Milli Teknoloji Hamlesinde Dönüm Noktası: Kıbrıs Harekâtı

Yazan: 08 Nisan 2021 975

Milli Teknoloji hamlesi için dönüm noktalarından biri hiç şüphesiz Kıbrıs Barış Harekâtı olmuştur. Harekât öncesi ve sonrası yaşanan gelişmeler yeni bir dönemin kapılarının açılmasını sağlamıştır. Bu tarihe kadar kendi Milli Teknolojimizi üretmenin ne denli önemli olduğunu kavrayamamışken, bu harekâttan sonra kendi Milli Teknolojimizi üretmenin gerekliliğini kavramaya başlamışız. Bu kavrayış akabinde yerlileşme yoluna gitmek için gerekli adımları atmaya başlamışız.

Cumhuriyetin kuruluşundan 50 yıl sonra ancak farkına vardığımız acı gerçek… Daha öncesinde ‘Ne de olsa Amerika gerekli mühimmatları bize veriyor, dışarıdan daha ucuza alırız, bizim üretmemize ne gerek var?’ şeklindeki hâkim anlayışın ne kadar saçma olduğunu göstermiştir. Göstermesine göstermiş ama aradan geçen yıllar bizim aleyhimize işlemiş…

Harekât Öncesi Yaşananlar

Tarihler 1964 yılını gösterirken Yunanistan’ın desteğiyle iyice azgınlaşan Rumlar   ENOSİS (Kıbrıs’ın Yunanistan'a bağlanması) hayallerini gerçekleştirmek amacıyla adadaki Türklere bir kez daha zulmetmeye başlamış. Bu zulmü durdurmak için Türkiye’de, karşı harekât yapma fikri kamuoyu baskısıyla gündeme gelmiş. Harekât yapma fikri ilk ortaya çıktığı zaman henüz tam manasıyla bağımsız olamadığımızdan dolayı Amerika’dan tabiri caizse icazet almak için başvuruda bulunmuşuz.

Neden Amerika’dan icazet almışız diye sorarsanız şunu sebep olarak gösterebiliriz. Bildiğiniz üzere 1946 yılından itibaren başlayan Truman Doktrini ve Marshall yardımları çerçevesinde ordumuzun sahip olduğu mühimmat ve silahların büyük çoğunluğu Amerika tarafından verildiği için yapılan anlaşmalar gereği bu silahları herhangi bir yerde kullanmak izne tabiymiş. Bundan dolayı Amerika’dan habersiz iş yapmamak namına onlardan izin almışız.

Bu başvuruyu da Milli(!) Şef yapmış. Bir taraftan adadaki soydaşlarımız büyük zulümlere maruz kalırken biz ne pahasına olursa olsun onların yardımına koşmak yerine düşmandan izin alma gayretine düşmüşüz.

Milli(!) Şef ne yapsın güçlü Amerika karşısında, Elbette ki onlardan habersiz iş yapamazdı diyenler olacaktır. Lakin bilinmesi gerekir ki Amerika ile bu anlaşmaları yapan da yine odur. Ordunun mühimmat kaynağını tek bir yere, o da Amerika’ya bağlayan kendisidir.

Kıbrıs Harekatı’nı yapmaya dair izin talebine karşı Amerika, sert bir dille harekata karşı çıktığını belirtmiş. Belirtmekle kalmayıp kendisinin Truman Doktrini ve Marshall yardımları çerçevesinde vermiş olduğu silahların bu harekâtta kesinlikle kullanılamayacağını belirtmiş. Ne de olsa yapılan anlaşmalar gereği, verdikleri silahları onların istemedikleri yerde kullanamayacağımızı en başından kabul etmiştik.

Meşhur Johnson mektubu... Bir nevi tehdit mektubu... Sert bir şekilde alınan tepki sonucu harekât yapma fikri rafa kalkmış ve sözde anlaşmalarla Kıbrıs meselesi bir süreliğine ertelenmiş. Yıllar boyu ellerinde olan güçle yaptıkları tek şey heykel olduğu için ülke yararına bir şey yapmaktan aciz kalanların vatanımızı düşürdüğü durum… Kendi soydaşlarımıza yardım etmekten alıkoyulmuşuz.

Johnson mektubu, günü kurtarmak için Amerika’dan alınan silah yardımlarının, bizi onlara nasıl bağımlı hale getirdiğini ve onlardan habersiz bir iş yapamayacağımızı açık bir şekilde göstermiş. Acı gerçekler yavaş yavaş meydana çıkmaya başlamış işte… Bu mektup dönüm noktasına giden ilk aşamalardan biri olarak nitelendirebilir.

1964 yılındaki mesele sözde anlaşmalarla çözülmüş gibi durmasına rağmen şımarık Rumlar yıllar sonra azgınlıklarına tekrar başlamış. Tarihler 1967 yılını gösterdiği zaman Rumların bu baskılarına karşı harekât fikri tekrar gündeme gelmiş. Gündeme gelmiş gelmesine ama harekât için gerekli mühimmatlar ne yazık ki bizde yokmuş.

Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’in ifadesiyle o dönemde 6 helikopter, 150 paraşüt, 2 adet çıkarma gemimiz varmış. Çıkartma için gerekli olan ise 150 helikopter 15 bin paraşüt ve 100 çıkarma gemisiymiş. Gerekli mühimmatlar olmadığından ötürü harekât fikri bir kez daha sonraki tarihlere kalmış.

1967 olayları üzerine yıllar boyunca kendi teknolojimizi üretmemenin bize vermiş olduğu zarar ve olası durumdaki yetersizliğimizi göstermiş. İhtiyaç anındaki bu eksiklik bizi derinden etkilemiş. 1974 yılına giden süreçte ciddi manada hazırlıklar yapılmaya başlanmış. 1967 yılında yaşanan gelişmeler de dönüm noktasına giden bir diğer önemli gelişme olmuştur.

Tarihler 1974 yılını gösterdiği zaman Rumların yaptığı zulümler artık dayanılamayacak noktaya gelmiş. Artık ne olursa olsun bu harekât yapılmalı, adadaki Rum zulmü bitirmeliydi. Amerikan’ın öncülüğünde diğer ülkelerden gelebilecek her türlü tehdit göze alınarak harekât düzenlenmiş ve adadaki zulüm bitirilmiş.

Şunu da belirtmek gerekir ki bu harekâtın öncüsü Erbakan ve dönemin Genel Kurmay Başkanı Semih Sancar’dır. Dönemin Başbakanı Ecevit sözde anlaşmalarla Kıbrıs meselesini çözümlemek için görüşme yapmak üzere İngiltere’ye gittiğinde elinde yetkileri bulunduran Erbakan, Ecevit’in yokluğundan istifade ederek Genel Kurmay Başkanı ile harekât planını hazırlamışlar ve işe koyulmuşlar. Ecevit İngiltere’den döndüğü zaman artık iş işten geçmiş. Harekete geçen ordu 1964 ve 1967 yıllarında olduğu gibi bir kez daha geri dönemeyeceğinden ötürü harekât düzenlenmiş.

Harekât Sonrası Yaşananlar

Amerika’nın her türlü tehtidine rağmen harekâtı gerçekleştirmiştik. Bunu gerçekleştirmenin elbette cezai yaptırımları olmalıydı. Amerika yıllardır hükmü altına aldığı Türkiye’den böyle bir hamleyi asla beklemiyordu. Geçmişte olduğu gibi tehditlerine karşı boyun eğeceğimizi sanıyorlardı. Lakin böyle olmadı. İyi ki de olmadı.

Bu harekât sonucunda Amerikan senatosunun almış olduğu karar ile Türkiye’ye karşı ambargo uygulama kararı çıkmış. 1975 yılından başlayıp 1978 yılına kadar sürmüş.

Bu ambargo ekonomimizi ciddi şekilde etkilemiş. Öyle ki IMF’ye ilk borçlanma bu dönemde başlamış. Üstüne üstlük bu dönemde ödeyemediğimiz borçların faizlerini ödemek için kredi çeker hale gelmişiz.

Ambargo, savunma sanayimiz açısından da derin yaralar meydana getirmiş. Parasını verip sipariş verdiğimiz uçaklar verilmemiş. Tıpkı günümüzde F-35 uçaklarında olduğu gibi. Ayrıca savunma sanayimizin büyük bir çoğunluğunu Amerikan yapımı mühimmatlar oluşturduğu için gerekli yedek parçaları bulma sıkıntısı da yaşanmış. Düşünün ki bu ambargo biraz daha devam etseymiş tüm mühimmatlarımızın yok olması tehlikesiyle karşı karşıya kalınacakmış. Çünkü onlara bağımlı kılınmıştık. Üretebileceğimiz yedek parçayı bile üretemez hale gelmiştik.

Bu yıllar arasında ülke çok sıkıntılı zamanlardan geçmiş. Arayı düzeltmek için bir sürü çaba sarf edilmiş. Sonuç olarak eskisi kadar olmasa da ilişkilerde düzelme meydana gelmiş.

Bu sıkıntılı süreçlerin bize olumlu yönleri de olmuş. Artık kendi Milli Teknolojimizi üretmenin ehemmiyeti anlaşılmış. Bunun üzerine millet olarak yerlileşmenin kıymetini daha iyi şekilde anlamaya başlamışız. Bunların sonucunda Kara, Hava ve Deniz Kuvvetleri Güçlendirme Vakıfları kurulmuş. Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Güçlendirme Vakıfları tarafından yürütülen çalışmalar ile bazı temel sahalarda; ASELSAN, HAVELSAN, ASPİLSAN, TUSAŞ gibi devlet sermayesine dayalı yatırımlar gerçekleştirilmiş. Yıllar boyunca boşladığımız alanlara tekrardan dönüş yapmaya başlamışız. Bu geri dönüşle beraber Milli Teknolojimizde şahlanmalar meydana gelmeye başlamış. Bu şahlanmalar da meyvesini vermeye başladı.

mil.tek.ham.111

Dünya genelindeki savunma sanayii şirketleri içerişinde en fazla ciro yaparak ilk 100’e giren firmalardan 7 tanesi Türk firması oldu. Ayrıca Türkiye, firma sayısı açısından 7 firmayla ABD, Birleşik Krallık ve Çin’in ardından 4. sırada yer aldı. Bu durum bizim için, Milli Teknolojimizin gelişimi açısından çok kıymetli. Bu firmalardan ASELSAN, TUSAŞ, ROKETSAN ve HAVELSAN Kıbrıs Harekâtı sonrasında millileşme için kurulmuş firmalar.

Örneğin, 1975 yılında askerî haberleşme ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla kurulan ASELSAN, günümüzde ordumuz için gerekli birçok şeyin yerli üretimini yapmakta. 2020 yılında 15 milyar TL gelir elde etmiş. Ayrıca bu sıralamanın 48.sırasında bulunmakta.

Bizdeki bu yerlileşmenin 1974 yılından sonra başlamasıyla birlikte günümüzde geldiği nokta bu şekilde. Bir de bu yerlileşme hareketi 40 yıl öncesinden başlamış olsaydı günümüzde ilk 100’de olan firma sayımız belki de şimdikinin 3-4 katı seviyesinde olacaktı. Görüyor musunuz Cumhuriyet’in kurulmasından 1974 yılına kadar geçen süreçteki kaybettiğimiz yılları? 1974 yılına kalan bu dönüm noktası keşke daha öncelerde olmuş olsaydı.

Anlaşılacağı üzere Kıbrıs Harekâtı Milli Teknolojimizi ihya etme bakımından yeni bir algıyı meydana getirmesi ve yeni bir döneme kapılarını açması bakımından çok önemli bir dönüm noktasıdır.

mil.tek.ham.222

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi