Bu sayfayı yazdır

Fukuyama-R'ye Bakalım ve İnanalım: Tarihin Sonu, İslam Lehine Gelecek!

Yazan: 07 Ekim 2021 2395

Sovyetler Birliği 1991’de dağılınca, ABD ile arasında seyrededuran ve dünyayı bir elma gibi ortasından ikiye bölmüş bulunan Soğuk Savaş da sonlanmış oldu. Bu ABD için bir zafer sayılabilirdi ama beliren yeni vaziyet, düşmansız kalmaktan kaynaklı bir boşluğa düşme durumunu da çok geçmeden ABD’nin boynuna bir urgan olarak geçirdi. Zira dünya tahterevallisinin mukabil kutbunda duran ve bir asra yakındır düşmanlık kastıyla sallanıp duran Sovyet Rusya tahterevalliden düşünce, aslında dünyayı sömürü aracı olarak kullandıkları bu tahterevalli düzeni de işlemez olmuştu. Tez elden tahterevallinin boş kalan oturağına, Sovyet Rusya yerine başka bir güç oturtulmalıydı…

Bu minvalde yardıma değil de, göreve çağrılan isimlerden biri, Francis Fukuyama oldu!

Zira ismi katıksız bir kovboyu, soy ismi süzme bir yakuzayı işaret etse de, belirttiği fikir ve inanç vasatı tarafımızdan katıksız ve süzme bir “Çekik gözlü kovboy!” olarak vasfedilmeye layık Fukuyama, bundan iki yıl önce (1989) “Tarihin Sonu mu?” isimli bir makale kaleme almış, bu makalede zaten yıkılacağı belli Sovyet Rusya ve Doğu Avrupa rejimleri üzerinden ve onların yıkılmakta olduklarına dair yersiz bir kehanet kasmış, bu kehanet maksatlı gibi duran bir heyulayla köpürtülmüş, medyada, akademik çevrelerde, Washington düşünce kuruluşlarında ABD hülyasının don lastiği gibi kafadan kafaya esnetiledurmuş, böyle bir ortamda da üç ay geçmeden Berlin Duvarı yıkılmış, iki yıl geçmeden Sovyet Rusya ve Doğu Avrupa rejimleri çökmüş, yani Fukuyama’nın eline sahte bir “gerçekleşmiş kehanet” bonservisi verilmişti… Şimdi sıra, bu bonservisle 1989 tarihli makalesinden “soru işareti”ni (?) kaldırmaya gelmişti… Yani “Tarihin Sonu mu?” yerine, “Tarihin Sonu!” diyecekti!

Ve dedi de!

Fukuyama bu işi, 1992’de kaleme aldığı “The End of History and the Last Man” (Tarihin Sonu ve Son İnsan), isimli bir makale yazarak ifa etti ve ABD emperyalizminin anlık muradına uygun vaziyetiyle bu defa tastamam dünyanın en çok konuşulan siyaset bilimcisi haline getirildi…

Konuşulan Francis Fukuyama idi ama bu vesileyle örülen de, ABD’nin yeni düşmanı idi…

Fukuyama’nın, bezini gerdirdiği gergefe ABD’nin yeni düşmanını nakşeden isimse, “Medeniyetler Çatışması” teziyle Samuel Hungtinton oldu…

 “Tarihin Sonu” tezinde Fukuyama ne diyordu:

- Sovyet Rus Marksizmi’nin, ABD liberalizmi karşısında uğradığı mağlubiyet, mutlaktır, kalıcıdır ve bu mağlubiyete, Batılı değerler ve Batı Liberalizmi dışında kalan bütün kültür ve ideolojiler de ortaktır ve işte tam da bu sebeple artık tarihin sonuna gelinmiştir! Zira Batı Liberal düşüncesi, insanlığın ulaşabileceği son noktadır!

1 fukuyama.yazisi.1

Fakat Soğuk Savaş’ın sonlanması üzerinden daha birkaç yıl geçmeden, ABD’nin tehdit algıları yeniden işlemeye başlamıştı. Bu işleyişi de işte Samuel Hungtinton temellendirdi. Peki, Samuel Hungtinton ne diyordu?

Ona göre onlarca yılını Sovyet Rusya’yı durdurmak için politika üreterek geçiren ABD, yeni sürecin düşmansızlık mevsiminde boşluğa düşebilir, bu da yıkılmasına sebep olabilirdi. Bu sebeple 1988’de yayınladığı “Medeniyetler Çatışması” kitabı ve 1993 ilâ 1996 yılları arasında oynattığı kalemi ile dünyayı kâğıt üzerinde Batı’dan başka altı farklı medeniyet parçasına ayırmış, savaşların gerçekte kültürler arasında cereyan ettiğini söylemiş, ulaşılamaz ve kendisine denk olunamaz Batı medeniyeti için de andaki tehlikenin İslam olduğunu kaydetmiş ve işte; Hristiyanlık ile İslam arasındaki savaşın da çoktan başlamış bulunduğunu işaret etmişti.

Batı medeniyetini, sonu ölüm olan bir nakavtla rakibini yere seren bir boksör gibi lanse eden Fukuyama’nın, artık rakipsiz kalmış gösterdiği boksör için son terkipte, ringe çıkacak kadar değil de, bir gün ringe çıkabilme ihtimali ile ring etrafında geziniyor olarak gösterdiği muhtemel ve müstakbel rakibin ismi İslam’dı. Hungtington ise, İslam’ı çoktan ringe çıkarmış, son terkipte onu Hristiyanlığın başını belaya sokma potansiyelinde göstererek hedefe koymuştu!

En alt katı Fukuyama, orta katı Hungtinton ve en üst katı, ABD’nin saldırgan pitbull yüzü mesabesindeki Neo-Conlar’dan, yani Yeni Muhafazakârlardan müteşekkil zulüm ve küfür ehramı…

Fukuyama, beri gelsin!

İnsanlık arabasını, Batı Liberalizmi ile ufuk noktasına gelmiş gösterirken, insanlığı saadet ufkuna yaklaştırabilecek tek vasıtayı da “Tekere çomak sokulacaksa bir tek o sokabilir!” deyip İslam olarak işaretleyen Çekik Gözlü Kovboy’un, bu vaziyetiyle tedai ettirebileceği kıymet hükümlerinin ufkunda bizce şöyle bir deyiş bulunabilir:

“Şıllık tavuk, köyün ufkunu, kümes çeperlerinde vehmeder!”

Hungtington, öte gitsin!

İnsanlık arabasını, Batı’ya ait gösteren, bu arabanın saadetli ilerleyişini, ancak tekerine çomak sokacakların engellenmesiyle mümkün gören ve işte ABD’ye bu uğurda, Sovyet Rusya’dan sonra İslam’ı yok etme rotası çizen Hungtington’un da bu vaziyetiyle tedai ettireceği deyiş şu:

-Pislik ve aç bir köpeğe çelik zincir halkaları, uzaktan sosis yuvarlakları gibi görünür! Böyle bir köpeğin sosisli hülyalarının sonu, dişsiz ağzının acı acı havlayışlarıyla sonlanır!

Ve Müslümanları dişlemek için, emirlerindeki kalem erbabına fikrî gerekçe ısmarlayan Neo-Conlar… Canları cehenneme ısmarlansın!

Onları halkalayacak kıymet hükmü de şu:

-Filin ahmağı, tarihi, lehine olarak sonlandırmak isterken, lehimize olarak başlatandır…

11 Eylül 2001 İkiz Kule saldırılarını, on yıl öncesinden ve yirmi yıl sonrasından fotoğraflayan tarihî vakıa, kastettiğimiz bu baş-son aforizmasının ilmik ilmik teşekküle geldiğinin en bariz ispatı…

Zira Hungtinton’un 2008’de nalları dikmesine karşılık, Fukuyama hâlâ hayattadır ve şu günlerde, evvela yanıldığını kaydettiği “Tarihin Sonu” tezinden başka, bir de şu taze kıymet hükmünü kondurmaktadır:

-Amerika’nın küresel hegemonyasının sonu, beklenenden de çok erken geldi!

1 fukuyama.yazisi.2

Gösterdiği sebepse, ABD'nin Afganistan'daki hedeflerine ulaşamadan devirdiği iktidara yenilip ülkeyi terk etmek zorunda kalması! Bunu ABD için sona gidişte önemli bir adım olarak gösteren Fukuyama, ABD'nin küresel çapta imajının büyük zarar görüşünü 2021 yılındaki Afganistan’ı Taliban’a terk edişine bağlarken, onunla bağımızı koparıp şimdi biz kendi kendimize soralım ve bu sorulara verilebilecek tabiî cevaplarla sora sora ilerleyelim:

-Afganistan’ı böyle bir terk ediş için ne gerekir?

-Evvela Afganistan’a bir giriş...

-O ne zaman, vesilesi ne?

-11 Eylül 2001’in hemen sonrası, vesilesi aynı tarihteki İkiz Kule saldırıları...

-Öyleyse bu vesile, ABD tarafından güçlenmek için kullanılmak istenmiş olsa da, ABD’nin güçten düşmesine sebep mi olmuştur?

-Görünen, o…

-Son tahlilde: 11 Eylül saldırı vesilesi, ABD tarafından plânlanan ama plânlandığı gibi netice vermeyen bir hadise mi, yoksa ABD tarafından plânlanmadığı halde, ABD tarafından İslam dünyasına saldırmak için bir vesile olarak kullanılan, neticede gene ABD’yi güçten düşüren bir şey mi?

-Her halükârda, gelinen nokta itibariyle ABD’yi güçten düşüren bir şey olduğu ortada…

-O halde iş şu arada düğümleniyor: Her halükârda ABD aleyhine sonuç veren bu eylemi, hele de herhangi bir ülkeye saldırmak için gerekçeye ihtiyaç duymazken, ABD ne diye kendisine tatbik etsin?

-Gerekçeye niye ihtiyaç duymasın?

-Bunun cevabını, gerekçeyi fikrî plânda kaleme dökenlerden alsak…

-Olabilir…

-Öyleyse Fukuyama, Irak işgalinin arifesinde olarak konuşsun: “ABD, kimyasal silah olsun ya da olmasın Irak’a müdahale etmelidir!”

-Savaş için kalem ile gerekçe dizenden, gerekçesizlik hamlesi…

-Amma işte savaş başlar başlamaz, Fukuyama, adeta kendisine Fukuyama-R diyebileceğimiz bir tarzda çark etti ve Neo-Con taifesinin aleyhine döndü?

-Sence sebep?

-Herhalde insanlık duyguları depreştiği için değil?

-Değil elbette… 1998’de ABD Başkanı Clinton’a mektup yazarak Irak’a müdahale isteyen 18 imzacıdan biri de odur…

-Öyleyse ne?

-Bence ABD’nin, Irak’ta yaşayacağı felaketi görmesi…

-Ama çoğuna göre bu bir zafer!

-“Çoğu” dediğin, kitle… Kalabalık, halk kitlesi… Amma öyle değil işte… Kavgada kırk gevşek yumruk vuran bir adam, kendisine bir iki kez hamlede bulunmuş biri karşısında mutlak galip gibi görünür. Tâ ki bir süre sonra, mutlak mağlup zannedilen kimsenin o bir iki hamlesinde rakibine bıçak dürttüğünün anlaşılmasına kadar… ABD, bu nevi savaşlarda, mağlupken galip sanılır… Tâ ki 2021’de alenileşene kadar tam 20 yıl, Afganistan’da galip sanılması gibi…

-Fukuyama da, bedava kehanetlerin damına bedavadan konmuş bir akademisyen edasıyla bu sebeple dil oynatıyor…

-Evet… 30 yıl önce ABD lehine tarihi sonlandırmıştı, 20 yıl önce hata ettiğini itiraf etti, 10 yıl önce ABD için endişelendi, şimdi de “ABD’nin küresel hegemonyasının bu denli hızla sonlanacağını tahmin etmemiştim!” diye adeta ABD cenazesine ağıt besteliyor…

-Bunu hızlandıran her halükârda, 11 Eylül… Bu saldırılar her halükârda, vesile olduğu şeylerin toplamıyla beraber ABD’de büyük bir yara açtı.

-Evet… Bu sebeple de, tez elden üzerine çalınmak istenen merhem, ABD’nin bu eylemi kendine bizzat uygulamış olduğuna dair bir inancın oluşması… Pentagon’da üretilen komplo teorilerinin, Pentagon’un aleyhindeymiş gibi bizzat Pentagon tarafından dünya kamuoyuna sürülmesi…

-Aslında Pentagon aleyhine değil…

-Evet… Çok basit bir vetire… Dünya sathında, 11 Eylül saldırılarının bizzat ABD tarafından tezgâhlandığına inanmak inananı için tek sıkıntı doğurmaz ama 11 Eylül saldırılarının ABD’ye rağmen yapılabildiğini düşünen herkesin üzerine bir mim koyarlar, tehlikeli diye…

-Tam olarak öyle, sade bir bakışla bakılırsa… Normalde tersi olması lazım… Yani 11 Eylül saldırılarını ABD’nin tezgâhladığını söyleyenlerin mimlenmesi lazım… Ama değil işte…

-Hakikati anlamaya çalışırken, karanlığa ve malumat yığın bombardımanına maruz kalmamak lazım… Çok kafalı ve çok bilinmeyenli denklemleri çözmeye müstait kafalı olmak şart değil… Sonuca, basit yoldan, basit düşünerek de gidilebilir yani… Bu olmasın diye ya bilgi ve komplo bombardımanı yapıyorlar, ya da basit düşünenlerin kafasız oldukları gibi bir imaj yerleştiriyorlar… İnsanlık, her türlü yalana maruz ve mahkûm bırakılıyor. Bir yalan ki; ABD ve hegemonların borusu da ancak bu yalanla sürebiliyor…

-Her türlü piçlik, yaptıkları…

-Piçliğe gelmemenin tek yolu da, hiçlik belirtmemekte… Piçlik istiyor ki; Müslümanlar kendilerini hiçlik vaziyetine sabitlesinler…

-“Sen bana benim topraklarımda bir şey yapamazsın! Bir şey oldu mu? Bil ki, onu da bana, ben yaptım!” mesajıyla da bu sabitlenme yapılır zaten…

-Allah, kalbimizi ve aklımızı, ABD’nin istediği noktaya değil, mutlak kudretine nispet noktasına sabitlesin…

-Âmin…

1992’de, tarihi BATI-ABD-Demokratik Kapitalizm lehine sonlandıran şıllık tavuk Fukuyama’nın, çok geçmeden içindeki kümesin çelik tellerinde nasıl gaga kırdığına ve böylece yapmak istediği / yaptırılmak istendiği şeyi tersinden tahakkuk ettirdiğine baktık… Ama işte, emperyal projelere fikirsel alt yapı sağlamak gibi neticede esaslı bir iş de görme kabiliyetiyle Fukuyama’nın hakkını teslim etmeli, bunun tedai ettirdiği bir vesileyle, Fukuyama gibilerin bizdeki Fukuyama modellerine nispeten belirttiği üstünlüğe kısaca dikkat çekmeliyiz…

Bizde İslam karşıtı idarelerin, İslam karşıtı fikir ve kalem yalayıcılıkları, Çankaya’daki rakı sofralarında başladı… Devleti idare edenlerce yenilmiş de olsa, milleti de tarih bağlamında kendisine ortak eden nice halt, gücün sarhoşta, icra vazifesinin yalakada olduğu bir manzarada tarihimize emsalsiz zulümler ve hatta komiklikler serpiştirdi. Misal mi? “Niagara Şelalesi”ni isimde “Ne yaygara!”dan, “Aristo”yu “Ali Usta”dan neşet etmiş gösterecek kadar, emsalsiz zulüm ve hem de misilsiz komiklik belirten Güneş Dil Teorisi, baksanız tarihe ve dünyaya Türk mührü vurmak için işletilmekteydi ama gerçekte Türk’ü, yapışkan diliyle fili tutup kaldırmak iddiasındaki bir kurbağa kadar komik duruma düşürmekteydi. Şaka değil, iktidar emretmiş ama onu, “Türk kültür ve fikir hayatının entelektüelleri” icraya koymuşlardı. Daha doğrusu koymaya çalışmışlardı. Bu yalama çalışmasını da ancak, 10 Kasım 1938’de sonlandırabilmişlerdi!

Peki ya şimdi?

İslam karşıtları cenahındaki bu yalama-yağlama kadrolarının, 20 yıllık Ak Parti iktidarı vesilesiyle Müslümanlık cenahında da peyda olduğunu kim inkâr edebilir… Normalde mesele hakkın ifası olunca “Hz. Ömer’e bile icabında karşı çıkmak” keyfiyetinin çokça sergilenmesi gereken bu sahada, sözde muhafazakâr nice kalem ve fikir erbabının, edası Hz. Ömer’i şehit eden Ebû Lülü vasfında olan nice icraata bile Hz. Ömer’den sadır olmuş muamelesi yaptığına defaatle şahitlik etmedik mi, etmiyor muyuz?

Mutlak olana nispet kurup “Doğruya doğru, yanlışa yanlış!” demek yerine, lidere yalaklanmak sadedinde “Doğruna doğru, yanlışına da doğru!” demek ve bunu da sadece şahsi menfaatinin borsası lehine işletmek el’an, Müslüman Anadolu halkının desteğiyle tesis edilmiş bir iktidarın adeta entelijansiya kanunu haline gelmiş midir, gelmemiş midir?

Bize “yalancı şahitler kıraathanesi” mevzuunu hatırlatacak, bilmem kaç kez yalama-yaltaklanma hadisesi yaşandı 20 yılda, saysak, biter mi? Hatırlıyor musunuz misal; termik santrallerin filtre takmamalarını sağlamak için meclise yasa teklifi sunan ve bunu da milletin selameti için kabul ettiren Ak Partili vekillerin, aynı yasa teklifi Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından veto edilince dakikasında Cumhurbaşkanı’na, hem de “milletin selametini düşündüğü” için teşekkür etmelerini…

1 fukuyama.yazisi.3

İşte; İslam düşmanı ya da İslam dostu fark etmez, bizdeki iktidarlara nispeten, solcu ya da sağcı, devrimci ya da muhafazakâr fark etmez, icra, kalem ve fikir erbabının düştüğü, daha da dibi olmayan çukurun derinliği! Öyle bir derinlik ki; bu çukura nispeten Fukuyama ve Hungtinton’un belirttiği vaziyet handiyse, Galata Kulesi derecesi belirtmekte…

Niye mi?

Zira bizdeki destekçi kalem ve fikir erbabı, akvaryumların pisliğini yiyerek temizleyen çöp balıkları gibi arkadan gelir ve iktidar makamının pisliğini yemekle meşgul olur iken, Fukuyama ve Hungtington gibiler, kalem ve fikir vasatı açısından sümüklüböcek de olsalar, önden giderler ve toprağa bıraktıkları izlerle filler için tepeleme istikametlerini çizerler!

Hani bizdeki çöp balıkları, iktidar ve güç cenahının pisliğini yedikçe, onlarda bir de hiç altlarına pislememiş idareci olma vehmini doğururlar ama Batı’daki sümüklüböcekler, toprağa yaldızlı çizgileri yanlış çektiklerinde bile filler için hakiki bir emperyal bakiye tepeleştirirler…

Amma işte; tarihin sonunun geldiğinden değil de, bizim ölçütlerimize göre tarihin yeniden başına geldiğimizden mi nedir; Fukuyama ve Hungtington’un son çeyrek asırda toprağa çizdiği yaldızlar, bu defa ABD ile beraber bütün Batı’nın, bizzat kendi ayaklarıyla tepelenmekte olduklarını işaret etmektedir…

Fukuyama, Batı’nın mutlak zaferini işaret etmek için “Tarihin Sonu Geldi?” demişti ama çeyrek asır geçmeden olanlar bu sonun, tarihin değil, Batı’nın olarak yaklaşmakta olduğuna dair arza sayısız emare saçmakta… Bu emarelerden biri de, bizzat Çekik Gözlü Kovboy’un kendisi…

“Küreselleşme”, dışımızdan içimize doğru, dış ve iç plânda teslim alınışımızı ifade eder, bir yerde… Öyleyse “küreselleşme”ye hakiki mukavemet, içimizden dışımıza doğru taşmak, dış ve iç plânda onları teslim almakla icraya konulabilir, bir yerde… Ama tabi bize Fukuyama ve Hungtinton ile kalem dürtülen bir yerde, mücadele sahnesine fikirsiz çöp balıkları çıkararak değil… Fikirde ve fiilde şahsiyet belirtmek ve icabında hem fikirde hem de fiilde okyanus ötesinde belirmek…

Fukuyama, tarihi Batı lehine sonlandırırken, Batı felsefe verilerinden de yararlanır… Temelde dayandığı, Hegel… Kısaca: “Tarih, diyalektik gelişir. Çelişkiler ile ilerler yani… Çelişki, çözülemeyecek bir müşkül olarak sistemleri çökertir. Çökenler yerine daha az çelişkili sistemler gelir. Böyle böyle en sonunda çelişkisi olmayan bir sistem çıkar ortaya ve böylece tarih sonlanır…” Fukuyama, Hegel’in bu kuramını aldı ve ABD-Batı lehine tersim etti. Ama içine Marx’tan da bir şeyler, mesela üretici güçlerin gelişimine yönelik tarih yaklaşımını, hem de sınıf mücadelesinden tecrit ederek serpiştirdi. Hatta Antik Yunan çağından Platon’u, Anglosakson Liberalizmi’nden Hobbes ve Locke’u ve hatta eşitsiz kabul görmeyi kutsayan Nietzsche’yi, sırf kapitalizmi insan doğasına şifa verici bir krem gibi yedirmek için tarih kuramının içine soktu…

Buna rağmen felsefî plânda da kendi içinde bin bir çelişkili bir kuramcı olmaktan kurtulamadı.

Bu vesileyle işaretlemek istediğimiz iki şey var…

İlki, bir kıymet hükmü halinde şu: Felsefe dedikleri şey zaten bir yerde, aklın amaçlı bok yemesinden başka nedir ki?

İkincisi de şu: Batılı ile Batılı’ya ait bu bok yeme merasiminden el çekmeyince, burnumuz boktan çıkar mı hiç?

Tarih, insanlığın kanını emen Batı için ve aleyhine olarak sonlanacak… Bunun için zaten Batı, öldürücü bir sakarlıkla her şeyi yapmakta… Ama mesele, onların sonlandığı noktadan itibaren bizim başlayışımızda değil, bizim başladığımız noktadan itibaren onların sonlanışında… Batı’nın böyle bir minvalde bir türlü bitmeyişi ve aynı minvalde bizim bir türlü başlayamayışımızın sebebi, bu incelikte… Batılı gibi düşünür, Batılı gibi yaşarsak, Batı’yı batırdığımız anlarda bile gerçekte batan biz oluruz…

Öyleyse fikirde ve fiilde, birey ve sistem çapında tez elden, evvela Batılı rejimin tahakkümünden kurtulmalı… Bizi güya kurtaranlardan fikirde ve fiilde kurtulmadıkça, hakiki kurtuluşun sonraki safhalarına geçilmeyeceğini anlamalı… Ve mutlak bir iman halinde, tarihin sonunun bir gün mutlaka İslam lehine geleceğine ve İslam’ın küresel hâkimiyetinin gerçekleşeceğine inanmalı…

Onlar inanmaktalar ki; Müslümanlara fikirde ve fiilde her dem saldırmaktalar…

Bizi ebedî batırma derdindeki Batı’nın, bir gün tarafımızdan batırılacağına inandığı kadar biz, Batı’yı bir gün mutlaka batıracağımıza inansak, iş tamam olacak…

1 fukuyama.yazisi.4

Şunu diyorlar:

“Dünyada tek bir medeniyet vardır, o da Batı medeniyetidir! İslam da dâhil, eski bütün medeniyetler ya Batı medeniyetine teslim olacak veyahut imha olacaklar!”

Şunu demezsek olmaz:

“İnsanlık için hayatı yaşanmaya değer kılacak tek deva, İslam’dır. Devasının aktivesi ise İslam’ın tam hâkim kılınmasında... İslam, bu manasıyla tüm arza bir gün mutlaka hâkim olacak, bu minvalde karşısına çıkan her ne ise ya İslam’a teslim olacak ya da tarafımızdan yokluğa teslim edilecek!”