Bu sayfayı yazdır

Yerli ve Milli Heykeller Geçidi: Artık Bizim De Bir Heykelimiz Var

Yazan: 17 Temmuz 2020 1972

Ordu Büyükşehir Belediye Başkanı Hilmi Güler ‘’Türk Büyükleri Heykelleri’’ denilen bir proje başlattı ve yüksek öneme (!) sahip bu proje tamamlandı. Proje şöyle: Mete Han’dan Oğuz Kağan’a, Alparslan’dan Fatih’e, Mustafa Kemal’den Abdülhamid Han’a hatta Engin Altan Gezideyatan’a kadar tarihimize damga vurmuş şahsiyetlerin büstleri aynı meydanda toplanmış. Farzı muhal hepsi yaşayıp da Hilmi Bey’le aynı meydanda buluşsalardı ne olurdu acaba? Onu tebrik mi ederlerdi, tekdir mi ederlerdi, yoksa kötek mi çekerlerdi? Çünkü şapka takanından sarık takanına, heykel dikeninden put kıranına kadar farklı şahsiyetlerin cemedilmesiyle oluşturulmuş bir curcuna cümbüşü var ortada.

Bu heykel-büst işlerinin arka planını ve yaşanmış vakaları bilenler bu işlerden fail belediye ve kurumların nasıl faydalandığını da bilir; çoğu zaman belediye bütçesindeki veya yetkililerin ceplerindeki deliği kapatma aracı olarak kullanılmıştır. Nasıl mı? Yüz lira maliyeti olan bir heykele sanat etiketi altında 100 bin lira fatura kesilir. Bunun bir kısmı sanatkara, aslan payı da aslanın yuvasına gider. Tabi ki biz adı geçen belediye ve yetkililerini böyle bir şeyle suçlamayıp, bizce kat kat daha büyük asıl cürümleri tespit edip, işaretlemeyle ilgileneceğiz.

Meselenin özü bir sanat derdi ise Ak Partili Hilmi Güler’e hatırlatmak isteriz ki, Ak Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Sayın R. Tayyip Erdoğan’ın kendine öncü gördüğü ve gururla bahsetmekten çekinmediği, fikir anlayışını en taze sulardan içerek beslemiş ve sanatını zirveye çıkarmış olan Üstad’ımız Necip Fazıl Kısakürek der ki:

“Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış;

Marifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış.”

Heykel dikmek ise Allah’ı aramak olmayacağı dağ gibi aşikarken işi haddimiz olmadan fıkhi mesele cihetine dökmeden anlatmak gerekirse heykel, maddeye işlenmiş suret, Allah’ı aramak değil, biricik olan Allah’ı parçada, çok da kaybetme talihsizliğinin adıdır.

Zaten Putperestliğin tarihine baktığımızda ilk heykellerin tapınmak değil, bakarak dünyadan göçmüş insanları yad etmek amaçlı dikildiğini görürüz, gerisini Büyüğümüz Servet Turgut’tan aktaralım:

‘’Kuran’ı Kerim’de geçen Vedd, Süva, Yağus, Yauk ve Nesr gibi putlar isimlerini, rivayete göre Hz. Adem’den sonra iyi amelli salih kişilerden almışlardır. Bunların, öldükten sonra ardında kalan bir kısım adamları ‘Keşke onların suretlerini bize bir yontan olsaydı da, bakarak onları hatırlasak ve kendimizi ibadete teşvik etmiş olsaydık’ demiş, bu dileklerine de Şeytan’a aklını kiraya vermiş bir Kabiloğlu, yontuculuktaki maharetini göstererek karşılık vermişti. 1. ve 2. asırlar boyunca peyder pey artan tazim kuvvetiyle beraber etrafında koşularak dolaşılan bu heykeller, 3. asırda birer şefaat ve şerik koşma aracı haline getirilmiş ve Hz. İdris’in gönderilmesine yol veren olayların cürüfatı pelteleşmeye başlamıştı. Bu pelte, putperestliğe her devirde evrim ve mutasyonlar geçirten bir macun gibi karılmış ve örtülü sahte ilahlar olarak kalp ve zihinlerde, aleni mabutlar vasfıyla da meydanlarda heykeller halinde yükseltilmiştir.’’

Rivayeti okuduğumuzda Şeytan’ın heykeldeki taktiğinin ne kadar da tanıdık olduğunu görürüz. Ölmüş devlet büyüklerine bakarak hatırlamanın ilerde onlara tapınma şeklini alacak bir şeytan tohumu olmadığını kim iddia edebilir? Geçelim.

Hülasa, İslam heykeli yasaklamış, ‘La İlahe...’ diyerek, putların hükmünü en başta koymuştur. Siyer ve Megazi tarihimiz İslam’ın güçlü ve güçsüz tüm reel politik durumlarında, heykelleri yıkıcı eylemlerle doludur. İslam’ın en güçsüz olduğu devir ve yerde, Hicret’ten önce Mekke’de bizzat Şari (s.a.v) ve Hz. Ali (k.v) tarafından bir gece vakti Kabe’nin üzerindeki heykel sökülüp, yerde parçalanmıştır. Hicret’ten sonra Kuba’da Sehl bin Huneyf’in (r.a) geceleyin müşriklerin tahtadan putlarını kırıp, parçalarını da yakması, faydalanması için kimsesiz bir insana getirdiği bilinmektedir. Mekke’nin fethinden sonra Hz. Peygamber’in (s.a.v) çeşitli beldelerdeki putların yıkılması için Seriyye’ler çıkardığı bilinmekte ve daha nice nice örnekler İslam tarihimizde bulunmaktadır da heykel dikici ve tasdik edici bir örnek yer almamaktadır.

Şimdi, Ertuğrul Bey namına sergilenen Engin Altan heykelinin en adi heykelciyi bile güldürmesinden, heykeldeki vurgunun mali zararlarından ve heykelin fıkhi hükmünden ziyade, heykel meselesindeki fikri sakatlığa geçelim ve mevzunun anlaşılması sadedinde bir örnekle başlayalım:

Vardır ya bir hikaye, bir ayı ile bir adam dost olmuş. Gel zaman git zaman adamın kafasına bir sinek konmuş. Ayı, bunu fark etmiş ve sineği kovmak istemiş. Pençesiyle adamın kafasındaki sineğe vurmuş. Tabi ayının pençe kuvveti sineği ezdiği gibi dostunun kafasını da ezmiş. Bir iyilik yapayım derken dostunu hayatından etmiş. Bu teşbihimizdeki ayı malum, müstakbel maktulümüz ise Anadolu sahasının mümtaz Müslümanlarını temsil ve tersim etmektedir.

Hamdolsun kafamıza sinek konmadı. Heykel-büst meselesinde başka milletlere nazaran aç ve açıkta gariban kalmadık. Çünkü heykelden yana Anadolu coğrafyası gayet münbit(!). Yoksa Sayın Belediye Reisi garip kaldığımızı düşünmüş olacak ki: ‘’Kemalistlerin heykelleri var, bizim de olmasın mı?’’ demiş, bizi de yerli ve milli heykellerle bu yüzden mi buluşturmuş? Ya da milletin fiili olmasa da fikri olarak ayrılmış olduğunu fark ettiklerinden, bazılarının heykel seanslarına Anadolulunun ekserisinin itibar etmeyip, içten içe bilendiğini bildiklerinden, bizi de heykel ritüellerine katmak, hiç değilse saygı duymamızı sağlamak için:

“-Artık sizin de sizden olan büstünüz var.” mı demiş, siyasi üstümüz?

İşlenen kazuratı görüp hüsnü zan edip sadece fikirsizlik cephesinden değerlendirdiğimiz için ayının, dostunun kafasındaki sineği öldürmesi örneğini verdik. Açıklamak gerekirse; Anadolu’daki Müslümanların devlet genelinde cari olan heykeller bütününe hoş bakmadığı malumdur. Sayın Başkanın Anadolu’nun sevdiği şahsiyetlerin heykellerini dikerek onlara heykeli sevici, ses etmeyici bir tavra büründürme riskine sebep olması bizce, sinek yerine insan öldürülen tarafıdır. Hatta biz bu Hilmi Bey’e hüsnü zan etmeden sadece fiiline bakmış olsaydık, başkanın şahsi Twitter hesabından paylaştığı ilk fotoğrafı da göz önünde bulundurarak derdik ki: ‘’Bu işin amacı, Anadolu kıtasında cari ve hareketli bulunan Abdülhamid Han ve Mustafa Kemal severleri fay hatlarının birbirine doğru gidişini ve sonuçta sağlam olan fay hattının diğerini saf dışı bırakışını engellemek yani hak-batıl hesaplaşmasını bilinmedik bir zamana tehir etmek’’ olduğunu söylerdik.

Peki bu durumu engelleme, heykel kardeşliği tesis etme, iki tarafın da kendilerinden taviz verip ülkeyi yakıcı bir sükunetle yönetme isteği bugün bulunan bir iş midir?

Heykel kardeşliği projesi size de Cahiliye devri aristokratlarının, Alemin Fahrine (s.a.v) yönelttiği, Kabe’nin ve Mekke’nin ortaklaşa yönetilmesi teklifini çağrıştırmadı mı? Onların cahil kafalarının şartları neydi:

“Kabe’de putlarımız duracak, bir ay senin bir ay bizim dinimiz geçerli olacak ve herkes birbirinin putuna saygı duyacak.”

Fakat, her şeyde olduğu gibi mutlak fikirde de önderimiz Hz. M…...d Mustafa (s.a.v), eksik oluşun, oluşun katili olduğunu, haliyle eksik İslam’ın da İslam olmadığını ve bizim bilmediğimiz nicesini bildiği için tekliflerine itibar etmemiş, hiç düşünmeden:

"Bir elime Ay’ı Bir elime de Güneş’i verseniz ben hak olan davamdan vazgeçmem.” diyerek bizlere en güzel örnekliği (Üsvetün Hasene) yapmıştır.

Dergi sayfasından sinek vızıltısı cürmümüzle devlet pençesini idare edenleri ihtar edelim ki: Anadolu’daki 80 yıllık müstebit put ideolocyası tarafından din ve fikirlerinden edilememiş garip Müslümanlar sizi iradesiyle başa getirdi, kendinden bilip güçlendirdi. Devlet pençesinden bu defa, bunca zaman Chp’den gördüğü ve artık tevatür olan zulmün intikamını yasal yollarla alınmasını beklemektedir. Çok şey mi istemektedir? Fakat yine Anadolulunun yaşayarak öğrendiği şudur ki: Ayı cüssesindeki pençenin iradesinin müspete çevrilmesi ancak ayı aklının idare tahtına kurulmuş olan Kemalizm urunun def’i ile mümkündür.

Bizim hükümet ricalinden beklediğimiz asgari istek ise şudur ki: Eğer urun vücuttan atılmasını sağlayacak ameliyatı tesis edecek müdir fikirden yoksun iseniz. En azından sizinle dost olmuş olana pençe geçirip onu bitirmeyin. Dostunuzu putları tasdik eder seviyeye (seviyesizliğe) rücu ettirmeyin. Zannederim ki İslam ve İnsanlık namına bu kadarcık istek makuldür…

M. Sefai Aydoğdu