Bu sayfayı yazdır

Emperyalizmin Pençesinde "Ortadoğu"

Yazan: 20 Nisan 2019 2529

KRAL FAYSAL’DAN İBN-İ SALMAN’A

Kral’ın üçüncü oğlu. 1906 doğumlu. Yaşına basmadan annesini kaybettiği için bakımını anne tarafından dedesi üstlendi. Faysal’ı farklı bir lider yapan kanaatimce dedesi vesilesiyle almış olduğu dini eğitim. Kardeşlerinden daha donanımlı olmasını da dedesine borçlu... Aynı zamanda daha dindar.

Ülke yönetimi aile içinde pay edildiğinden 20 yaşında Hicaz Genel Valisi oldu. 20.yüzyılın ikinci çeyreğinin başına isabet eden bu tarihten, 1964 yılında ağabeyi tahttan el çektirilene kadar bu görevde bulundu. Kutsal topraklara gelen dini ve siyasi liderlerle tanıştı, iyi ilişkiler kurdu. Hac vazifesini yerine getirmek için gelen İslam dünyasının tanınan simalarını güzel ağırladı ve Muhammed Esed, Malcom X gibi isimlerle sıkı dostluk kurdu. Hicaz valiliğinin kendisine tanımış olduğu imkânları çok iyi değerlendiren Faysal, diğer Arap ülkeleriyle de ilişkileri geliştirerek Arap Birliği’ni kurma fikrini hep taşıdı... Kral olduktan sonra İslam ülkeleri liderleriyle yaptığı görüşmeler neticesinde 1969’da İslam Zirve Toplantısı’nın gerçekleşmesini ve sonrasında İslam Konferansı Örgütü’nün kurulmasını sağladı. 11 yıl süren iktidarına değinmeden önce olayları daha iyi kavrayabilmek, küresel güçlerin etkisini daha net hissedebilmek adına bölgeyi kısaca turlayalım.

IRAK

Osmanlı’nın bölgeden çekilmesiyle İngiltere, 1918’de askerini Musul’a soktu ve 1920 Roma Konferansıyla bu toprakları İngiliz mandası haline getirdi. 1930’da sözde bağımsızlıkla kraliyet kuruldu. İçerisinde çok karmaşık bir yapıya sahip olan Irak 2. Dünya Savaşı’na girmese de tüm İngiliz sömürgelerinde olduğu gibi savaştan oldukça olumsuz etkilendi.

Abdülkerim Kasım, tarih yaprakları 1958’i gösterdiğinde Kral’ı da öldürdükleri askeri bir darbe ile yönetimi ele geçirdi ve kendi diktatörlüğünü kurdu. Baskıcı yönetimi çok uzun sürmedi ve BAAS Partisi yönetimi ele geçirdi. Aradan beş yıl geçmemişti ki Arif Kardeşler karşı darbeyle yönetimi ellerine aldılar. Aradan geçen beş yıl daha... Yıl 1968, Saddam Hüseyin önderliğindeki BAAS Partisi iktidarı ele geçirdi ve milyonlarca insanın şehadetine tanık olduğu ana kadar hüküm sürdü. 2003 yılında Irak’a demokrasi getiren(!) ABD, yönetimi kendi askerlerine yaverlik eden ve ülkelerinin işgaline direnmek yerine destek olan Şiilere verdi. Maliki liderliğinde kurulan hükümet, zafiyetleri ve basiretsizliği sebebiyle çok da farklı olmayan Şii lider İbadi’ye yönetimi devretti. Bu dönemde bölgesel Kürt lider Barzani’de palazlandıkça palazlandı.

SURİYE

Osmanlı’nın çekilmesiyle bölgede Fransız mandasına ait dört devlet kuruldu. Sonra Fransa bunları Suriye Federasyonu olarak tek devlet haline getirdi ve 1925 yılında Suriye Devleti olarak belirledi. 1946 yılına kadar fiilen Fransızlar tarafından yönetilen Suriye, bu tarihte bağımsızlığını ilan etti ve yeni karmaşalara kucak açtı.

Birbirini takip eden askeri darbelerle yıllar geçe dursun, kuruluşu 1940 olan Suriye BAAS Partisi, takvimler 1963 yılını gösterdiğinde askeri darbeyle yönetimi ele geçirdi ve 1970 yılına kadar kuvvetlendi. Bu tarihte Suriye son darbesini yaşayacaktı... BAAS Partisi’nin Savunma Bakanı Hafız Esad gerçekleştirdiği darbeyle yönetimi ele geçirdi ve kendi diktatoryasını kurdu. Hafız Esad’ın ölümünden sonra Suriye Parlamentosu, Cumhurbaşkanı seçilme yaşını 40’tan 34’e düşürerek bugünkü Beşşar Esad’ın diktasının başlamasına sebep oldu. Beşşar Esad’ın zulmünü sağır sultan bile duydu. Günümüzde maalesef sağdır, nasıl can vereceği, Müslüman gönüllerde merak uyandırmaktadır.

MISIR

1.Dünya Savaşı’na kadar Osmanlı’ya incecik bir iple bağlı olan Mısır, savaş sonunda ipleri koparmış, İngiltere 1922 yılında bağımsız(!) Mısır’ın kurulduğunu ilan etmişti. 2. Dünya Harbine kadar İngilizlere fazlasıyla yakın olan Mısır yönetimi 1952 yılında Hür Subaylar olarak kendilerini tanımlayan Abdunnasır önderliğindeki grup tarafından darbeyle el değiştirmiş, Kral Faruk yönetimi gitmiş, Cemal Abdunnasır, Mısır’ın yeni devlet başkanı olmuştur. Sosyalist Abdunnasır devlet içerisinde tam kontrolü sağladığına inandığı 1956 yılında Süveyş Kanalı’nı millileştirdiğini açıklaması üzerine, İngiltere ve Fransa Mısır’a asker çıkarması yapmış ve işgali başlatmıştı. Mısır’ın hamisi Sovyetler, Londra ve Paris’e atom bombası tehdidinde bulununca ortam iyice gerilmiş, İngiltere ve Fransa geri adım atmak zorunda kalmıştı. Bu olay Arap dünyasında savaşta yenilen ama masada kazanan Abdunnasır’ın popülaritesini de artırdı. Yalnız 1964’te Suud kralı olan Faysal, Mısır’ın Sovyet etkisinde olmasından oldukça rahatsızdı. Tarih 1970 yılını gösterdiğinde Abdunnasır öldü ve ölümünden yakın zaman önce yardımcısı yaptığı Enver Sedat başkan seçildi. Aslında Enver Sedat’ın seçilmesinde, sessiz kişiliği ve kolayca yönlendirilebileceği yönündeki hissiyat vardı. Abdunnasır’ın komitesi bu yüzden Enver Sedat’ı seçmişti. Lakin öyle olmadı. Enver Sedat zaman içerisinde tüm kadroyu tasfiye etti ve hakimiyetini kurdu. 1973 yılında Mısır öncülüğündeki Birleşik Arap Kuvvetleri İsrail’e saldırdığında Mısır, Sina Çölünde kaybettiği yerleri alıp durdu. Bu durum Enver Sedat’ın başka planlar peşinde olduğunu gösteriyordu. Nihayetinde bu savaş, ABD’nin müdahil olmasıyla son buldu. Enver Sedat 1981 yılında askeri bir tören esnasında, bir grup asker tarafından taranarak öldürüldü. Enver Sedat’tan boşalan koltuğu Hüsnü Mübarek doldurdu. Tam otuz yıl aralıksız devlet başkanlığı yaptı. Arap Baharı adı verilen rüzgar neticesinde diktası sona erdi ve istifasını verdi. Yapılan seçimlerde Muhammed Mursi Cumhurbaşkanı seçildi. Lakin bir yılını yeni doldurmuştu ki Abdülfettah Sisi önderliğindeki grup tarafından askeri darbeyle devrildi ve Sisi demokratik(!) lider olarak halen görevde.

LİBYA

Osmanlı’nın Trablusgarp’ı. 1. Dünya Savaşı’ndan sonra İtalyanlar bölgeye eski ismini verdi. Libya... 2.Dünya Savaşı’na kadar İtalyan yönetiminde olan Libya, savaştan sonra İngiltere’nin hükmüne bırakılmış, 1851 yılında ise Şeyh İdris liderliğinde İngiltere’den bağımsızlığını ilan etmişti. Kral İdris ülkenin yöneticisi olarak seçilmiş ve 1969 yılına kadar ülkeyi yönetmiştir. Bu tarihte Albay Muhammed Kaddafi bir grup subayla darbe yapmış ve yönetimi ele geçirmiştir. Dipnot olarak Kaddafi’nin Ankara, Kara Harp Okulu mezunu olduğunu ve 1960 darbesi esnasında öğrenciliğinin sürdüğünü ekleyelim. 1969 yılında Devlet Başkanı olan Kaddafi 1977 yılında kültürel devrim ilan etmiş ve Sovyetlere yakınlaşmıştır. O kadar ki 1984 yılında İngiltere ile diplomatik ilişkilerini kesmiş 2006 yılına kadar da ABD ile diplomatik bir ilişki kurmamıştır. Bölgedeki karışıklıktan kaynaklı olarak kendini Afrika’nın ‘Krallar Kralı’ olarak ilan ettiğinde sene 2008’dir, 42 yıl süren Kaddafi yönetimi Arap Baharı adı verilen rüzgarla son bulacak ve kendi halkı tarafından 2011 yılında öldürülecektir. Bugün ülkede iki farklı hükümet vardır ve kaos ortamı hüküm sürmektedir.

İRAN

1921 yılında İngiltere’nin darbesi sonucu ülkenin başına getirilen Rıza Pehlevi 1925 yılında İran Şahı sıfatıyla krallığını ilan etmiş ve Kaçar Hanedanlığı’nı tamamen devre dışı bırakmıştır. 2.Dünya Savaşı sırasında Almanya ile yakınlaşan Rıza Şah Pehlevi, İngiltere ve Sovyetlerin ülkesini işgali sonrası yönetimi oğlu Muhammed Rıza’ya, işgal güçlerinin denetimi altında devrederek ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştır. Sonraki süreçte petrolün ulusallaştırılması gündeme gelmiş, meclis bu teklifi kabul etmiş, buna karşı çıkan Başbaka Razmara öldürülmüş ve yerine ulusal cephe lideri Sovyet yanlısı olduğu bilinen Musaddık başbakan olmuştur. Bu durum İngiltere ve ABD tarafından hoş karşılanmamış, ordu içerisinde bir gruba destek vermek suretiyle Musaddık tutuklatılmış ve bu süreçte ülkeyi terk eden Şah, geri dönmüştür. Geri dönen Şah ülkede reformlar yapmak isteyince 1979 yılında Humeyni önderliğinde bir darbe yapılmış ve (İran Devrimi) İran İslam Devleti kurulmuştur. Humeyni’nin başa geçmesinin ardından, 1980 yılında sekiz yıl sürecek Irak-İran savaşı başlamış, 1989 yılında Humeyni ölmüştür. Hem dini hem siyasi lider olarak Humeyni bugünkü İran Devleti için kutsal bir lider sayılmaktadır. Sonrasında Muhammed Hatemi ve Ahmedi Nejat’ın liderliğinde yönetilen ülke, bu gün Hasan Ruhani tarafından yönetilmektedir. İran; sesi çok çıkan ama kafire taş atmayan, Müslümanları ise ezmekten vazgeçmeyen haliyle bir garip ülkedir.

 ÜRDÜN

Haşimi Krallığı... 1.Dünya Savaşı sonrası İngiltere, Ürdün’ü işgal etmiş ve Haşimi Abdullah İbn el-Hüseyni’yi emir olarak atamıştır. İngiliz himayesinde yönetilen Ürdün 2.Dünya Savaşı sonrası 1946 yılında bağımsız krallık olarak tanınmış, 1948’de İsrail’in kurulmasıyla başlayan savaştan sonra yüz binlerce Filistinli bu topraklara göç etmiştir. Kral Abdullah Hüseyin 1951 yılında suikastla öldürülmüş ve bu saldırının Filistinli silahlı gruplar tarafından yapıldığı söylenmiştir. Haşimi sülalesinin hükümdarlığı devam etmekle birlikte 2011 yılında Kral Abdullah Arap Baharı rüzgarından nasibini aldığı için ülkeye başbakan atamıştır.

LÜBNAN

Savaş sonrası Fransızların yönettiği ülke, sürekli bir başkaldırı halindedir. 2.Dünya Savaşı esnasında Fransa, meclisi kapatır ve anayasayı askıya alır. Savaş sonrası bağımsızlığını ilan eden Lübnan;  Müslümanlar, Hristiyanlar ve Dürzilerin yaşadığı ve yönetime belirli oranlarda katıldığı bir ülke olarak karşımıza çıkar. Bu ülkede Cumhurbaşkanı Hristiyan, başbakan Sünni Müslüman ve Meclis Başkanı ise Şiilerden seçilir. Belki de bu durum Lübnan’ı, bölgesinde gerçekleşen suikastlerde zirveye taşıyor. Lübnan’ın ilk başbakanı Riyad 1951’de Ürdün’de silahlı saldırı sonucu öldü. Sosyalist lider Kemal Canbolat 1977’de arabasında, Hristiyan Marada Hareketi Lideri ve eski Bakan Tony Franci 1978 yılında evinde öldürüldü. 1982 yılında Cumhurbaşkanı Beşir Cemayel Beyrut’da bombalı saldırı sonucu, 1987 yılında Mayıs ayında istifasını veren eski Başbakan Karami, helikopterine koyulan bombayla Haziranda öldürüldü. 1989 yılında, önce Lübnan müftüsü Hasan Halid, sonra Cumhurbaşkanı seçilen Rene Muavad bombalı saldırı sonucu öldü. 2005 yılına gelindiğinde ise eski Başbakan Refik Hariri, gazeteci Semir Kasir, Komünist Parti Genel Sekreteri George Havi ve bağımsız milletvekili Cibran Tveyni bombalı saldırı sonucu öldürüldüler. 2006’ da Sanayi Bakanı Piyer Cemayel konvoya düzenlenen silahlı saldırıyla, 2007’de suikastla öldürülen Hariri’nin partisinden milletvekili olan Halid İdo aracına koyulan bombanın patlamasıyla öldürüldüler. Aynı yıl Hristiyan partisi milletvekili Antvan Ganım’da bomba yüklü araçla öldürüldü. Son olarak bildiğimiz, Hariri’nin sıkı adamı İstihbarat Başkanı Visam Hasan Beyrut da uğradığı suikastla öldürüldü.

Nerede Abdülhamit Han’ın inşa ettiği Beyrut, nerede Lübnan diyorum ve uzatmıyorum.

İSRAİL

1917 Balfour Deklarasyonu’yla Yahudilerin Filistin’e yerleşmesi başlamış, küçük çaplı işgallerle alanlarını genişletmiş, 2.Dünya Savaşıyla beraber bölgeye göç eden Yahudi sayısı yeterli bulununca 1948 yılında İsrail Devletinin kurulduğu ilan edilmiş ve bu ilanla birlikte Arap-İsrail savaşı başlamıştır. İsrail sürekli olarak yayılmayı bir politika olarak takip edip, bir devletten  ziyade, terörist bir örgüt gibi çevresine sürekli zarar vererek, gasp ve işgal yoluyla topraklarını genişletmiş ve bu süreçte çok masum kanına girmiştir. İsrail’in varlığı bölgede büyük bir tehlike arz etse de ABD’de bulunan Yahudi lobisinin gücü, her zaman bu varlığı desteklemiş ve gerekli gördüğü her an müdahalede bulunmaktan çekinmemiştir. İsrail’in bölgesel durumu daha çok savaş ihtiva ettiği için onu orada değerlendireceğiz.

TÜRKİYE

Hepimizin bildiklerine kısaca değinip bu bahsi de kapatalım. 1.Dünya Savaşı sonrası tarih 1920’yi gösterdiğinde İstanbul’dan gayrı bir meclis kurulmuş, 1923 yılında ise Türkiye Cumhuriyeti adıyla yeni bir devletin varlığı ilan edilmişti. Cumhuriyetle yönetilen yeni bir devlet... Kurucu Cumhurbaşkanı 15 yılın ardından ölmüş, yerine uzun süre başbakanlık yapan, halk tarafından da “sağır İsmet” olarak bilinen İsmet İnönü geçmiştir. Bu dönem, açık oy – gizli sayım yapıldığı değişik enstantaneler barındıran bir dönemdir. Çok partili hayata geçişle beraber CHP içerisinden ayrılan bir grup, Demokrat  Parti adıyla siyasete girmiş ve milletin desteğiyle iktidar olmuştur. O gün bu gün CHP halen muhalefettedir. 1950 yılında Başbakan olan Adnan Menderes 10 yıllık görevinin ardından bir darbeyle derdest edilip tutuklanacak ve idam edilecektir. Tarih 1971’e geldiğinde ise asker, muhtıra verecek, yönetim geri çekilecektir. 1980’de ise ortalığın kızışmasını bekledik diye açıklama yapan Genel Kurmay Başkanı darbeyle yönetime el koyacak ve Cumhurbaşkanı olacaktır. Zaman akıyor ve tarihler 1997’yi gösterdiğinde Post Modern adını verdikleri 28 Şubat darbesini görüyoruz. Ak Parti iktidarının ilk muhtırası da ‘e muhtıra’ olarak anılan internet sitesinden yayınlanan bir bildiri, 2007 yılında. Konu laiklik... Sonra sivil darbe girişimleri, yakın zamanda gerçekleşen Gezi Ayaklanması, 17-25 Aralık süreci ve son olarak 15 Temmuz 2016. Daha dün gibi tankların üzerine çıkışımız, lakin koskoca iki buçuk yıl geçti.

 Türkiye de Orta Doğu’dan çok farklı olmamakla birlikte, ABD’nin bölgedeki son sınır hattı gibi gözükmekte. En azından uzun bir süre böyle olduğu gözlemlenebiliyor. Güneyimizde bulunan Sosyalist Arap liderlerin devletleri düşünüldüğünde, Türk-Amerikan ilişkilerini anlamlandırmak daha basit bir hal alıyor.

Bölgede bulunan başka devletlerde var muhakkak ama çok etkili olmadıkları için isimlerini yazmakla yetinelim. Dünya Savaşları sonrası bölgede hiç durmayan kan üzerine eğilelim. Mısır’ın güneyinde Sudan, onun doğusunda Eritre var. Somali ise Etiyopya’nın güneyinde. Batıya doğru Kenya–Uganda... Eritre ile Etiyopya arasında Aden Körfezi’nde Cibuti. Arada Kızıldeniz ve karşısında Yemen, Sudi Arabistan’ın hemen altında. Yemen’in doğusunda Umman, onun kuzeyinde de Birleşik Arap Emirlikleri... Basra Körfezi’nde Katar ve Bahreyn. Kuveyt denize komşu, Irak’ın hemen altında.

Gelelim Orta Doğu’nun durmadan kan akan manzarasına...

Dünya harpleri bitmiş, ülkeler kutuplaşmış ve yukarıda izah ettiğimiz gibi Ortadoğu olarak anılan bu bölgede istikrar bir türlü sağlanamamıştır.

KISACA ORTADOĞU SAVAŞLARI

ARAP İSRAİL SAVAŞI 1948-1949

            İsrail’in bağımsız bir devlet kurduğunu ilan etmesinin bir kaç saat sonrasında Mısır, Irak ve Ürdün’ün 3 koldan saldırdığı İsrail, planlı savunmasıyla kısa zamanda Arap Birliği’nin ilerlemesini durdurdu ve savaş, Araplar aleyhine seyretti. Savaş sonunda İsrail her devlet ile ayrı ateşkes imzaladı. Arap birliği 12 bin ila 15 bin arası kayıp verirken İsrail 4 bin zayiatla savaştan çıktı.

ALTI GÜN SAVAŞI 1967

            İsrail’in Mısır, Ürdün ve Suriye’ye ansızın saldırması. Planlanmış bir hava harekâtıyla Mısır’ın hava kuvvetlerinin tamamına yakınını daha havalanmadan yok etmesiyle başladı. Bu sırada bir grup Suriye’ye bir grupta Ürdün’e hava harekâtı düzenliyordu. Mısır devlet başkanı Abdunnasır saldırıyı öğrendiğinde hava kuvvetlerinin çok büyük bir bölümünü kaybetmişti. Savaş İsrail’in kesin üstünlüğü ile bitti. İsrailli bir pilot savaştan sonra çekilen bir belgeselde ‘bizim için bir tatbikat gibiydi, nereyi vuracağımızı çok iyi biliyorduk’ açıklamasını yapmış ve saldırının çok önceden planlanmış olduğunu itiraf etmişti. Arap Birliği 21 bin kayıp ve 45 bin yaralı ile savaşı kaybetti.

YOM KİPPUR 1973

            Yahudilerin kutsal günü, Mısır ve Suriye ordularının taarruza geçtikleri savaş. Bu savaşta Mısır ve Suriye ilerlemeye başladığında, Mısır kaybettiği toprakları alarak durdu. Suriye ise ilerlemek için zorluyordu. İsrail, Suriye’ye öncelik verdi ve karşı saldırıya geçti. Birleşmiş milletler,  barış gücünü bölgeye göndererek savaşa müdahil oldu ve tarafları ateşkese zorladı. Bu savaş sonrası İsrail’in ABD’ye olan bağımlılığı daha da arttı.

            Yom Kippur savaşının en önemli sonucu ise İsrail’e destek veren tüm ülkelere uygulanan petrol ambargosuydu.

IRAK-İRAN SAVAŞI 1980-1988

            İran sayıca üstün, Irak ise ağır silah noktasında İran’a baskın geliyordu. İran safında 305 bin asker ve 700 bine yakın devrim muhafızına karşılık, Irak ordusunda 500 bin asker savaştı. Savaşın Irak lehinde başlamasıyla, İran’a örtülü verilen destek ile savaş dengelendi. Her iki tarafa da silah ve mühimmat satanların kazandığı savaş, 1988 ağustosunda ateşkes imzalanarak sona erdi. Savaşta 1 milyon insan hayatını kaybederken 150 milyar dolarlık bir fatura çıkmıştı. Bu fatura yeni bir savaşın kapısını araladı.

KÖRFEZ SAVAŞI 1990-1991

            Savaş sonrası borçlarını ödemekte zorlanan Saddam, Kuveyt’i işgal etti. Batının tüm tehditlerine rağmen Kuveyt’ten çekilmeyen Irak, 1991 yılında ABD’nin bombardımanına maruz kaldı. Bundan bir ay sonra da müttefik devletler tarafından geniş çaplı bir kara harekâtı başladı. 3 gün içerisinde püskürtülen Irak askeri ve müttefiklerin Kuveyt’i geri almasıyla devam etti. Saddam Hüseyin’in geri çekilirken petrol kuyularını ateşe vermesi savaşın en önemli noktalarından birisidir. Bu savaşta Irak 100 bin sivil kaybın yanında 30 bin civarı asker kaybetti ve 70 bin üzerinde yaralısı vardı.

IRAK SAVAŞI 2003-2011

5c6666bb61361f1b00d7a937

            Batı koalisyonunun kitle imha silahlarını bahane ederek başlattığı işgal girişimi, Iraklı Şiiler tarafından çiçeklerle karşılanırken, Sünni Müslümanlar çok ciddi bir direniş gösterdiler. Irak ordusu kısa sürede etkisiz hale getirildi ve 40 bine yakın Irak askeri hayatını kaybetti. Halkın silahlı direnişi ise savaşın ömrünü, batının planlarının ötesine taşıdı. Koalisyon güçlerinin Irak ordusundan ziyade sivil halka kastettiğini, 2007 yılında yapılan bir araştırmada 1 milyon sivilin hayatını kaybetmiş olmasından anlıyoruz. Ayrıca, Amerikan askerlerinin Saddam’ın altınlarıyla verdiği pozlar da bize, kitle imha silahlarının bulunduğunu izah eder nitelikteydi. Nitekim Saddam Hüseyin idam edilmiş ve işgal 2011 yılının sonunda bitirilmişti.

SURİYE İÇ SAVAŞI

19419

Arap Baharı rüzgarı etkisiyle Suriye’de de halk sokağa dökülmüş, Esed’in sert müdahalesine halk da ayniyle cevap vermiş ve olaylar bir iç savaşa dönüşmüştür. 2011 yılında başlayan direnişler, Esed’in kimyasal saldırılarıyla, şehirleri abluka altına almasıyla devam etmiş, uzayan süreç bölgeye başka aktörleri getirmiş, IŞİD ismiyle anılan örgüt bağımsız bir devlet kurduğunu ilan etmiş; bunun üstüne Batı ABD öncülüğünde yeni bir koalisyonla IŞİD’e saldırmış ve bölgedeki yerini almıştı. Rusya, Suriye rejiminin yanında Çin’in de desteğiyle dururken iki kutbun da başlarda rahatsızlık duymadığı, sonralar da ise açıktan yahut örtülü destekleri ile PKK –PYD terör örgütü palazlanmış ve bölgesel bir aktör olarak Türkiye’nin karşısına sürülmüştü. Derine inmeden üstün körü geçelim. Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekâtlarıyla varlığını sert bir şekilde hissettiren Türkiye, şimdilerde yeni bir harekâtın şafağındadır. Allah muzaffer eylesin...

Suriye iç savaşı; tamamen vekâlet savaşlarına dönmek üzere olduğu haliyle halen devam etmektedir, diyelim ve konuyu noktalayalım.

Faysal’dan Salman’a dedik, lakin bölgeyi tarihi süreciyle birlikte anlatmadan, anlatacaklarımızın da çok anlam ifade etmeyeceğini düşündüğümüz için kısaca, ana hatlarıyla devletlere ve olaylara değindik. Kral Faysal’ın valilik dönemine de en başta değindiğimiz için 1964 yılına gidelim.

KRAL FAYSAL

fb 3efa8a0 7jpg.jpeg

 

Ağabeyinin aile meclisi ve ulema sınıfınca azledilmesi ile tahta çıkan Faysal, göreve başlayınca başta Mısır, Suriye ve Irak ile diplomatik ilişkileri geliştirmeye başladı. İslam ülkelerinin liderleriyle yaptığı görüşmeler neticesinde İslam Zirve Toplantısı’nın gerçekleşmesini sağladı. Akabinde de İslam Konferansı Örgütü’nün kurulmasında rol oynadı. Batı’nın İsrail yanlısı politika takip etmesinden dolayı Batı’ya karşı sert ve öfkeli bir politika izledi. Mekke ve Medine’nin Hadimi, Mescid-i Aksa için de ciğerden yanıyordu. Meşhur Kudüs konuşmasını olduğu gibi aktarıyorum.

“Kardeşlerim! Neden bekliyoruz? Dünyanın vicdana gelmesini mi bekliyoruz? Nerededir ki dünyanın vicdanı? Mukaddes Kudüs-ü Şerif sizi çağırıyor. Sizden yardım bekliyor kardeşlerim. Kendisini kurtarmanızı bekliyor. Düştüğü felaketten ve tüm belalardan dolayı. Neden korkuyoruz? Ölümden mi korkuyoruz? Allah yolunda cihad ederek ölmekten daha şerefli ve daha faziletli ölüm var mı? Ey kardeşlerim, bizim istediğimiz İslam milliyeti ve İslami uyanıştır. Milliyetçilik, ırkçılık veya bloklaşma değildir arzumuz. Çağrımız İslami çağrıdır. Allah yolunda cihad etmeyedir çağrımız. Dinimiz, inancımız, mukaddesatımız ve Harim-i İslam içindir çağrımız. Allah Sübhanehü ve Teala’ya yalvarıyorum. Ölüm vaktim geldiğinde Allah yolunda şehit olarak ölmeyi bana nasip etsin. Kardeşlerim, beni mazur görmenizi istiyorum. Beni sarsmaktadır. Ne zaman ki hatırlasam Harem-i Şerifimiz(Kudüs) ve mukaddesatımız işgal ve tecavüz altındadır ve aşağılanmaktadır ve orada günahlar, Allah’a isyan ve ahlaki çöküntüler sergilenmektedir; o zaman Allah’a halisane yalvarıyorum, eğer bana cihad etmek ve mukaddes topraklarımızı kurtarmak nasip olmayacaksa, beni bu dünyada bir an bile yaşatma.”

İsrailli bir Yahudinin (1967) Altı Gün Savaşı’ndan iki sene sonra Mescid-i Aksa’yı yıkma girişiminden duyduğu büyük üzüntü üzerine yaptığı bu konuşma, Kral Faysal’ın Kudüs hassasiyetini gözler önüne serer.

Faysal, Mısır devlet başkanı Abdunnasır’ın Sovyet etkisindeki ideolojik duruşundan oldukça rahatsızdır. Ama 1973 yılında İsrail’e saldıracak olan Enver Sedat’a elindeki tüm imkanları sundu. Enver Sedat’ın niyetinin, İsrail’i haritadan kazımaktan ziyade masaya eli güçlü oturmak ve ABD’yi barışa zorlamak olduğunu kestirememişti. Suriye gibi. ABD’nin önderliğinde barış gücünün, savaşa İsrail lehine müdahalesi sonrası Kral Faysal, Batı’ya topyekûn petrol ambargosu kararı aldı. Bu ambargo kısa sürede etkisini gösterdi ve büyük bir ekonomik kriz çıktı. Öyle ki bu kriz, ABD’nin en ücra köşelerine kadar sirayet etti.

Kissenger, ABD Dış İşleri Bakanı sıfatıyla ambargonun sona erdirilmesini görüşmek üzere Suudi Arabistan’a bir ziyaret gerçekleştirir. Bu ziyareti hatıratında şöyle aktarıyor: “Kral Faysal oldukça sinirli görünüyordu, aramızda bir diyalog başlayabilmesi ümidiyle esprili bir dille ona, uçağımın yakıtı bitti, uçağımın deposunu doldurmak için emir verirseniz uluslararası fiyatından ücretini vermeye hazır olduğumuzu söyledim. Kral gülümsemedi ve başını yukarı kaldırarak sert bir şekilde bana şunları söyledi: “Ben yaşlı bir adamım, ölmeden önceki tek dileğim Mescid-i Aksa’da iki rekat namaz kılmaktır! Sen bu konuda bana yardımcı olabilir misin?”

Konuşma şöyle devam ediyordu. Ambargonun kaldırılmasını isteyen  Kissenger’e “İsrail’e destek olmaktan vazgeçerseniz, ambargo biter.” dediğinde Kissenger bu sefer de petrol kuyularını bombalamakla tehdit edince, Kral Faysal tarihe geçen şu sözlerle cevap vermişti: “Tabi ki petrol kuyularımızı bombalayabilirsiniz ve unutmayınız ki, biz ve atalarımız hurma ve deve sütüyle yaşıyorduk, yine öyle yaşayabiliriz, ancak artık siz petrolsüz yaşayamazsınız.”

Kral Faysal bu görüşmeden yaklaşık iki sene sonra sarayında düzenlenen bir merasim sırasında kendi adını taşıyan yeğeni tarafından iki el tabanca ateşiyle vurulacak, hastaneye giderken yeğenine kısas uygulanmamasını isteyecek, ama halkın öfkesi Faysal’ın vasiyetinin önüne geçecek ve suikasttan iki ay sonra Faysal bin Musaid idam edilecektir.

Suikastın faili Faysal bin Musaid’in bu olay öncesi Amerika’dan yeni gelmiş olması, azmettiriciyi işaret ediyordu. Bu suikast, Suud’un İsrail politikasını yeniden şekillendirdi. Suud için; ABD’ye rağmen yürütülen Kudüs politikası Kral Faysal’la beraber sona eren buruk bir hatıra olarak kaldı.

Kral Faysal suikasti, tüm Arap dünyasına verilen açık bir mesajdı ve o günden bu güne hiç bir Arap lider, petrol yahut doğalgazı batıya karşı bir silah olarak kullanma girişiminde bulunmadı, bulunamadı.

Şehadeti 25 Mart’ta kucaklayan başkanımızla beraber 44 yıl önce aynı tarihte suikasta uğrayan Kral Faysal’ı rahmetle anarken ruhlarına Fatiha’mızı gönderelim ve ABD’ye rağmen yönetilen yahut ABD gölgesinde yönetilen (hangisini beğenirseniz öyle deyin) Suudi Arabistan’dan ABD ile birlikte yönetilen Suudi Arabistan’a uzanalım.

İBN-İ SALMAN

suudi arabistan yaptirimlara fazlasiyla karsilik veririz 1539517587

Kral Faysal’dan sonra sırasıyla kardeşleri Halid (1975-1982), Fehd (1982-2005), Abdullah (2005-2015), ve Salman (2015- Günümüz) tahta geçtiler. Üstünde durmak istediğim konu ise veliaht prens Muhammed bin Salman, yazıda ondan bahsederken Salman’ın oğlu ifadesini kullanarak bahsedeceğim. Ondan bahsederken Arapça Salman’ın oğlu anlamına gelen İbn-i Salman diyeceğim.

İbn-i Salman 1985 doğumlu. Suudi Arabistan’ın Savunma Bakanı, aynı zamanda Suudi Kraliyet Mahkemesi Başkanı ve Ekonomik İşler ve Kalkınma Konseyi Başkanı. Veliaht Prens Nayif’i veliahtlıktan ederek kral olma yolunda ilk adımı atan İbn-i Salman, ülkenin fiili yöneticisi konumunda. ABD’nin Müslümanları ‘ezilmesi gereken bir böcek’ gibi gören başkanı Donald Trump için “Müslümanların gerçek dostu” açıklamasını yapan İbn-i Salman, Trump’ın Yahudi damadıyla da sıkı arkadaş.

            Ülkemizde yaşanan Cemal Kaşıkçı cinayetinin azmettiricisi olduğuna dair kuvvetli söylentiler olsa da, hatta CIA raporlarında emrin İbn-i Salman tarafından verildiği sonucuna ulaştıklarını söylese de ABD yönetimi, İbn-i Salman’la arasına mesafe koymak için aceleci davranmıyor, mesafe koymaya niyetli gibi de durmuyor.080420181125222424945 2 41

İbn-i Salman veliaht prenslik koltuğuna oturduktan sonra ilk iş olarak kendisine muhalif olan ve olabilecek tüm kraliyet mensuplarını bir otelde topladı ve yolsuzluk adı altında soruşturma başlattı. Bu kapsamda kimilerinden yüksek meblağlarda rüşvet alarak, kimilerinin ise tüm mal varlıklarına el koyarak itibarlarını iki paralık etti.

Dünya gündeminden düşmeyen İbn-i Salman pahalı yatlar ve sanat galerisinden aldıklarıyla da magazinsel yönünü hiç kaybetmiyor. Kameralara gülücükler dağıtırken arkadan verdiği infaz emirleri de çok konuşulacağa benzemiyor.

İbn-i Salman’ın veliaht olmasıyla ABD ile yapılan anlaşmanın ticari hacmi yaklaşık 500 milyar dolar... ABD’nin Katar’a uyguladığı ambargonun en büyük destekçisi İbn-i Salman, hemen sonrasında baş gösteren Lübnan krizinin ardından, Lübnan Başbakanı Saad Hariri’yi Riyad’a davet etti, geldikten sonra gözaltına alındı ve istifaya zorlandığı haberleri yayıldı. Bu haberler üstüne espriyle açıklamalar yapılsa da o gece muhalif prenslere gözaltı yapılan malum geceydi ve Hariri iddiaları yalanlarken yüz ifadesi doğruyu söylemekten çekindiğini göstermekteydi.

İbn-i Salman’ın muhalif prenslerin listesini, Trump’ın damadı Kushner’den aldığı ve o listede en az 200 ismin olduğu dünya basınında yazıldı.

Hal böyleyken; Trump, İsrail’in başkentini Kudüs’e taşıma kararını desteklemesiyle birlikte ABD Büyükelçiliği’ni Kudüs’e taşıyacağını duyurunca Türkiye çok sert tepki vermiş, Kral Salman da bu konuda Türkiye’ye destek olmuş, paralel açıklamalar yapmıştı. İbn-i Salman ise medyaya bu konu hakkında konuşmasa da, Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas’a direnmemesi yönündeki telkinleri basına yansıdı.

Yemen’de yaşanan vahşette de karşımıza çıkan İbn-i Salman, İran’a karşı Iraklı Şiilerle de görüşüyor. Karmaşık ilişkiler zincirinde İbn-i Salman; modern Suudi Arabistan’ın genç lideri olarak servis edilirken, bu reklam faaliyetleri için Avrupa’nın büyük reklam şirketlerine servet ödediği inkâr edilmeyen haberler arasında yer aldı. Öyle ki isminin kısaltması olarak MBS harfleriyle logo yaptırdığı ve afişlerde ve reklamlarda bunu kullandığı, bu fikrinde bir marka olarak tanıtılması amacıyla yine bahsi geçen reklamcılar tarafından önerildiği bilinmekte.

Son bir asrını, raftaki kitabın tozunu almak için üfler gibi değindiğimiz Orta Doğu, tarihin tüm süreçlerinde kan ve gözyaşıyla yoğrulmuş, insanının acıyla yaşamayı öğrendiği, mazlum bir coğrafyadır.  Petrol gibi bir nimetin bela olarak döndüğü bu topraklar, hakiki hürriyetlerine, bizlerde olması gerektiği gibi Hakka köle olduklarında kazanacaklar. Yazımızda bahsettiğimiz olayların tamamının küresel güçler tarafından yapıldığını söyleyecek kadar ahmak olmadığımızı belirtmekle birlikte, bahsi geçen küresel güçlerin; yaşanan tüm olaylardan kendisine bir pay çıkardığını, bir kazanç kapısı haline getirdiğini de söyleyelim. Her şey kontrollerinde değil fakat her şeyden nemalanabildikleri bir mekanizmaları var. İşlettikleri çarka elbet bir gün bir taş sıkışır ve inşallah o çarkı bozan taş bizim başımız olur.

Özelinde aynı devletin iki yöneticisini anlatmak istediğim yazıda, bölgenin bir asırlık ahvalini de bütün olarak değerlendirmenize yardımcı olmak istedim. Alemde insan kadar alçalan ve yükselen başka bir canlı yoktur! İbn-i Salmanlar güneyde olduğu kadar kuzeyde de var, Faysalların olduğu gibi.

Velhasıl kelam Kral Faysal’ın dertli gönlünden şen sıpa İbn-i Salman’a uzanan hikaye de Batı tarafından yönlendirilmeye ihtiyacı olmayan, bizzat ruhuyla Batıcı olan bir iradeye seyreden Suud Krallığı...

Üstadımızın üstadı Es Seyyid Addulhakim Arvasi Hazretlerinin (k.s.) sözüyle noktalayalım “Hubb-i fillah buğz-i fillah” vesselam.

Ömer Faruk Dinç