Bu sayfayı yazdır

Doğru Teşhis, Doğru Tedavi

Yazan: 01 Temmuz 2019 5309

            23 Haziran'da yenilenen İstanbul seçimleri vesilesiyle bu gidişin hayra alamet olmadığını gören muhafazakâr camiada ufak da olsa bir sorgulama başladığını gözlemliyoruz. Herkes kendi penceresinden hadiseleri yorumluyor, 9 puanlık farkla yaşanan hezimetin sebeplerini algılamaya çalışıyor. Hala "bardağa dolu tarafından bakalım" diyerek düştüğümüz sefaleti örtmeye çalışan gafiller de yok değil. Onları bir kenara bırakarak umumi efkârın farkettiği hastalık hâline odaklanalım. Bizim için 23 Haziran'ın gelişi 31 Mart'tan, 31 Mart'ın gelişi 24 Haziran 2018 genel seçimlerinden, 24 Haziran'ın gelişi de neokemalist açılımdan, ahlakî yozlaşmadan ve Ak Parti'nin tabanını rahatsız edecek politikalarından belliydi aslında. Binasının giderek derinleşen çatlaklarını ancak o bina tepesine çökünce fark eden bakar körlerden müteşekkil siyasî camia, arızaların tespitine yönelik adım atmak için felaketler silsilesi beklerken, biz bulduğumuz her fırsatta bu arızaları çözümleriyle birlikte dile getirdik. Bugün de aynı şekilde dile getirmeye devam ediyoruz. Ne itirazlarımız müzmin ve takıntılı Erdoğan muhaliflerinin itirazları gibi algılansın, ne de bugüne kadar hiç esirgemediğimiz desteğimiz koşulsuz-şartsız "ne yaptılarsa doğrudur" cinsinden bir şehadet sanılsın.2

            Ak Parti'nin bu güne kadar girdiği her seçimden daha kuvvetli çıkmasını sağlayan, CHP'ye ve temsil ettiği mânâlara, doğuştan karşı irfan ehli Anadolu insanının bizzat içerisinden olmak vasfına yaslanarak yükselttiğimiz sesimize, entelektüel görünme ve hükümetin kadrolu analisti pâyesini kazanma ihtirasını zerre kadar bulaştırmadığımızı peşin olarak söyleyelim. Eğer Ak Parti kurmayları televizyonu açtığımızda, radyoyu çevirdiğimizde, sosyal medyaya girdiğimizde anında karşımızda biten bu entelektüellik ve kadrolu analistlik muhterislerinden seçim sonuçlarına ve umumî ahvâle dair doğru bir tespitin çıkacağına inanıyorlarsa, geçen seçimlerde olduğu gibi bu seçimden sonra da onları istişare kamplarına toplasınlar ve çizdikleri yola uymaya devam ederek halktan ve kendi tabanlarından iyice uzaklaşsınlar. Çakma doktorlar elinde yanlış tedavinin kaçınılmaz neticesi ancak hastalığın bütün vücudu sarması olur. Malumunuz üzere Ak Parti beklediği oy oranını alamadığı her seçim sonrası istişare kampı düzenleyip belli başlı kararlar alıyor ve müstakbel seçimde oy oranını daha da düşürüyor. Bu kısır döngünün Ak Parti'nin iktidardan düşmesiyle değil de aklını başına almasıyla neticelenmesi için yapılması gereken ilk iş Ak Parti stratejilerini, söylemlerini, politikalarını yönlendiren kadronun acilen tasfiyesidir. Halen daha televizyonlarda seçim sonuçlarını, elde ettiği rahat yaşam koşullarını kaybetmemekten başka gayesi olmayan demokrat ağızlı tipler yorumluyor. Bu tiplerin gösterdiği çıkış yoluna uymak, hadiselerin nihayetinde müslümanların maddeleri ve manalarıyla sallandırılacakları darağaçlarının kurulmasından başka bir sonuç getirmeyecektir. "Siyasetin dili çok gergin, ak parti kürt seçmene hitap edebilmek için Öcalan ve Barzani'nin de içinde olduğu bir süreç başlatmalı, EYT'lilerin sorunu çözülmeli" gibi bir sürü boş laf...

            İnançları bozulmuş, kırmızı çizgileri ortadan kalkmış, modernizme teslim olmuş, kimi ırkçılık, kimi feministlik, kimi kaygısız sekülerlik bataklığına düşmüş kitleleri sadece seçim vakti tavlayıp onların yalnızca oyunu almaya bakan sığ stratejilerin fayda getirmediği artık anlaşılmalı. Günü kurtarmaktan başka ufku olmayan siyasi manevraların sürüklediği uzun vadeli bir zillet döneminin eşiklerine çoktan geldik. 16284 sayılı kanun neticesinde tarumar olan ailelerimiz artık herkesin malumu. Uluslararası çapta fonlanan LGBT dernekleri neredeyse her ilçemize girmiş vaziyette. Kendisini doğrudan LGBT skalasından bir sapkınlık noktasında tanımlayanların sayısı onbinlerle ifade edilirken, bu sapkınlığı fikirde ve söylemde destekleyenlerin sayısını varın siz hesap edin. Türkiye'de, asla İngilizlere, Fransızlara ve bilumum imansızlara karşı köpürtüldüğünü göremeyeceğiniz, fakat bu toprakların adı Türk, adı Kürt, adı Arap, özü Müslüman olan milletlerinin birbirlerine İslam'ın birleştirici nazarıyla değil de şeytanın ayrıştırıcı telkiniyle yaklaşmalarına endekslenmiş ırkçılık, başında daima şeytanın bulunduğu bir sistemle organize edilmeye ve bilhassa Suriyeliler üzerinde psikolojik kıyım makinesi gibi işlemeye devam ediyor. Üstelik bu şeytani makina, şeytanî telkinlerin büyüsüne kapılan Müslümanların takviye kuvvetiyle her geçen gün ivmesi de artarak hızlanıyor. Kısa kısa vetirelerle sunduğumuz bütün bu problemler toplumda büyüyüp urlaşırken, Ak Parti hinterlandında hareket eden televizyonlar, gazeteler, STK’lar ve icraya memur kurumlar adeta saçlarını taramakla meşguller.3

            "Bu zulmetlerin siyasi sahadaki ters kutbu" namıyla millet hafızasına yerleşmiş olan Ak Parti, milletteki bozulmanın kaçınılmaz sonucu olarak seçimlerde kendisine yüz çevirilmesine, az önce değindiğimiz akılsız analistlerin çizdiği stratejilerle mukabele ederek günü kurtlarmaya çalışmaktan başka bir şey yapmıyor maalesef. Bu hamlelerin sonucu olarak da her geçen gün daha falza kaybediyor. Yaklaşan hezimeti farkeden hükümetin "Ahmet Kaya'nın mezarını Türkiye'ye getirmek, Öcalan'ın mektubuna müsaade etmek" gibi son haftada yaptığı çırpınma hareketleri de bunlara örnek verilebilir. Halbuki Kürtçü duygularla hareket eden Kürtlerin nasıl tavlanıp oylarının alınacağını düşünmek yerine, bu insanların dün olduğu gibi tekrar dini hassasiyetlerine göre siyasi tavır alan halis müslümanlara nasıl dönüştürüleceğini düşünmek gerekiyor. Toplumda artan Suriyeli karşıtlığına mukabil "suriyelileri gönderebiliriz" temalı açıklamalar yaparak Anti-Suriyeli kesimin oyunu toplamaya çalışmak yerine, ırkçılık denen hastalığa kalıcı tedaviler uygulamak gerekiyor. Kendi elimizle kemalistleştirdiğimiz gençlerimizin oyunu almak için daha fazla kemalistleşmek yerine, kemalizmin millet sinesinde açtığı yaraları teşhir etmek ve gençlerimizi kurtarmak gerekiyor. Her geçen gün yaygınlaşan feminizm hastalığına mukabil muhafazakar (!) feminist dernekler kurdurup fonlayarak kendi feministini kendin yetiştirmek yerine, bu illetle nasıl başa çıkılacağını düşünmek gerekiyor. Bu liste böyle uzar gider. Söylemek istediğimiz şu; Ak Parti bu ifsat edilmiş kitlelere şirin gözükmek için 40 takla atarak günü kurtarma ve iktidarda kalma hayallerinin boş olduğunu görmeli. Eğer kendisini var eden değerleri yaşatmak namına uzun süre daha iktidarda kalmak istiyorsa, kalıcı bir iktidarın günlük manevralarla değil halk tabanında bu değerleri yaygınlaştırmakla mükün olduğunu görmeli, siyasi olarak da faydasız hareketlerden vazgeçmeli. Zaten milli ve ahlakî değerlerinden kopmuş kitleler, o kopmuşluğu ziyadesiyle bayraklaştıran CHP-HDP-İP gibi partiler varken dönüp de Ak Parti'ye oy verecek değiller. Hoş ya, zaten Ak Parti, fikir dünyalarını imâr etmeye değil de yalnızca oylarını almaya talip olduğu kitlelere şirin gözükeyim derken daha da kemalist, ırkçı, feminist vs. politikalar geliştirip muarızlarına benzediği vakit Ak Parti'ye gerek de yok. Partiyi kapatıp gitmesi daha hayırlı olur. CHP bütün benliğiyle sapasağlam dururken yeni bir CHP'ye ne gerek var?5

            Türkiye'de yekünün %60'ını muhafazakarlar oluşturuyor. Bu muhafazakar kitlenin Türkiye siyasi tarihinde hep CHP karşısındaki partileri desteklemiş olması CHP için bir dezavantaj iken sağ partiler için de büyük bir avantaj. Malumunuzdur ki tek parti dönemi sona erdiğinden beri CHP yaklaşık 70 senedir tek başına iktidar olamıyor. CHP'nin karşısında olup milli manevi değerleri temsil ettiğine inanılan partiler ise her daim kazanıyor. Bu durumun farkına varan CHP son 10 yıldır takiyyeci bir strateji izleyerek muhafazakar kitleye hoş görünüp onlardan oy almaya çalışıyor. Bu takiyyeci stratejinin nasıl başladığını kısaca hatırlayalım. 2010 senesinde Deniz Baykal CHP genel başkanı. CHP'nin hem beyin takımı hem de vitrin adamları o dönemde Önder Sav ve ekibi. Önder Sav müslümanlar arasında din düşmanlığıyla biliniyordu.6 Onun CHP namına her sahneye çıkışı müslümanları CHP'den iğrendirmeye yetiyordu. Müslümanlar onu her gördüklerinde hacca gitmek isteyen amcaya verdiği cevapta Rasulullah Efendimize hakaret edişi akıllarına geliyordu. Bu vitrin ve bu söylem tarzıyla CHP'nin seçim kazanamayacağı herkesin malumuydu. Ve böyle bir atmosferde CHP'de değişimlerin fitilini ateşleyecek o vakıa yaşandı. Deniz Baykal bir kaset skandalıyla genel başkanlığı bırakmak zorunda kaldı. Yerine Kemal Kılıçdaroğlu CHP genel başkanı oldu. Kılıçdaroğlu ilk iş olarak müslümanlar nazarında ismi kirlenmiş Önder Sav ve ekibini tasfiye etti. Vitrine islam düşmanlığıyla ismi özdeşleşmiş isimler yerine daha taze CHP'lileri koymaya başladı. Vitrin değişikliği ile birlikte CHP'nin fikri, niyeti, emeli değişmese de söylemleri değişmeye başladı. Mesela Kemal Kılıçdaroğlu çıkıp pişkin pişkin "başörtüsü sorununu biz çözeceğiz" dedi. Canan Kaftancıoğlu'nun deyimiyle "muhafazakarların oyunu almaya yönelik takiyyeci siyaset" Ankara'da Mansur Yavaş'ın partiye transfer edilmesiyle daha da hız kazandı. Müdafaa'dan dönme İmamoğulları da aday yapılınca taşlar yerine oturdu. Milletimizin zayıf hafızası ancak 10 sene direnebildi ve CHP müslümanlar nezdindeki kötü imajını yenilemeyi kısmen de olsa başardı. Onlar yapacağını yaptı da bize ne oluyor diye sormadan edemiyor insan. %60'lık kesimi memnun etse rahat rahat seçilecek olan Ak Parti hangi akla hizmettir bilinmez, %40'ı razı etmeye çalışmak gibi boş bir hevese düştü. Üstelik bunu beceremediği gibi bir de kendi seçmenini küstürdü. Milli ve manevi değerlerden uzaklaşan kesim, bu değerlere en uzak partilerin yolunu tuttu, milli ve manevi değerlere sarılan kesimin bir kısmı ise bu değerlerden uzaklaşan Ak Parti'ye sırt döndü. Velhasıl Ebu Müslim Horasanî'nin sözündeki mânâ Ak Parti üzerinde tezahür etti. "Onlar, şerrinden emin oldukları için, dostlarını kendilerinden uzak tuttular. Düşmanlarını da kazanmak için, kendilerine yakın tuttular! Düşmanları "dost" olmadı; ancak uzak tuttukları dostları düşman oldu. Herkes düşman safında birleşince, yıkılmaları mukadder oldu!" Seriyye Dergisi'nde seçimden önce yayınlanan "İzmir'e oya giderken Anadoluda toydan olmak" başlıklı yazısında Reis Servet Turgut bu durumu oldukça güzel izah etmişti. Takip edenler hatırlayacaktır.7a

            Siyaset arenasındaki gelişmelerin millet üzerindeki tesirlerine dair bu anlattıklarımızdan İslami mücadeleyi siyasi partilerle sınırlı gördüğümüz sonucu çıkarılmasın. Siyasi partilere ve devlet kuvvesine müstağni islami hareketler teşekkül ettirmenin, bu hareketler vasıtasıyla her sahada müslümanların maslahatına çalışmalar yürütecek kadroları yetiştirmenin aslî vazifemiz olduğu şuurundayız. Müslümanlar bu ülkede tek parti dönemi diye anılan bir süreç yaşadılar. O süreçte bırakınız seçim kazanmayı veya kaybetmeyi, müslümanların CHP karşısında destekleyecekleri bir parti bile yoktu. İmanın ve ahlakın korunmasına yönelik her çalışma tehdit altındaydı. Büyük Doğu Dergisi'ne Başbakan Şükrü Saracoğlu imzasıyla "Allah'tan ve ahlaktan bahsetmek yasaktır" yazılı telgraf geliyordu. Kimisi tren vagonlarını kuran kursuna çevirmişti, kimisi şapka inkılabına direnip idam ediliyordu. O şartlar altında hapsi de, sürgünü de, ölümü de göze alarak taviz vermeden yürütülen mücadeleyle elde edilen kazanımlar bugün bize bu rahat ortamı sağladı ve bir takım fırsatları doğurdu. Milli ve manevi değerlerimize karşı organize olan yapıları temizlemek, gerçek inkılaplarla nesillerimizi ihya edecek mekanizmaları kurmak, emperyalistlerin boynumuzdaki prangalarını kırmak gibi fırsatlar... Fakat biz bu kadar imkâna ve rahatlığa rağmen 70-80 yıl önceki dedelerimiz kadar davamıza sahip çıkamadık. Bir o zamanın alimlerine bakın bir de bu zamanın alim geçinenlerine... Tek parti inkılaplarından yalnız bir inkılap olan şapka takma mecburiyetine direnirken canından olanları hatırlayın. Ve bugün hiçbir tehdit cari değilken o devrimleri "İslam'a büyük hizmetler" diye takdim edenleri... Beğenilme arzusunun, makamın, zenginliğin, dünya sevgisinin esiri olduk. 2 kuruş kaybetmemek için inançlarımızdan taviz verdik. Muarrızlarımıza şirin gözüküp şerlerinden emin olmaya çalıştık. Bugün geldiğimiz noktada tarihi fırsatları elimizden kaçırmak üzereyiz, belki de kaçırdık. İstikbalde bizleri nelerin beklediği bilinmez. Neticeler Allah'a havele. Fakat mesuliyetler ayan beyan ortada. Müslümanca yaşamak, rızayı ilahi için mücadele etmek zorundayız. Makam, mevki ve mekan fark etmeksizin her müslüman aynı mesuliyete sahip. Tabi bu mesuliyetlerin büyüklüğü de imkanların büyüklüğü ile doğru orantılı. Bizim dostça ihtarımız İslam'ın emrine vermek zorunda oldukları imkanları elinde bulunduranlara. Arzumuz bu ihtarların hayırlı neticeler doğurması. Gönlünü gönlümüze yaslayan ve sesimize ses katan bütün müslümanlara hürmet ve dua ile...

Y. Emre