Bu sayfayı yazdır

Alev Alatlı'ya: Necip Fazıl Ve Beyti Dost Mu?

Yazan: 17 Temmuz 2020 2481

Gönüldaşlar göndermiş, Alev Alatlı’nın, toplamda 11 cilt olacak Nasihatname serisinin ilk iki kitabı, “Fesubhanallah” ve “Hafazanallah” elime geçti ve inceledim. Batı’yı ve Amerika’yı, tarihî ve fikrî kökleri itibariyle irdeleyen, kıymetli eserler… Zaten Alev Alatlı’nın kendisi de, Türkiye vasatının üzerinde bir entelektüel… Mezkûr eserlerinin ana teması hele, Batı medeniyetinin aslında tanınmadığı, tanındığında da asla sevilmeyeceği hakikati üzerine kurulu olunca, bizce ortaya, bu entelektüelliği taçlandırıcı bir gayret çıkıyor…

“Mesela Hristiyanlığı bilmeyiz. Hal böyle olunca Batı'yı sürekli yanlış anlıyoruz. Yanlış pozisyon alıyoruz. Ben de, bir zihin detoksu yapmak istedim…”

Böyle demiş bir röportajında… Dediği doğru… Dediklerini eserleriyle tatbik durumu için kullandığı “detoks” kavramı da, doğru… Zira Sayın Alatlı’nın yaptığı şey, zihinsel bir baypas değil… Bu manada, Büyük Doğu-Seriyye’nin, “Batı’ya masum ayak basmamıştır!” ve “Avrupalı olmamak şerefi bize yeter!” diye ifade olunan ve tastamam Doğu’yu zihinsel bir baypasa davet eden ana tezleri yanında, değerli ama detoks kalan bir mana taşıyor. Aslında bu üslup, Alatlı’nın kadınlığı ve naif üslubuna, çok da ters düşmüyor…

Biz, büsbütün bir çatışma atmosferinden sesleniyoruz. “Batı, zatıyla kötüdür, bu kötülüğe karşı fikirde ve fiilde hamleye geçilmelidir!” diyoruz… Batı Felsefe Tarihi serimizde de bunu yapmaya gayret ettik, ediyoruz.

Oysa Alev Alatlı, “Batı, aslında kötüdür, bunları bil yavrum…” diyor… Bu kötülükten, Yunan Felsefesini de dışarıda tutmuyor. Bu da kıymetli bir şey… Ama bu konuda yer yer, İngiltere’den Amerika’ya, teşekkül sürecine kadar yakın dönem Avrupası için konuştuğu netlik ve kararlılığı gösteremiyor… Mesela bir yerde:

“Platon’un, Atlantis efsanesini ‘Devlet’ idealini benimsetmek amacıyla tarihî bir ‘gerçek’miş gibi sunmaktan kaçınmamış olmasında, temel bir ahlâksızlığın işaretlerini görürüm, yavrum…”

Diyor. Bizce, Platon’da görülen şey, işareti filan değil, ahlaksızlığın kaskatı kendisi… Alev Alatlı’nın, son terkipte böyle çekingen bir dil kullanmasında, Platon’a bu topraklarda asırlarca aziz, evliya, peygamber muamelesi yapılmış olmasının da katkısı olsa gerek… Hele de bu muameleye, çokça muteber birçok kimsenin de katılmış olmasının…

Oysa gösterdik, göstermeye devam edeceğiz, Batı’nın, insanlığın başına iyi bir şeyler getiriyor olması muhaldir… Eğri cetvelden, doğru çizgi çıkmayacağı hususu… Sen doğru görürsün ama eğri cetvele göre doğru çizgi çıkmayacağını anladığında, sana ait birçok doğrunu da, yitirmiş olursun…alev.alatli

Alev Alatlı’dan işte, Batı’yı kötülüğüyle gösterme gayretine adanmış bu kıymetli eserlerinde, daha kesin ve kötü başı, katı bedenden düşürücü kılıç hamlesi bekliyor insan… Oysa o, mesela aynı yerde, Platon ile ilgili gene çekingen konuşuyor:

“Gezegenimizin, 21. yüzyıldaki hali pürmelaline baktığımızda, hazretin (yani Platon’un) insanlığa katkılarının ürküttüğü kurbağaya değmemiş olabileceğini düşünmüyorum desem yalan… Katılır mısınız bilmem ama saiklerini anlayacağınızdan eminim…”

Kurbağa ürkütmesi de ne demek, bugün Batı’nın yaptığı bütün insanlık katliamlarında, Platon’un da parmak izini görmeyen kimse, Batı’yı taşlasa da, kâfi miktar ıskalayan kimsedir!

Alev Alatlı’nın “acaba”lı bu tavrı, dakikasında bana bir hadiseyi tahattur ettirdi. Rahmet olsun, bir seyahat dönüşünde Muhsin Başkan’ın emriyle, ona da rahmet olsun, Ahmet Er amcayı köyünde ziyaret ettik… Hem selam iletecek, hem de bir ihtiyacı olup olmadığını soracaktık… Sohbet esnasında söz dönüp dolaştı, Kenan Evren’in o devir yeni çıkan kitabına geldi. Ahmet Er amca, oradan birkaç pasaj okudu ki, orada Kenan Evren, yanlışlıkla yapılan idamlardan kendini aklamak için, şöyle bir mantık kuruyordu:

-İnsanların kimisi fakir, kimisi zengin… Allah bile adaletsizlik yapıyor yani… Böyleyken, biz insanlardan da bu kadar adaletsizlik, yanlışlık hasıl olması normal…

Ahmet Er amca, okudukları bitince ekledi:

-Şimdi burada Evren, küfrün kapılarını zorluyor…

Bu defa ben:

-Ahmet amca… Ne demek küfrün kapılarını zorlamak, tekmeyi vurup, kapıyı kırmış ve içeri girmiş… Allah’a adaletsizlik isnadı, tastamam küfürdür…

Dedim. Burada da, benzer bir hal… İngiltere’den Büyük Okyanus’a doğru uzanan ve ortaya Amerika’yı çıkaran dikenli heyulayı, Alev Alatlı, en diplere kadar götürüyor ama dibi tam sıyrılamamış aş tenceresi gibi, Yunan Felsefesini dışarıda bırakıyor. Bu hususta, kaydettiğimiz üzere çekingen… Eserinin bir yerinde şöyle diyor mesela:

“Biz hatayı az önce de kaydettiğim gibi, çağdaş bilimin, ileri teknolojinin peşinde koşarken, bu alanda en olmayacak insanları, Yunan filozoflarını kılavuz ederek yaptık… İşin kötüsü bu yanlış, asgari Tanzimat’tan bu yana tekrarlaya geldiğimiz bir yanlış oldu…… Bu felsefeyi boşladığımız için değil, belki de felsefeyle oyalandığımız için böyle oldu…”

Hani 1111 ölüm tarihli İmam Gazalî Hazretlerinin, Tehafütü’l Felasife’sinde kaydettiği üzere “Fikir ayrı, teknik ayrı” mevzuu… Ki kendisini de, asırlar boyunca “Felsefeyi öldürünce, Doğu’yu geriletti!” gibi haksız ve gene Batı kaynaklı bir hücumla lince tabi tuttular ve bu linç, Batılı tezlerle mukim Türkiye Cumhuriyeti’nde halâ carî… İmam Gazalî Hazretlerinin, bin yıl önce özetle “Felsefe saçmalığına karşıyız, tekniğe değil, teknik ayrı!” diye keskin ve net cümlelerle haykırdığı hakikatin etrafında, bin yıl sonra Alev Alatlı halâ ‘belki’li cümlelerle dolanıyor ve teknik demiyor da, İngiliz deneyciliği diyor… Bunda, İmam Gazalî Hazretlerinin, millet değil de, devlet, daha doğrusu işletmeciliği yapan sistem nezdinde Cumhuriyet devrinin kötü adamı olmasının bir etkisi var mıdır bilinmez, kötü olmayı göze almadan, Batı ile fikirde ve fiilde tam mücadele edilemeyeceği de, bir hakikat…  

Velhasıl, Batı’nın kötülüğünü tam idrak için, Batılı fikir ve fiil figürlerine karşı, ne kınama, ne esef, tam idrakten sonra onlara “kıça tekme, çöpe boca” muamelesi çekmedikçe, Batı ile fikirde ve fiilde mücadele edilemeyeceğine inanan ve bunu kifayetli eserlerle ortaya koyanız… Kıymetini takdirle beraber, Nasihatname’nin eldeki ciltlerine bu kadar eleştiriye de bu sebeple, kendinde hak göreniz…

Ama açık konuşmalıyım… Buraya kadar yazdıklarımı, sırf bunları söylemiş olmak için yazmadım… Yazmazdım da… Emelim, Alev Alatlı Hoca’ya bir şeyler öğretmek filan da değil… Bu tavırdan azadeyim… Başka bir şey söylemem lazımdı, şimdiye kadar söylediklerimi de, bunun alakasız bir peşrevi sayın…

Peki ne söyleyecektim? Söyleyeceğimi söylemek için evvela, Nasihatname’nin ikinci cildi Hafazanallah’tan bir parça aktarmalıyım:

“Fırsatınız olursa, bizim ruhçulara da bir bakın derim, yavrum… Dr. Bedri Ruhselman (1898-1960), Dr. Refet Kayserilioğlu (1922-2005) hatta Necip Fazıl Kısakürek (1905-1983) ve Prof. Dr. Nur Serter, ‘Beyti Dost’ dedikleri ‘Büyük Ruh’un, yaradılışın sırrına dair anlattıklarını ‘Sevgi Birliği’ nam grubunun üyeleriyle paylaşırlardı… Dergi ve kitapları da vardır. ‘Beyti Dost’un Hz. İsa’nın ruhu olduğu iddia edilir… Murat Bardakçı, ‘70’li ve ‘80’li yılların İstanbul’unun ‘ruhçu gruplar bakımından gayet zengin olduğunu’ söyler…”alev.alatlii

Gördüğünüz üzere, foseptik kokulu bir dünya insan yanında, onların ‘ruhçuluk’ paranteziyle ifade edilse de, gerçekte foseptikten mevzularıyla tek alaka belirtmediği halde, Üstadımız Necip Fazıl Kısakürek’in ismi de var! Refet Kayserilioğlu, kendini Hz. İsa zanneden bir manyak… Müridanından Cenk Koray da, kendini Hz. Şit sanıyordu! Bir manga, sapık yani…

Metinde Murat Bardakçı gibi, bu sapıklardan olmayan ama Necip Fazıl devine, maddî hatalarını yakalamak suretiyle yer yer yumruk atmak ve böylece devleşmek gayretinden epey nasipdar bir isim de olunca, insan okuyup geçecekken “Gene onun yumurtlamalarından biri mi?” diye bir lahza duruyor ve acaba “Beyti Dost” gibi sapıklıklar ile Üstadımızın ismi arasında nasıl bir kelalaka kurulduğuna kafa yoruyor…

Ama vardığım netice şu ki; Alev Alatlı, maddi yazım hatası yapmış ve Necip Hablemitoğlu yazacağına, Necip Fazıl Kısakürek yazmıştır… Öyle bir maddî yazım hatası ki; tersinden bir misalle, siyaset dünyasının en düzgün karakterlerini sıralarken, mesela Turgut Özal, Muhsin Yazıcıoğlu, Adnan Kahveci filan derken bir anda, futbol dünyasından, o da sırf Recep isminin benzerliğinden ötürü “Takoz Recep” demek gibi bir şey… Böyle bir durumda, Recep Tayyip Erdoğan’a ne kadar ayıp olur, onun da fevkinde olarak bu yanlışlığı bir hesap edin bakalım…

Bir dünya sapık içinde, onlardan olarak Necip Hablemitoğlu diyeceğine, Necip Fazıl Kısakürek demek… Alev Alatlı, büyük bir yanlışlıkla, böyle yapmıştır!

Zira bahsedilen sapık ruhçu gruplarla, Necip Fazıl Kısakürek’in değil, Necip Hablemitoğlu’nun ilgisi vardır. Zaten ölümü de, istihbarat oyunları içinde, istihbarat örgütleri elinden ama bu sahte ve sapık ruhçuluk grupları da, perde edilerek geldi… Benzeri cinayetler, hem dünyada, hem Türkiye’de çoktur ve daima saklanma aparatı, saçma sapık anlayışlar etrafında teşekküle gelen kuruluş veya kimselerdir… O, bunun zihnini dürtmüş, bu, öbürünün ruhuna parmak atmış, beriki ötekini ruhuna yazmış, öbürkü berikinin zihnine dalga göndermiş filan… Büyük hesaplı cinayetler için her ülkede, vakti gelince gerilmek üzere böyle gaydırı guppak meselelerin perdesi hep örülür, iştigallerine hep müsaade edilir… Bu iştigal, ne zaman hoparlöre bağlanırsa da, istihbarat işi büyük vakıaların gelmekte olduğunu, anlayan anlar…

Ne ise ne, anladığımız, Alev Alatlı’nın eserinde olan şey bir maddi yazım hatası… Maddi yazım hatası ki; maddi yazım hatasından alâ durumlar ortaya çıkarabilici bir vaziyet de belirtir, hele de Alev Alatlı’nın eserinde olunca… Yeni basımlarında, düzeltilmesi temennisiyle…

Ha, maddi yazım hatası değil denirse de, -ki, kelalaka, denmez!- o zaman gene konuşuruz…