İslamda Modernizmin Zarfı ve Mazrufu

Yazan: 23 Şubat 2020 2035

Yeni çağın tehlikesi modernizmin ne kadar farkındayız? Bunları evvela ağızlarında sloganlaşmış sözlerinden tanırız:

Modernistlerin sloganlarından birisi şudur: ‘’Resulullah’ın (sav) mezhebi yoktu biz de mezhepsiziz!’’

Bu söz saçma ve yanlıştır. Resulullah'ın (sav) mezhebi yoktu çünkü bir peygamberdi ve haliyle müçtehiddi. Emirlerin ve yasakların nasıl uygulanacağını en iyi biliyordu. Resulullah'dan (sav) sonra bazı noktalarda görüş ayrılıkları oldu. Burada ise mezhepler ortaya çıktı. Mezhepler arasındaki farklar ise esasa bağlı değil, teferruata bağlı farklardır. İki müçtehid mezhep imamının görüşü birbirinden farklı olabilir. Bu farklılık ise İslam'ın bir fikir çeşitliliğidir ve hangisine uyulursa uyulsun sırat-ı müstakim üzere olunur.

Bunların bir başka sloganı ise şudur: ‘’Kur’an bize yeter!‘’

Zarfa bakın ne kadar hoş, bir de mazrufa bakalım hoş muymuş? Kur’an bize yeter sözü eksik ve sinsi bir sözdür. Eksiktir çünkü bizim tek kaynağımız Kuran değildir. Kur’an, Sünnet, icma ümmet ve kıyas fukaha vardır. Sinsidir çünkü; çağlar boyunca Kur’ana ve Sünnet'e ittiba ederek gelmiş bir millete ‘’Kur’an bize yeter’’ diyerek karşı durmak Kur’an'ın gerçek hükümlerinden saptırma amacı taşıdığını aşikâr eder. Kur’an bize yeter diyerek herkese kendi ‘aklıyla’ mealleri yorumlatarak, her insanın kafasında farklı bir din algısı oluşturulması gayesi vardır.

Aslında bu iki slogan birbiriyle çelişir. Birincide mezhepsizliği savunup, ikincide her insana kendi mezhebini oluşturmasını öğütler. Modernistler bu iki slogandan da asla vazgeçmeyip kendi çürük fikirlerini kendileri çürütmüş olur.

Bunların çürük fikirleri Resulullah (sav) Efendimizin hadislerini ve mucizelerini reddetmeye kadar gider.

Misalen deve sidiği ile ilgili olan hadisi şerifi örnek gösterirler. Hadisin sıhhatine güvenimiz tamdır. Deve sidiği Efendimizin (sav) o bölgedeki insanların hastalığına önerdiği tıbbi bir kür olarak anlamak gerekir. Bunu günümüzün sakıt aklıyla kavrayamamış olmamız inkar etmemizi gerektirmez aynen şöyle ki: Miraç hadisesinden sonra bunu duyan Mekkeli müşrikler Efendimizin(sav) en yakın dostu olan Hz. Ebubekir’in (ra) yanına gelerek ‘Muhammed(sav) böyle böyle söylüyor ne dersin?’ dediler. İnsan aklının kavrayamadığı bu muazzam hadise karşısında Ebubekir Efendimizin cevabı ise aklını Peygambere teslim edici suretteydi: ‘Bunu o söylediyse doğrudur!’ İşte ancak böyle bir teslimiyetle ‘Sıddık’ olarak vasıflanılabilir. Devrin vasıtalarıyla bir gecede Mekke'den Kudüs'e gidip gelmek mümkün değildi. Bunu akıl almazdı fakat şimdi gelinen noktada bunu anlamak ve yaşamak mümkün oldu. Allahu Teâlâ ile cismen ve ruhen görüşmek hiçbir teknolojiyle mümkün olmayacaksa da bunu anlamak ve teslim olmak mümkündür. Sidik hadisine de bu pencereden bakmalıyız, bilimin şu an bunu kanıtlayamamış olması inkar etmemizi gerektirmez. Kaldı ki bilim adamlarının da deve sidiğinin ilaç olarak kullanılabileceğine dair tespitleri vardır. Ayrıca yılanın zehirinden faydalanıp panzehir yapıldığını düşündüğümüzde devenin sidiğinden yapılması mantıksız gelmiyor.

Modernistler dediğimiz taife günümüz İslam toplumuna 16. asırda Hristiyanlık'da olduğu gibi reform uygulamak isterler. Bunlar reformun Batı’da sağladığı terakkiyi gösterip, bizim müspet ilimlerde Batı’ya nazaran geri kalmamızın sorumlusu olarak Ehli Sünnet İslam anlayışını suçlu ilan edip bizde de reform istediklerini dile getirmekteler. Böyle mantıksal kurgular, laf oyunları yapar kendi bozuk felsefelerine adam toplarlar. Öncelikle bu mantığın çürük olduğunun ispatı başlı başına Osmanlı Devleti'dir. Hiç şüphesiz Ehli Sünnet’e bizden daha bağlılardı ve deyim yerindeyse dünyanın en ‘çağdaş’ devletiydi, çağ onları takip ederdi. Ne zaman ki İslam'la dolayısıyla Allah'la aramız açıldı, o zaman gerilememiz baş göstermeye başladı.

Evet, batı adamı Hristiyanlığı tahrif ederek skolastik düşünceye yol açtı ve dinlerini nefslerinin elinde oyuncak yaptı fakat arkasından İslam dünyaya teşrif etti. Buna kader perspektifinden bakacak olursak: İslam’ın ve Resulullah’ın (sav) dünyaya gelmesi için kendinden önceki ilahi dinlerin tahrif olmuş olması gerekirdi. Cümleyi bir de tersinden okuyarak maksadımıza gelelim: Hristiyanlığın arkasından İslam geleceği için Hristiyanlık tamamen tahrif olabildi fakat İslam, Allah katında son din, Resulullah (sav) son peygamber olduğu için İslam’ın tahrif olması ve yok olması muhaldir, mümkün değildir. Bunun delilleri ayeti kerime ve hadisi şeriflerle sabittir:

Âl-i İmrân Suresi – 19: ‘’Kuşkusuz Allah katında din İslâm’dır.’’,

Hicr Suresi – 9: ‘’Kesin olarak bilesiniz ki bu kitabı kuşkusuz biz indirdik ve onu mutlaka koruyan da yine biziz.’’,

Hadisi Şerif: ‘’Bu din daima ayakta duracak, kıyamet kopuncaya dek müminlerden bir grup onun yolunda cihad edip savaşmaktan asla vazgeçmeyecektir. (Buhari,İtisam 10; Müslim, İman 347; İbn Mace, Mukaddime 1)

İslam sarayı, 1400 yıldır onun içinde ve hâdimi mesabesinde olan alimlerimizce müteselsilen muhafaza ve müdafaa edilmiştir. Kime karşı? İslam'a tamamen dışardan saldıran batı adamlarına, silsilesiz, usülsüz ve kuru akıllarınca belki hüsnüniyetle İslam'a bilmeden içten zarar verenlere ve yine içten olarak silsilesi bir müsteşrike, bir İslam düşmanına çıkan içimizdeki münafık tipli din tüccarlarına karşı. Bunlara ve bunları takip eden Müslümanlara sorumuz şudur: Ehli Sünnet'in içinde, 1400 yıldır İslam'ın anlatılabilmesi ve yaşanılabilmesi için her devirde büyük alimler ve talebeler eksik olmamış ve hadisle sabit olarak da kıyamete kadar olmaya devam edecektir. Peki Modernist düşünceye sahip olanlar hak dava üzerinde olduklarını iddia ediyorlarsa her yüz yıldan bunlar gibi düşünen birer âlim saysınlar. Sahabe, tâbiin ve tebe-i tâbiin devrinden hangi alimlere kendi görüşlerini isnat edebilirler? Temelsiz hiçbir şeyin ayakta kalamayacağı gibi bunların modalarının geçmesi, ekollerinin çökmesi de mukadderdir. Arzu ederiz ki daha çok kişinin imanıyla oynama fırsatı bulamasınlar. Evet onların iddia ettiği gibi İslam sarayında bir temizlik şarttır fakat tarihin çöplüğüne atılacak olan bu sarayın 1400 yıllık asli sahipleri değil, sonradan dadanan haşereler olacaktır. Dileğimiz bozuk zihniyetlerin ıslâhı olmuyorsa imhası yapılmalıdır. Bunu yapacak olan devlete ve onun reisine hasretiz ve kendimizi hasretmişiz. Reform meselesine Üstadımız Necip Fazıl Kısakürek noktayı koysun: ‘’İslam bir güneştir, güneş yenilenmez, güneşe bakan gözler yenilenir!’’

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi