Bu sayfayı yazdır

Çözülemeyen Tarım Meselemiz

Yazan: 07 Temmuz 2022 586

Avrupa’nın yabanları ve bu yabanların domuzları, Anadolu’nun insanını ve mallarını domuzlaştırmak için giriştikleri taarruz hareketinde hem mana hattımızda hem de madde hatımızda türlü türlü gedikler açmışlardır. Her saniye hareketiyle gediklerden içeriye kendi zift bağlı kapkara fikirlerini vahşice içeriye akıtmışlardır. Ne Anadolu’nun gariban insanı ne de toprağı bunlarla savaşabilecek güce kendisini yetirebilmiştir. Anadolu... Tarlalarını domuz baskınlarından korumak için kendi adamını yetiştirmiştir. Ama çok geçmeden bu domuzların tel aşmayı bıraktıklarını artık kapıdan girerek tarlayı talan ettiklerini görmüştür… Garip Anadolu kendi yetiştirdiğiyle bile garip kalmıştır… Yetişen yeni yerli ve milli kendi yerini yakarken ne kadar da soğukkanlıdır.

Toprağın kıymetini bilmek, toprağa layığını vermek…

 Ona bir köle gibi değil de kendisinden hizmet beklediğimiz bir hükümdar olarak bakmayı bıraktığımız günden bugüne toprağımızdan ne istediğimiz mahsulü alabildik ne de istediğimiz insanı… Davarların arkasında daha çocuk yaşında koşturan büyüklerimizden, koyunun yanına yaklaşmaya iğrenen toruna evrildik. Osmanlı’dan bu yana her alanda kelimenin tam manasıyla devrildik… Devrimleri devirecek devrimciyi beklerken ahlak kasamızdan güzelliklerimizi birer birer yitirdik ve hepsi kendine has bir törenle gitti de biz seslerini dahi duymadık. Artık bu topraklarda “yerli ve milli” diyebileceğimiz tarımı yapabilecek biri kalmadı, çünkü bu topraklarda yerli ve milli biri kalmadı. Devletini, verdiği destekle boğan, atasından kalma tarlalarını işletmeyen ve koca koca beton kazıklar diktiren insanlar bugün “yerli ve milli” olmaktan bahseder hale geldiler. “Yeni yerli ve milli...”

Mesele, ne tutmayan tarım politikalarıdır ne de iş bilmeyen çiftçilerdir. Evet belki bunlar da birer sebep olsa da o koca “Tarım Meselesi” kuyusunu doldurabilecek mikyasta bir çokluk belirtmeyecek kadar küçüklerdir. Meselemiz insanımızın topraktan vazgeçmesidir, bağını koparmasıdır. Ona bir rant kaynağı olarak bakmasıdır. Tarlanın hasadını yapıp ödemeyi alır almaz, elinde kasketiyle uyuz enik gibi pavyonlara koşturan, aşufte kadınları ile oynaşanlar tarımı kalkındıramaz. Dümdüz ovalarda, daha küçük traktörlerle bile gayet kalifiye bir iş yapabilecekken, Erzurumlu’nun çay içmesi gibi mazot içen ve her marşa basıldığında “İSRAAAF!” diye bağıran traktörlere beş dönüm arazisi dahi olmayan adamlar sırf köyünde “Ağa” hükmü görsün diye çuvallarla paralar gömüyorsa, bu ülkede tarım kalkınmaz. Herkes kadim devirlerinde yediği, o her parçası emek kokan ekmekleri yemek ister ama bu iş o buğdayın tohumunu atmadan önce tepsi tepsi yemek israf eden şımarık neslin yerini dolduracak has Anadolu gencinin tohumunun atılmasıyla başlar.

Hammadde üretimimiz de yok, ham insan üretimimiz de. Seri üretim çocuklar eğer anne ve babalarına çemkirmeyi bırakıp yarın aç kalacağını göremezse, bu jenerasyonda sadece zenginler doyacak. Avrupa’nın bize vurduğu yüzyıl önceki vole, etrafı süslü bir vaziyette işte bugün sokaklarda gezmektedir. Birçok yan sebepleri olsa da ve belki birileri için bu sebepler daha önemli olsa da, tarımın çözülememesinin benim için en önemli meselesi maddi değil, pek ala manevidir…

Bize “Topu taca atmayın, eldeki imkanlarla çözüm üretin!” diyenler olabileceği için bu işin bir de yapılabilecek maddi çözümlerini sunayım ona göre tavrımız kesinleşsin. Bilimselliğe kaçmadan birkaç meseleye değinelim.

Çözülemeyen Tarım Meselemiz1

Günümüzde aktif hayvancılık süt sığırcılığı ve sığır besisi üzerinden gitmektedir. Üretimde kullanılan hayvanlar da ithal ırklardır. Bunun sebebi eldeki yerli ırkların ıslahının yapılamaması ve halihazırdaki verim yüzdelerinin de ithal ırklara kıyasla düşük olmasıdır. Bu hayvanlardan yeterli verim alınabilmesi için barınak koşullarının ve beslenme koşullarının iyileştirilmesi gerekmektedir. Barınak koşullarının sağlanması çok büyük bir problem değildir ama beslenme koşullarının sağlanması… İşte bu bizim ülkede baş ağrıtır. Avrupa, iklimi itibariyle daha fazla yağmur aldığı için yem ihtiyacını meralarından karşılayabilmektedir ve bunun sayesinde yeme ayrıca para vermekten kurtulmaktadır. Bu ithal sığır ırkları Avrupa ikliminde çok rahat bir şekilde beslenirken bizim ülkemizde tabiri caizse dolar yemektedirler. Bizdeki üretimin az olması bu hayvanlara verilecek yemin ithal edilmesi gerektiğini gösterir. Dolar ve petrole gelen her zamdan tarımın bu kadar şiddetli bir şekilde etkilenmesi de bu yüzdendir. Bu zamlar üretimi zorlaştırdığından ötürü insanları daha fazla üretmekten de soğutur.

Gelelim meselenin manevi kısmına. Manevi olan taraf bu işin çözüm kısmında. Yerli sığır ırkların ıslahı çok uzun zaman alır bu bürokrasiyle gidilirse. Fakat ülkenin kullandığı hayvan türü yoğunluğu, büyükbaş hayvandan küçükbaş hayvana geçebilirse işte o zaman bir ümit görülebilir. Küçükbaş hayvanlar zorlu mera koşullarında çok az masrafla bakılabilir ve bizim ülkedeki ırklarda bu işin yapılmasında herhangi bir zorluk teşkil etmemektedir. Küçükbaş hayvan için mera ve çoban başlıca önemli olan hususlardır. Ama bizim ülkede bulunan gizli bir kast sisteminden ötürü bizim insanımız çoban olmaz, bizim insanımız koyun bakmaz, bizim insanımız süt satamaz, bizim insanımız şehri bırakıp da köye yerleşemez. Bu gizli kast sistemi yıkılmadığı müddetçe bu ülkede zenginler doyar, biz de onları besleriz. İşte bu sistemin yıkılması manevidir.  

Furkan Sağırlı