Kemalizmin Bilançosu: “İmani Mütebessimlik Yerine Namütenahi Müteessirlik”

Yazan: 23 Şubat 2020 1868

“Rabbimiz! Sen kimi cehennem ateşine sokarsan onu rezil etmişsindir. Zalimlerin hiç yardımcıları yoktur.”(Ali İmran/192)

Bugün, tüm Müslümanlar olarak kuşatma altındayız. En feci yıkımların mağduriyeti altında kalmışımızdan, menfi imkanların hemen hepsine sahip olanımıza kadar… Biz, her ne kadar şükründen uzak olsak da imkanlara sahip olanlardanız. Veyahut imanımıza edilen tasallutun yüzümüze vurula vurula yapılmamasını fırsat zannedenlerden. Hatta yüzümüze vurulduğunu göremeyecek kadar ferasetten yoksun olanlardan…

Tarihimiz boyunca imanımıza tasallut edilmemiş tek devre yaşamadık. Ancak Kanuni devrine kadar imanımıza kastı olana, bu kastı sebebiyle canhıraş düşmanlık güdebilmişliğimiz sayesinde küfrün altından, tüm pehlivanlığımızla, tek bir künde hareketiyle üstüne çökmeyi becerebildik. Ne zaman küfrün kastını sezemeyip üstüne üstlük tasallut hamlesini tehditkar görmemeye başlayarak imani saadeti bir çocuğa “cee” yapıldığındaki kandırmacadan ibaret sandıysak, imani mütebessimlik yerine namütenahi müteessirlik yaşadık.

Evet. Cumhuriyet tarihiyle beraber halkın başına bela olmaktan başka bir meziyete sahip olmayan (sözde) Halk Partisi, bizi çocuk kandırır gibi bir iki camiye atıp üzerimize de kilit vurarak, “alın size de dini özgürlük” diye bu hadsizliği paçavra gibi yüzümüze çarptı. Halk bezdi, git dedi, hükümete Menderesi getirdi darbe yapıldı tekrar geldiler, yine taş üstüne taş koyamadılar, olmadı. Bu kez Kenan Evren gibi bir kıyıcı tarafından hükümet ve partilerden ziyade Müslüman Anadolu insanı bu zihniyetin ne denli İslam düşmanı olduğunu kanıtlarcasına darbeye maruz kaldı… Bu kısır döngü, Türk milletinin eli boş, idraki iğdiş, endişesi menfi ve en nihayetinde kalbi boş olana kadar devam etti. Darbe tarihimiz hazin hikayelerden ibaret can acısı olarak kaldı… 28 Şubat darbesini anacağız, “kanımızı emdiler” diyeceğiz, bize kan kusturanlara nefretimizi dile getireceğiz birkaç hafta içinde, her ne kadar anatomisini çizemesek de… Postmodern diye nitelendirilen darbe…

Bu münasebetle, darbelerle beraber maruz kalınan zulümlere bir göz atalım. Bu darbelerin en acımasızcası ve vahşicesi yukarıda bahsi geçen 12 Eylül…

Müslüman Anadolu gençlerinin her türlü işkenceye maruz kaldığı, sayısını bilmediğimiz kaç tane mukaddesatçı gencin gözlerindeki iman ateşini, o gözlere has gönüldaşlarının ölmekten beter hale getirilmesinin izletildiği bu zulüm meskeni darbenin tarifini bu darbenin en canlı şahidi ve en büyük mazlumlarından şehit lider Muhsin Yazıcıoğlu’dan aktaralım:

“C5 denilen bölgeye götürüldük, gözlerimiz bağlanarak sorgulandık. Ben 23 gün orada kaldım. Gerçekten de bütün arkadaşlarımıza orada akılalmaz işkenceler yapıldı. Çarmıha gerildiler, cereyana verildiler, falakaya vuruldular ve başlarından soğuk su dökülerek kış vakti soğukta bırakıldılar. Önce su dökülüp sonra joplandılar....

Belki Muhsin Başkan daha neleri anlatacaktı da boğazında düğümlendi. Oysa solcular, hani şu “iki taraf da hatalı canım” diyerek iki tarafa da eşitmiş gibi davranılan, olayın üstünü örtmeye çalıştıkları hatta darbenin asıl muhatapları olarak konumlanan ve bu bahaneyle korudukları solcular, o dönem emniyette sorgulanıyordu!.. Bu halden kim sorumluysa iki dünyada elimiz yakalarında olacak! Allah düşmanlarına Allah için düşmanlık eden Anadolu yiğitlerinin, darbeci devlet tarafından köküne kast edilmiş bir dönem çünkü!.. İşte bu dönemin azılı kuduz savcılarından Nurettin Soyer… Yapılan kahpeliklerin sembol şahsiyetlerinden… “Yaktım çıranı Muhsin Yazıcıoğlu” diyerek kinini kusan bu insan müsveddesi, kaç tane gencin kanına girdi Allahu alem…

Sanmayın CHP’nin o günden az kalır yanı olduğunu!.. Bugün bu savcının –Nurettin Soyer’in- oğlu Tunç Soyer, CHP’nin kalesi olan İzmir’in Belediye Başkanı. Babasının suç mirasını oğlu olması hasebiyle yüklemiyoruz. Kendisi de faal zaten! Ruh sömürücü CHP, milliyetçi değil “nefsiyetçi” İyi Parti ve son 30 yılın iğrençlik abidesi HDP’nin ortak adayı olarak çıkıp o kitlenin desteğiyle Belediye Başkanlığı koltuğuna oturması dahi yeterli. Zamanında kendini bir kucağa oturtamamanın tasasını güderek kominizmayı düşman pozisyonundan sadık dost pozisyonuna getiren CHP, bugün de terörün ve Şia’nın kucağına kendini bırakmış durumda. Şaşırdık mı? Hayır! İslam’a darbe vurabilmek için yaşayan salahiyet düşmanı bu güruh, küfür namına ne yaparsa şaşırmıyoruz!..

Geçenlerde iki ilin Belediye Meclislerinde ortak bir konu gündeme geldi. Konu: “Camiler, devletin Diyanet İşleri tarafından açılıyor, devlet kurumu olarak görülüyorsa, Cemevleri de aynı statüye kavuşturulmalıdır.” Teklifi verenler kim? CHP ve İyi Parti… İstanbul’da Cemevleri, ibadethane statüsüne kavuşurken, İzmir’de de belediyenin ibadethane hususundaki imar planına eklemlendi. Girandır, Dersim katliamı diye sızlanan Alevi camia katliamın failine kucak açmış durumda. CHP, her zamanki gibi oy için düşmanı dost bilme çapsızlığı içerisinde. Sünni-Alevi meselesini itikadî bir meseleden ziyade mezhep taassubu gibi konumlandırmakla başlayan iş, bugün iki büyükşehirde ‘’Hak da bizim batıl da!’’ denilerek Hakkı batılla pisletmenin derdiyle dertlenilmiş bir pozisyona getirilmiş durumda. Sanmayın 28 Şubat hükümetini deviren Kemalizm, hükümetin Şia’ya yanaşmasından rahatsız oluyordu. Onların nezdinde bir hükümetin Müslüman kimliğinin olması, o hükümeti yıkılası kılmak için yeterli bir sebepti… Şimdiki dostluğu da bunun açık delili olarak bugün karşımızda.

Ancak, türbanla düşmanlığının olmadığını söylediği anda artık eskisi gibi değilmiş gibi bu güruha sevgi kucağı açan Müslümanlar maalesef hala mevcut… Türban zaten bitirmiş kendini, o ayrı husus! Dün türban olan problem bugün tasavvuf, yarın kim bilir ne!.. Anlayın artık, kasıt şu partiye, bu kişiye değil; doğrudan doğruya İslam’a!.. Ve İslam’a olan karşıt ses kesilmedikçe, esaretimiz de bitmeyecek! Bazıları, tekerleme zaviyesinden, “Efendimiz nefsle olan cihada çok önem vermiş, herkes kendine baksın, kimsenin imanına karışmasın” diyor. Gaye İnsan Ufuk Peygamber (sav) ölçüyü nasıl koyuyor doğru anlamak lazım. Tebük Seferi dönüşünde ashabına şöyle buyuruyor:

“Küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz.”

Sefer dönüşü, dikkatinizi çekerim. Küçük cihada kafadan yenik başlamışız, büyük cihada yol aramaya çalışıyoruz. Yönümüzü gösterecek bir cemiyet olsun, yolumuza bakalım! Yolumuzu tıkayanla edilen mücadeleye kayıtsızlığımız şöyle dursun, açmaya çalışanlara ket vurmayı bari bırakalım! Hükümetin Kemalizmi dost edinme çabasından duyduğumuz rahatsızlık bu yüzden, Muhafazakarlıktan Kemalistliğe alınan yol AKP’nin; Gezi dönemindeki soylu duruşundan, CHP’nin her zamanki duruş bozukluğuna evrilmekte. Oy için düşmanı dost edinmeyi yukarıda “çapsızlık” olarak işaretledik. Bunu söylerken bunun dosta zarar düşmana fayda sağlayacağının endişesi içindeyiz…

Sözü, Üstadın bu meseleye tabiri caizse “cuk” oturacak ölçüsüyle bitirelim:

“Allah düşmanı yola getirilmedikçe, Allah’a yol açılmaz!..”

Allah bizleri, İslam’ın yol açıcılığı namına hayat süren, hayatını bu uğurda feda etmişliğin bahtiyarlarından eylesin…

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi