Bu sayfayı yazdır

20 Yılın Ardından... Müslümanları, Manada ve Maddede Kemalizm'e Teslim Etmek!

Yazan: 09 Mayıs 2021 2737

FETÖ’yü, dün tuz sananlar, bugün koktuğuna şaşırdılar. Bu şaşkınlık, milletin aleyhine ve giderilmesi güç durumlar da doğurdu. Oysa FETÖ, dün boktu ve faraşla kaldırılıp atılmadığı için bugün koktu ve vatanı da kokuttu…

Kemalist rejim ve kesim, FETÖ’den, onu İslamî bir yapılanma sandığı için nefret ede gelmişti. Fikirsiz Müslüman kesimse aksine, FETÖ’yü İslamî bir yapılanma sandığı için hep sevmişti. İki zıt kesim de, aslını bilmediği için sevmesi gerekirken nefret etmiş ya da nefret etmesi gerekirken sevmişti…

FETÖ, böyle bir vasatta palazlandı. Fikirsiz Müslümanlara Kemalistleri gösterdi ve bu yolla onları iliklerine kadar emdi. On yıllar boyunca Müslümanlık zekât kurumunun tek mümessili gibiydi. Hep aldı. Aldıklarını Avrupa’daki bankalarda faiz ile katlamaktan da çekinmedi…

Ak Parti’den önce, Kemalistlerden bukalemun gibi saklanmış, devlete öyle sızmıştı. Ak Parti devrindeyse elinde, fikirsiz Müslümanlığın verdiği:

“En azından namaz kılıyorlar!”

Gibi bir avans vardı. Orduya, bürokrasiye, siyasete, bu bonservisle sızdıkça sızdı. Öyle ki; bazı kritik kurumlarda “İçimizde sızma var mı?” diyebilecek kadar bünyenin kendisi olmuştu. Oysa fikri tam Müslümanlar nezdinde FETÖ, semizlendikçe tehlikesi artan bir sırtlan gibiydi. Ama fikri tam Müslümanlar da, kemiyet hesabınca devede kulak kadardı. Fikirsiz Müslümanların karınca adedince çok oldukları bir vasatta da, olanlar onların muratları doğrultusunda ve öngöremedikleri bir istikamette gelişti…

FETÖ, handiyse devlet olmuştu. Hatta bir yerden sonra Pensilvanya’dan haber getirip götüren elçiler, devlet başı Erdoğan’dan, onu sadece bir figüran kılacak isteklerde bulunmaya başladılar. MİT başkanını da FETÖ atamalıydı, Genel Kurmay Başkanını da… Hatta AK Parti vekil listelerini bile FETÖ oluşturmalıydı. Zira on yıllar boyunca İslamî bir camia gibi takıldığı süreç bitmiş, İslam’a dünya çapında Pavlusvarî dokunuşlar yapacağı bir kuvveye erişmişti. Arkasında Amerika, artık bu kuvve, fiile geçirilmeliydi…

İstekleri, elbette reddedildi. Hatta bu istekler, hükümet namına FETÖ kadrolaşmasına fren yaptırdı. Bu soğuk bir savaşın başlangıcıydı. Ama bu süreç çok da uzun süre soğuk minvalde sürmedi. Çünkü FETÖ, peyderpey tasfiye edilebileceğinin kokusunu almıştı.

Bu sebeple FETÖ ilk, 7 Şubat 2012’de orta-sıcak savaş sayılabilecek bir hamlede bulundu ve MİT Başkanı Hakan Fidan’ı, çözüm sürecinde PKK-KCK ile irtibatlı olmak gerekçesiyle ifadeye çağırdı, gitmeyince de zorla getirilmesi için talimat yazdı. Bu bir bahane ve bir zıplama tramboliniydi. Hedef gerçekte, çözüm sürecinde başarı sağlamak için MİT’e birtakım görevler veren Başbakan Recep Tayyip Erdoğan idi. Bir sonraki aşamada, ona zıplanacaktı. Ancak Başbakan Erdoğan, Hakan Fidan’a ifadeye gitmeme talimatı verince FETÖ’nün bu hamlesi boşa çıktı. Sonra da kanun, MİT mensuplarının ifade mevzuunu Başbakan iznine bağlayıcı şekilde düzenlenince, FETÖ’nün eli hepten boşta kaldı.

1.20.yilin.ardinden.11

Ama FETÖ durmadı. Ara yerde, 2013 Mayıs’ındaki Gezi Parkı Olayları’nda, saklı bir perdeden yanan ateşe, su yerine benzin döktü. Ama benzin döktüğü bidonun üzerinde net olarak su yazmaktaydı. Zira hükümetle savaşı hâlâ tam sıcak olmayan, soğuk bir perdeden yürütmekteydi. Hükümet de dahil, kamuoyu hâlâ FETÖ ile olan sorunun dozajını kızgınlık, küskünlük, dargınlık olarak görmekte, ölümüne bir bilenişe kimse odaklanmamaktaydı. Bu ahvalde Gezi Parkı Olayları da, FETÖ’yü muradına erdiremedi. Amma savaş, “dargınlık” düzeyinde ve hâlâ soğuk bir minvalde de olsa, başlamıştı.

Bu esnada hükümetten, dershanelerin kapatılması gibi bir karşı hamle geldi. Dershaneler, FETÖ’nün en önemli para ve insan kaynakları arasındaydı. Ama hâlâ hükümet “Ben bunu Gülen cemaatini sarsmak için yapıyorum!” demiyor ve FETÖ hâlâ “Bu işin hedefi Fetulah Gülen’dir!” diye karışı çıkmıyor, iki taraf da içinde bulundukları çatışmayı “eğitimin geleceği” üzerinden gerekçelendiriyordu. Hükümet içindeki mıymıy tipler, kalıpları değilse de ruhları çoktan FETÖ’cü ahvalleriyle iki tarafa da sükûnet tavsiye edip durmaktaydı. Fikirsizliğin doğurduğu bir ahmaklık idi bu… Sırtlan, çok uzaklardan bir ceylan gibi görünebilirdi. Hatta gözün körlüğüne göre çok yakınlara geldiği bir vasatta da belki, bu karıştırma yaşanabilirdi. Ama FETÖ sırtlanını, fikrî hamakat vaziyetleriyle FETÖ’nün sırtlanlığını en başından göremeyenler, o sırtlanın salyası enselerine damlarken ve aynı sırtlan tarafından yenilmek arifesi bir edayla koklanırlarken de görememekteydiler. Hava, yağmurla yüklü bulutlarla değil, hamakatla yüklü sükûnet tavsiyeleriyle doluydu:

“Sen kuzucuksun, sen ceylancık! Bu kavga niye! Siz kardeşsiniz!”

Ama ceylan olmadığını, en iyi sırtlan bilmekteydi. FETÖ, basın aygıtları aracılığıyla hükümeti topa tuttu. Hatta Hakan Şükür gibi Ak Parti’ye yerleştirdikleri bazı vekilleri istifa ettirerek canını yakmak, vaziyetini sarsmak istedi. Oysa daha da ötesini yapacaktı, yapacaklarının arifesine gelinmişti.

Zira FETÖ, peçesini bir miktar daha açmak zorundaydı. Hakan Şükür’ün istifasından sadece birkaç gün sonra, 17-25 Aralık 2013 tarihlerinde tam-sıcak savaş hamlelerinde bulundu ve devlet içindeki gücünün yüzünü daha bir gösterdi. FETÖ’ye ve Kemalist kesime göre bu tarihlerde yapılan şey bir rüşvet-yolsuzluk-kapa para aklama operasyonuydu. Oysa aslında bu hamle, bu defa rüşvet-yolsuzluk-kapa para aklama bahanesiyle hükümeti devirme hamlesiydi. Hükümet, Dünya Ticaret Örgütü’nün, Türkiye’yi boğmak maksatlı kurallarını haklı olarak arkasından dolanmış, bir takım para trafikleri olmuş, bu arada Bakan düzeyinden çantacı düzeyine kadar birçok kimse de göz hakkına kese açmış, bütün bu olanları gözleyen ve belirttiği temizlik düzeyi ancak bombokluk olacak FETÖ de, bu nevi kirlilikleri bahane ederek ve “temiz toplum ve devlet” ayağı yaparak, bambaşka sebeplerle çatışık olduğu hükümeti devirmeye girişmişti. Hükümet, bir bahaneyle üzerine gelinmesinin bu etabında oldukça sarsıldı. Hatta 24 Şubat 2014’te yayınlanan ses kayıtları, bu sarsıntıyı daha da arttırdı. Ses kayıtları, Başbakan Erdoğan ile oğlu Bilal Erdoğan’ın, operasyon olur endişesiyle evdeki paraların nakledilmesini haviydi. Hükümet cenahı montaj dedi. Kılıçdaroğlu, yasak getirilen kayıtları Meclis’teki grup toplantısında hoparlöre bağladı. Bahçeli “Erdoğan, yolsuzluk operasyonunu duyunca çaldığı ve sakladığı paraların derdine düştü, bu düpedüz rezillik!” diye açıklama yaptı. FETÖ, İslamî zannedildiği devrelerde kendinden nefret edenlerin, dostu haline gelmişti. Ama İslamî zannedildiği devrelerde dostu olanlar hâlâ bütünüyle kendisine düşman olamamıştı. Fikirsiz dindarlığın, her devir apışan ve apıştıran zamkıydı bu… Bu manada bu aşamada bile iş, Hükümetin kemiyette daha kalabalık olan kılkuyruk kesimine kalsa, bu olanlardan sonra tası tarağı toplayıp kenara çekilirlerdi. Ama iş gene Recep Tayyip Erdoğan’a kaldı ve millet de, Kemalist hegemonyaya karşı bunca mesafe alınmışken, alınan mesafeler boşa gitsin istemeyerek Erdoğan’ın arkasında durdu. FETÖ tezgâhı, zedelese de, bu defa da öldürmemişti…

Ancak olan o kadar şeye rağmen hükümet hâlâ “Alçak Fettullahçılar!” dememekte, “devlet içinde kümelenmiş illegal bir örgüt” gibi çoğu yanı hâlâ mücerret ifadeler kullanmaktaydı. Dildeki dolangirliği, FETÖ namına birkaç gün sonra Fetulah Gülen, meşhur beddua videosuyla kaldırdı. Böylece başta Başbakan Erdoğan ve ondan cesaret alan bazı hükümet yetkilileri de “dindar kisveli illegal örgüt” gibi daha bir net tanımlama sözcükleri kullanabildiler. Ama hükümetin ana omurgası, fikirsizlikten doğma bir omurgasızlıkla hâlâ:

“Kastedilen, Cemaat içindeki illegal bir yapı, Cemaat değil!”

Gibi alçakla tevillerle hadiseyi geçiştirmekteydi… Eşeklik “Fetulah Hoca iyi ama çevresinde kötü kimseler peydahlanmış!” dedirtecek kadar para ile değil, beleşti!

Ara yerde uzlaşı arayanların ezikliği, iş iyice kızışmıştı… FETÖ, bu defa AK Parti hükümetini dünya kamuoyu nezdinde köşeye sıkıştıracak bir hamlede bulundu. 1 Ocak 2014’te Hatay’da ve 19 Ocak 2014’te Adana’da, MİT nezaretinde yol alan tırlara operasyon yaptırdı. Tırlar, Suriye’deki Türkmenlere gönderilen silahları taşımaktaydı. Ancak FETÖ, silahların görüntülerini çekecek ve dünyaya “Türkiye, İşid’e silah gönderiyor!” diye servis edecekti. Hatay tırlarına dokunamadı. Ancak Adana tırlarını, MİT mensuplarını kelepçeleyerek ele geçirdi ve silahları görüntülemeyi de başardı. Hükümet yetkilileri, görüntüler ortaya çıkana kadar tırlarda insanî yardım malzemesi olduğu yönünde beyanat verdiler. Ancak silahların alınan görüntüleri 29 Mayıs 2015’te Cumhuriyet Gazetesi’nin manşetinden “İşte Erdoğan’ın yok dediği silahlar!” diye yayınlandı. FETÖ, görüntüleri Kemalistlere servis etmişti. Zira İslam’a düşman, İslam’a düşman olanlaraysa dost olan CHP, gizli servislerin de telkinleriyle artık FETÖ’nün, gerçek bir İslamî yapılanma olmadığını anlamış, her alanda onunla iş birliğine başlamıştı. Hatta CHP’den başka MHP de, bu iş birliğinin içinde yerini aldı. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, MİT tırlarının görüntüleri Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanınca, fazla beklemedi, bir gün sonra (30 Mayıs 2015) “MİT TIRLARI AKP’NİN ELİNDE PATLAMIŞTIR!” diyerek, tırlarla silah taşınmasını Ak Parti namına ihanet olarak yaftaladı. Hatta yetmedi, görüntüleri yayınlayan Can Dündar’a, 26 Haziran 2015’te pilini bizzat çıkarıp 17:25’te durdurduğu bir saat önünde röportaj verdi. Bu mesajla FETÖ operasyonlarına gerçeklik atfında bulunuyor ve “17-25 Aralık’ın hesabını sormak vaadimden asla vazgeçmem!” diyordu.

1.20.yilin.ardinden.22

Bu arada hükümet, FETÖ kadrolarına, hâlâ tasfiye değil de, tesviye yollu bir edayla yöneldi. 17 Aralık’tan sonraki 35 günde, 5000 polisin Fetullahçı olduğu tespit edilmiş, ancak bunlar tasfiye edilmek yerine, tesviye edilircesine görev yerleri değiştirilmişti. HSK’da bazı değişiklikler yapıldı. O esnada Erdoğan’dan, FETÖ’nün yargıyı 2010 referandumundan sonra iyice ele geçirdiği itirafı geldi. Referandumda Hükümete açıkça destek vermiş, bu desteğin karşılığını da yargı mahfillerine seller sular gibi dolabilmek olarak almıştı…

FETÖ 2015 yılı başından beri Milli Güvenlik Kurulu’nca Kırmızı Kitap’a bir tehdit unsuru olarak işlenmişti. Ama birkaç gün öncesine kadar hâlâ:

“Hocaefendi ile Erdoğan, hafta sonu bir Pazar kahvaltısında buluşsalar, hiçbir sorun kalmaz!”

Diye lakırtılar edilmekteydi. Bunların Kırmızı Kitap hadisesinden sonra sesleri kesildi ama zihniyetleri baki kaldı. Aynı zihniyet sahipleri de, sözde FETÖ karşıtı Hükümet içine kanser yumruları halinde serpildiler. Fetulah Gülen’den daha Fettullahçı kafalara, FETÖ’ye dirsek vurulduğunda bile hep taçlar yerleştirildi. FETÖ, kendisiyle hakiki mücadele için gerçek fikrin projektörünü lazım kılan bir ahvalde her daim, “anlayışta FETÖ’cü” kimselerin inhisarında kalmıştı. Hükümet, kendince daha nice adım attı. Özel Yetkili Mahkemelerin kaldırılması, MİT yetkilerinin genişletilmesi, internet yasası vesair… Hatta 2014 Şubat’ında Meclis’ten geçirilen torba yasa ile Ergenekon ve Balyoz hükümlülerin tahliyesi sağlandı. Kısa süre sonra da ilgili davaların bütün hükümlüleri beraat ettirildi. FETÖ sıtmasından kaçan Hükümet, veba tüttüren eski belalarının boynuna sarılmıştı!

İşte üç aşağı beş yukarı, 15 Temmuz 2016 darbe kalkışması bu hadiselerin tenceresine kapak diye vuruldu. 15 Temmuz darbe kalkışmasında hedef, Kemalistler değil, Müslümanlardı. Bu daha ilk dakikasından belliydi ki; kalkışmanın ilk anlarında Kemalizm endamlı muhitlerde askerlere alkışlar çalınırken, darbe kalkışmasında bulunan cunta da, hem bu alkış tavrını selamlamak, hem de Kemalistleri yanına alabilmek için Kemalist söylemlerde bulundu.

Ve kalkışmayı apaçık Müslüman Anadolu halkı engelledi. CHP’nin, darbe kalkışmasından evvela haberi vardı. Kalkışma gecesi MHP resmî sitesinden sokağa çıkılmaması, askerle karşı karşıya gelinmemesi yönünde bir çağrı yapıldı. Ancak millet, kendi insiyatifi ile sokaklara döküldü. Ardından Recep Tayyip Erdoğan’ın sokaklara çıkma çağrısı geldi. Tanklar, önlerine yatırılarak durduruldu. Uçaklara, levyeler atılarak irade gösterildi. Müslüman Anadolu halkı 250 şehit vermiş, Anadolu’yu CHP destekli FETÖ kalkışmasına teslim etmemişti. Ama Müslüman kimlikli Hükümet de dahil, Türkiye’deki Batıcı rejim, gerçek hedefi gerçek İslam olan FETÖ’yü, ait olduğu dünyaya, Amerika’ya, Batı’ya, Batıcı CHP’ye, sayesinde palazlandığı Kemalizm’e değil de, İslamî camialara izafe etti. Hükümet söylemde her ne kadar “FETÖ, ihanet şebekesi, diğer Cemaatlerle karıştırmamak lazım!” dese de, eylemdeki vakıası bu minvalde işlemedi. Dünün Ergenekon ve Balyoz hükümlüleri, artık devlete ve millete pişkin pişkin akıl veren televizyon ekabirleriydi. Bizzat bu satırların yazarı bir devlet kurumundayken, avazı çıktığı kadar:

“FETÖ, gitti, METÖ geldi!” (Menzil Cemaati’ni kasıtla)

Diye bağıran bir adama, devletin onlarca görevlisinden kimisi onaylamak, kimisi de tek bir adamdan çekinmek kastıyla susarken kalktı ve dilini bacakları arasına sokarak had bildirdi. Kemalist rejim, bir taşla çok kuş vurmak emelindeki bir cingözdü. Üstelik bu cingözlüğe bahane olarak kullandığı FETÖ kuşu da, kendi kafesinde beslenmiş büyütülmüştü. Devlet kurumunda “FETÖ gitti, METÖ geldi!” diye bağıran kimse, aslında tek bir kimse değildi. Bizzat devletin de edindiği kanaat bu yönde olduğundan, millete de pompalanan bir anlayış halinde İslamî camialar potansiyel suçlu haline getirildi. Oysa FETÖ, en başından beri İslam düşmanıydı. Bunu AK Parti hükümeti, tek başına iktidarının 10. yılına kadar (2013) göremedi. İlk gördüğünden itibaren iki yıl da tam idrak edemedi. Müslüman Anadolu halkının, ortaya her devir 27 Mayıslar, 12 Eylüller, 28 Şubatlar serpiştiren Batıcı rejimin canını okusun diye tek başına iktidara getirdiği Ak Parti, ilk on yıllık iktidarının kısmi kazanımlarını da, FETÖ sebebiyle yele savurdu. Oysa en başından beri FETÖ’nün gerçek yüzünü görebilse, milletten aldığı vekâleti tam manasıyla ifa edebilirdi. Ama kendine ait eksikliği, 15 Temmuz’dan sonra zımmî olarak İslamî camialara ciro etti. FETÖ’nin hâlâ bir uluslar arası bir istihbarat organizasyonu olduğunu göremeyen hamakat, insan kusturucu sefil bir Aristo mantığıyla şu cümleyi, zihninin –ve bütün zihinlerin!- içine halı diye döşetti:

“Fetö, İslamî bir cemaat görünümüyle darbeye kalkıştı! Demek İslamî cemaatlerin hepsinde de bir gün darbeye kalkışmak potansiyeli var!”

Hatta 15 Temmuz sonrasına ait travma Hükümette, Kemalizm ile barışma şeklindeki umumi bir sarsaklık haline tebdil olundu. Yılları Kemalizm’e karşı çaplarınca mücadele ile geçmiş koca koca adamlar, “Mustafa Kemal de Atam, laf söyletmem!” şeklindeki şaşırtıcı twitlerini, yeni devre geçebilmek için kendi fikirsizliklerinin vaftiz suyu olarak kullandılar. Artık Kemalizm ile imanî kaynaklı problem yaşayan her Müslüman, terbiye edilmesi gereken bir Müslümandı! Oysa aynı Müslümanlar, Ak Parti’nin de varlık sebebiydi. 15 Temmuz’un ortaya çıkardığı travma, Ak Parti’ye bir de, varlık sebebi Müslüman Anadolu halkıyla peyderpey kopmak felaketini monte etti. Ak Parti’nin başörtülü kadın vekilleri, İslam’la asla örtüşmeyen ve Batı telkiniyle çıkarılmış yasaları canhıraş savundular. İtiraz eden herkes, muhtemel Fetöcü, hiç olmadı bağnaz ve gericiydi. Bunlara göre İslam, ahkâmıyla bu devirde uygulanamazdı ve bu manada İslam’ın devrimize göre yeni bir yorumla anlaşılması bir ihtiyaçtı!

Ah güzel İstanbul’du ah, rejimi değiştirmek gayesiyle yola çıkılmıştı ama rejimi takviye edip İslam’ın değiştirilmesi fikrine varılmıştı!

Artık, Ak Parti’de, Ak Parti’ye İslam’ın bir rüknüyle itiraz eden her mümine, reformist bir edayla yüz ekşiten birileri muhakkak vardı. Tarikatlar denetlenmeli, namaz kılarken sarık saran amiral, şeksiz şüphesiz ordudan ihraç edilmeliydi! Güya böylece kazanımlar korunmaktaydı! Oysa ortada, askerî ve bürokratik vesayeti az biraz geriletmekten başka bir kazanım da yoktu. Vesayet, geriletilmiş ancak yok edilememişti. Başörtüsü serbestisiyle Hükümetin bayraklaştırdığı kazanımlarsa, Batıcı sistemin ana mekanizmasını ınkıtaya uğratacak gerçek kazanımlar nevinden değildi. Eğitimde müfredat, en az eskisi kadar seküler ve Kemalistti. Sistem, eski Batıcı ve seküler edasıyla tamtakır işlemekteydi. Hatta şimdi, bu sisteme, sırf Allah ve Resulü’ne kota koymaya kalktığı için mesafeli olan Müslüman kesimin önemli bir kısmı da, Ak Parti eliyle payandalanmıştı. Geriye iş; geriye kalanların azınlık diye tescil edilmesi, edilemeyenlerin de 28 Şubatvarî terbiye yöntemleriyle susturulmasıydı.

1.20.yilin.ardinden.33

Siz söyleyin; “20 yıllık tek başına iktidar” gücü, namaz kılarken başı sarıklı amiral fotosunu gösterip “İrtica hortladı!” diyen Kemalistlere “Hoşt! Namazda sarık sarmak, Peygamber sünneti! Otur yerine!” diyemiyor ve hatta üzerine Erdoğan’dan Savunma Bakanı Akar’a kadar “Bu çok yakışıksız bir görüntü! Gereken yapılacak!” diye açıklama yaptırıyorsa, sahipleri namına o güç “20 yıllık tek başına iktidar gücü” değil de, aslında “20 yıllık patinaj” olduğunu göstermemekte miydi?

Buraya kadar, nelerin neleri gösterdiğine dair yaptığımız ve özetin özeti halinde sunduğumuz bu panoramanınsa gösterdiği tek bir şey var:

Müslüman Anadolu halkı ve Ak Parti namına işler yolunda değildir. Müslüman Anadolu halkı Ak Parti’yi istediği hizaya çekememekteyken, Ak Parti Müslüman Anadolu halkını kısmen ve pek de rahmanî olmayan bir hizaya çekmiştir. Müslüman Anadolu halkının, onca öfkesine rağmen her defasında acı zulüm “Reis hatırına!” ve “CHP kahrına!” diyerek verdiği ve bu yolla Ak Parti’yi de ayakta tutan destek, 2018 yerel seçimlerinde şaft kırmış, başta İstanbul ve Ankara olmak üzere CHP’ye birçok belediye kaptırılmıştır… Ekonomik vaziyet, iyi değildir. Salgın, bu vaziyeti iyice katmerlendirmektedir. Kızgın, küskün, mağdur vatandaş siloları da doğal olarak iktidarın aleyhine yazmaktadır. Bu şartlarda, bizzat Ak Parti eliyle yenilenmiş seçim sisteminin de himmetiyle, bir iktidar değişikliği muhal değildir. Bunun için genel oylardaki %1’lik bir oy kayması yeterli olacaktır. Bunun manası, 20 yıldır bileylendiği halde bir türlü düşmana çalınmayan bıçağın, bileylenmiş olduğu halde düşman eline geçmesidir. Şurası kesindir ki, fikirsiz dindarlığın cesaret edip de düşmana bir türlü çalamadığı o bıçak, pervasız dinsizliğin eline geçtiği anda işletilecek, Müslüman Anadolu halkına umursuz çalınacaktır. Vaziyet perişandır. Ve bu perişan vaziyetin, vicdanlardan taşan ve Ak Parti’ye doğru çığırılan sesi, kaç zamandır hâl lisanıyla sitem etmektedir. Hatta Ak Parti’den tek bardak çay içmemiş ve diyeceği her şeyi de sadece Allah için demeye çalışmış cürmümüzle biz, yalnız hâl lisanıyla değil, dil lisanıyla da şu sitemi yıllardır yapmaktayız:

-Şusu busu osuyla, bu ne kadar aymazlık! Yoksa siz yirmi yılın ardından, tüm dermanı tükenmiş olarak Müslümanları, maddede ve manada Kemalizm’e mi teslim edeceksiniz?

Bilmem, o dermanın, Ak Parti’ye destek verirken tükendiğini söylemeye hacet var mıdır?!