Bu sayfayı yazdır

Yalnız Yazımız Değildi Giden...

Yazan: 05 Aralık 2022 951

Son zamanlarda gündeme düşen eksantrik olaylar silsilesinden göz ardı edilen bir husus var. Mahir Ünal'ın tard edilmesine sebep olan "Harf İnkılabı". Sabık grup başkanvekilinin azline sebep olan bu mesele aslında Anadolu Müslümanı'nın sinesine saplanan "inkılap" hançerinin en göz önünde bulunan maddelerinden. Ama tek darbe bu değil. Evet, yazımızın değişmesi elbette ki kültürümüzde büyük erozyonlara yol açmıştır fakat bu inkılap furyası yalnızca yazımıza değil tam manasıyla her şeyimize balyoz mesabesinde darbeler indirmiştir. Harf inkılabına karşı olmak, bu kültür katili inkılaplar silsilesine karşı duruşun bir adımıdır.

Peki biz bu inkılaplar silsilesi vesilesiyle nelerimizi yitirdik? Kaybettiğimiz şey yalnızca alfabemiz, tarihimiz, dinimizce yargılanma hürriyetimiz ve "emir'ul müminin" ismiyle bildiğimiz reisimiz miydi?

Bu sayılanlar müşahhas olanlar. Elle tutulan, gözle görülen ve bilfiil hissedilenler... Ya hissettirmeden sinsi bir ur misali içimize sinen, damarlarımıza işleyenler? Mesela bugün beş vaktin tamamını camide eda eden Hacı amcadan tutun, gününü kendince beş vakte bölüp, beşini de görünümü muhtelif, muhtevası mutabık mekanlarda geçiren Berkecan'a dek herkes ehlitasavvuf'u bağnazlıkla, radikallike suçluyor. Bir hadis-i şerifte Efendiler Efendisi "Yaşadığınız gibi yönetilirsiniz" buyuruyor ya hani. İşte, bizde inancımızda ısrarcı olup yönetimi kendimizden yapamadığımız için bugün yönetildiğimiz gibi yaşamaya başladık...

Yalnızca yazımızı değil; sazımızı, hazzımızı, saygımızı, muradımızı, maksadımızı, kaygımızı, tasamızı, hatta ve hatta tarzımızı dahi yitirdik. Üstelik bu inkilaplar yapılalı henüz üç-beş kuşak yetişti. Dönüp bakalım. Evet "herşey İslam için, İslam'a göre ve müslüman tarafından" diyoruz ve en büyük kaybımız bu. Üstad Necip Fazıl'ın ifadesiyle "İslam güneşini, ceketinin astarında kaybetmiş kimseler"iz. Evet. En büyük kaybımız bu. Fakat tek kaybımız değil...

Hayatımızı yitirdik desek ıskalamış olmayız herhalde. Zira sosyal yaşam adına neyimiz varsa hakiki manada kaybettik. Bu başlığın altına akla gelebilecek herşey yazılabilir. Bunların en başındaysa gündelik hayatımızdan eksilen ve eksikliğini dahi hissedemeyecek kadar uzaklaştığımız şeyler var. Bir toplumun en bariz kültür aynası, sanatıdır mesela. Düne kadar sanat ve sanatçımızın kendine has kimliği vardı. Üslûbu, tarzı, ölçüsü, sanatını icra ederken kullandığı materyal ve eserinden tüten koku tamamen "bizim sanatçımız"a hastı. Peki ya şimdi? Sanatı şöyle bırakalım, bizim sokaklarımızda dolaşanlardan kaç tanesi "biz"den?

Bu kayıplar bir günde veya birkaç yılda verilmedi elbette. Evet, köklü kültür çınarımıza en kavi balta Kemalizm inkılaplarıyla vuruldu ama sonrasında bu baltanın açtığı yarığı, bi köşesinden çatlayan cam bardaktaki çatlağın ilerlemesi gibi, ilerleten maalesef bizler, daha doğrusu dedelerimizdi. İşte üstadın "öz anne ve babasının karşısına dikilip 'Mukaddes Emaneti ne yaptınız' diye soracak bir gençlik!.." sözleriyle bize yüklediği misyonun sebebi de tam olarak budur!

Çok değil yirmi yıl evvel karşıdan gelen kimsenin siyasi görüşünden etnik kimliğine kadar her şeyi çözebilirken şu an herkes birbirine benziyor. İşin daha kötü yanı şu ki bu aynileşme çarkları arasındaki insanlardan "biz"e benzeyen yok. Yani bizden olmama noktasında aynileşiyor insanlar. Bu durum düşünmenin, sanat icra etmenin ve bilumum sosyal hayat aktivitesinin dibine kibrit suyu döken cinsten.

Ahmet, Mehmet'le aynı giyiniyor, aynı şeylerden zevk alıyor, aynı şarkıları dinliyor, benzer olaylara aynı tepkiyi veriyor. Aslında şimdilik bir beis yok gibi duruyor. Zira Ahmet, Mehmet'le; Mehmet, Murat'la aynileşmeli zaten. Aynileşmeli ki İslam bir olsun. Ancak sıkıntı ve dinamit nevinden sorun teşkil eden şey şu ki bu zincir Mehmet'ten sonra bozuluyor. Ahmet Mehmet'le aynileşirken Mehmet, John'la, Johnny'yle, Corc'la aynileşiyor... Öyle bir aynileşmekki bu, mevcut bilmem kaçıncı Franciscus kendi emri altındaki kâfirlere "kızlarımıza söyleyin, haç taksınlar! Çünkü kızlarımızı müslüman kızlarından ayırt edemiyoruz..." sözleriyle dert yanıyor!.. Bakın altını çizerek tekrar ediyorum, bir imam, "müslüman kızlar Hristiyanlara benziyor" diye şikayet etmiyor da papa bu durumdan şikayet ediyor. Hoş onun muadili imam değil, Halife-i Ruyi Zemin hazretleridir fakat biz bizden öylesine koparıldık ki 1.5 milyar müslümanı temsil etme makamını dahi aldılar elimizden. Ancak bu, yaşanılan durumun vehametini gizlemiyor. "Hadi gâvur gâvurluğunu yaptı kaldırdı o makamı. Kalbinizden imanı da söküp alamaz ya! Doğru düzgün yetiştirin evladınızı!" Derler adama. Hatta onlar değil, ben diyorum! Bizi başsız koydular, eyvallah. Ama "yalnızca bir başınız, amiriniz olduğu zaman mükellefsiniz" demedi Allah! Soruyorum: Ey iman edenler! Nereye bu gidiş?

"Kalk namazını kıl fadimem" diyen türkülerimizden, "o şimdi asker canı neler ister" edepsizliğine;

"Sakın terk-i edebden kûy-ı mahbûb-ı Hudâdır bu

Nazargâh-ı ilâhidir Makâm-ı Mustafa’dır bu"

gibi aşk-ı Resul kokan şiirlerden, buraya yazmaya dahi imtina ettiğim Cemal Süreyya zırvalarına evrilen şiir ne kadar bizim? Kanun, ud ve muhtelif çalgılarla ruhu titreten, şifahane ve bimarhanelerde meczup ve mecnunları tedavide kullanılan; ekseriyetle Hakk'ı, maneviyatı hatırlatan musikimizden, tepinmeyi öğütleyen, akîli delirten gürültüye evrilmiş "müzik" ne kadar bizim? "Ne kadar bizim?" diye soruyorum ama ortada "biz" kaldı mı?

Üstadın şiirinde "burnunu göstermekten sakınırdı süt ninem/Kızımın gösterdiği kefen bezine mahrem!" dizeleriyle yakındığı kıyafet noktasındaki hayasızlık, artık fikre, düşünceye, sanat(!)a sirayet etti. Gün geçtikçe onlara, bizden olmayanlara benziyor ve hatta yavaştan onları da solluyoruz. Yıllar öncesinden lafı gediğine koyan yine üstad, ve biz gittikçe bu dizeleri daha da fazla hakediyoruz:

Geçenler geçti seni, atıldı pabucun dama

Çatla sodom-gomore, patla Bizans ve Roma!

Uyanın efendiler uyanın artık! Müslümanlar kâfirlerle aynileşiyor! Dün dedelerimiz bu aynileşmeye ses çıkarmadığı için üstad bize onlara hesap sorma misyonu yükledi. Peki ya bizim torunlarımız bize nasıl hesap soracak! Enaniyet yahut başka bir niyetle değil, hamd ve bilinç uyandırmak adına söylüyorum, Büyük Doğu mimarı, hesap sorma misyonunu yükleyebileceği bir gençlik bulmuştu karşısında. Çünkü o zaman bu tehlike henüz kıvılcım mesabesindeydi. Şu an bu kıvılcım, evvelki sene cereyan eden California yangınının birkaç yüz misli boyutunda bir yangın hâline gelmiş durumda! Şimdi uyanmazsak, yarın bize hesap soracak çapta kimse de kalmayacak!..

Belki bu yazıyı okuduğunuz zaman içiniz kararacak, belki uykunuz kaçacak hatta belki içten içe hayıflanacaksınız bu ne karamsarlık diye. Bilin ki onun için yazıyorum! Varsın bugün uykumuz kaçsın. Kaçsın ki belki tedbir alırız! Bugün uykumuz kaçmazsa vallahi cehennemde uykuyu aklımıza dahi getirmeyen azaplara gark olacağız! Hafazanallah! Sözlerimi, yeryüzünde en güzel, en doğru sözleri söyleyen O'nun (sallallahu aleyhi ve sellem) sözleriyle noktalıyorum:

"Kim bir kavme benzerse onlardan olur!"

Berat Talha Alkan