaklaşılmadığı, aksine onu sıhhatli göstermek için “yüze pudra” nevinden tedbirlerle durumun geçiştirildiğini görmekteyiz!

Böyle giderse, acı faturaların eşlik ettiği inki­sar yıllarında, bütün Anadolu da görecek!

Bir daha söyleyin, böyle olursa ve aşağıdaki satırlar bir gün, istikbâlin en popüler kritik ve tenkit cümleleri arasına girerse, dünyevî manada milletin, uhrevî manada Ak Parti’nin ahvali sizce ne olacaktır, ne olabilecektir?

-Ah ah! Ak Parti gemisi uğrunda, esaret ve mahkûmluk gemisini batırsın diye çektiğimiz kürekler, güya ehven-i şer ruhsatı ve o ruhsattan doğma azimle çekilen küreklerdi amma, meğer­se çekilen bu küreklerle biz aslında, esaret ve mahkûmluk gemisini batırmamış aksine yüzdür­müşüz, ve bu terso vaziyetten bir de, esaret ve mahkûmluk gemisinin mutlaka yüzer kalmasına inanmak gibi bir azam-ı şer doğurmuşuz!