Bu sayfayı yazdır

Suyun Ötesi

Yazan: 24 Ağustos 2020 1765

Son zamanlarda yeniden gündeme oturan “suyun ötesi” meselesi milliyetçilik-dindarlık denkleminde efkarı umumiyenin yönünü teksif ve telkin ettiği toplum mühendisliğine soyunmuş vasatın altı mesabesinde bir istikamet belirten aydınların ekseninde İslami ve insani usullere mugayir bir minvalde muhakeme ve murakabe edilmektedir. Meselenin merkez kavramı olan ayrışma Hz. Adem’den bu yana hak ve batılın savaşı şeklinde çağlar aşarak gelen bir tarihsel süreç belirtir. Osmanlı’nın teessüs yıllarından inhitat yıllarına kadar tasniflendirme temelde Müslüman-Gayrimüslim olarak sürmüş sonrasında yıkılış sürecinde İttihat ve Terakki arzu edilenin aksine teşettüt ve inhitat dönemi olmuş; birleşmeler ayrılma, ilerilemeler gerileme ile sonuçlanmış benliğini ve birlikteliğini tanımlama inanç yerine ırk temeli üzerinden anlamlandırıldığından ayrışma ırki bağlamdan olmuştur. Bu dönemlerden Cumhuriyet dönemlerine kadar azlık anlamına gelen Arapça “kıllet” sözcüğünden türetilmiş “istiklal” kelimesi her fikir ve hamle hareketinin altında dövizleştirilmiş sahte bir kavramdır. Cüceleşmiş develerin bundan mutluluk tahassüsü ile tesis ettiği toplum düzeni nihayetinde özel günler oluşturup kutlayacak bir bağlama gelmiştir.

Kanuni dönemi ile başlayan aşk ve vecd ikliminin kırılması mili-manevi hassaların zamanla yitip gitmesinin yanı sıra çoğu tarihçinin tartışma konusunu oluşturan İstanbul’un Fethi’dir. Zevk ve sefa düşkünlüğü, zamanla oluşan Bizanslılaşma eyleminin tezahürleri halinde karşımıza çıkmakta, bu eylem ilerleyen süreçte iç dinamiklerini tesis ettiği; Yunan aklı, Roma nizamı ve Hristiyanlık hassasiyeti ile Batı medeniyetine hayranlığı doğurmuştur. İşte bu nokta da dikkatlerimizi celp ve teksif etmemiz gereken temel nokta Bizanslılaşma ve Batılılaşma’nın başladığı ve yoğun olduğu suyun öte tarafı kavramıyla ilintili İstanbul ve Balkanlar’dır. Temel kırılma noktaları halinde; Kanuni Dönemi, Lale Devri, Jön-Türkler, İttihat ve Terakki, 1. ve 2. Meşrutiyet kavramlarını toplu halde görüyoruz. Bu kavramlara ek olarak Batılaşma ile Müslüman kimliğinden uzaklaşan Türkler, Fransız İhtilali ile kopan milliyetçilik fırtınasında savrulacak milletler arasına İttihat ve Terakki ile girecektir. Suyun öte tarafındaki tesis edilmiş müesses yapı baton çubuğunu tutan batı ve içerde bir kakafoninin hakim olduğu senfonyadan müteşekkildir. Esasında bu ayrışma batı ilintili olup milliyetçilik ve dindarlığın birbirine mündemiç olduğunu izahlandırma zafiyetinden kaynaklanmaktadır.sö2

31 Mart olayı ile bu grubun şeriat istemek suretiyle halifeyi tahttan indirme eylemi içerisinde tenakuz barındırıp tamamiyle menfi ve menfur olmuştur. Bahsi geçen olayın içine dahil ve angaje olmuş içtimai yapının; fikirsel, psikolojik ve politik boyutunu Üstad’ın <Sultan Hamid> piyesindeki Abdülhamid Han ile ayaklananlar arasındaki şu diyalog şeklindeki misallendirmesiyle mücessimleştirelim:

- “Ne istiyorsunuz?

- Şeriat istiyoruz!

- Şeriatten ne anlıyorsunuz?

- Şeriat istiyoruz!

- Şeriati kimler ve nasıl bozdu ki, şeriat istiyorsunuz?

- Şeriat istiyoruz!

- Şeriati tam yerine getirecek ve bütün dünyada örnekleştirecek insanlar olarak kimleri görüyorsunuz ki, şeriat istiyorsunuz?

- Şeriat istiyoruz!

- Şeriati geliştirmenin ilmine, irfanına, zekasına, siyasetine, iç murakabesine, dış muhasebesine malik misiniz ki şeriat istiyorsunuz?

- Şeriat istiyoruz!”

Şeriat kavramını mukaddes bir oluştan kopararak fikirsiz bir zemin üzerine iç murakabe ve dış muhasebeden uzak hale, satıhta patolojik zaviyede içi boş bir milliyetçilik kisvesi ile darbeleme girişimi sosyo-psikolojik yapıyı inkisara uğratmıştır.

Toplum içerisinde bir kesimin diline pelesenk olmuş ve hedef kutbuna koyup eleştirdiği; Osmanlı, Türk düşmanıydı; Türkleri ikinci plana attı cihetindeki asılsız yargıların temelini uzun süren Roma-Kartaca savaşlarının sonucunda Roma’nın galibiyetine müteakip şehrin ruhu olup intikam alacağı düşüncesiyle Kartaca şehrini sabanla sürdürmesi ya da teşkilat kurallarında ki niceliği korumak namına gidenin niteliğini menfileştirme çalışmaları kabilinden mevcut yapıyı korumak için Osmanlı’yı kötüleme çalışmaları oluşturmaktadır.

Osmanlı’nın 13.yy’ın sonlarıyla Türkçeleştirme faaliyetleri, Fatih Kanunnamesinde, Tevarih-i Ali Osman’larda ve birçok padişah ve önemli şahsiyetin yörükleri övmesi, vergiden muaf tutması ve Evlad-ı Fatihan olarak görmesi, sonrasında 16.yy ile benlik idraki, soy bilinci ve kurumsal rasyonalite tesis etmesi Arap ve Fars etkisinden sıyrılıp başlıca bir entite oluşturmasıyla öne çıkmıştır. Bu asırlarda öz hüviyetiyle bir tarih perspektifi çizilmiş fikir ve hamle planlarında eserler verilmiştir. Aşık Paşazade ve İbn Kemal ile hızlanan süreç; Molla Fenari, Hacı Paşa, Sinan Paşa, Hocazade, Molla Lütfü, Kadızade, Hızır Bey, Molla Hayali ve Ali Kuşçu, Fethullah Şirvani, Gulam Sinan, Ahi Çelebi, Ladikli Mehmed Çelebi gibi birçok önemli ismin teorik eserler ile bahsi geçen telakkiyi aktif hale getirmişlerdir. Konevi Mehmed b. Katib Sinan, öğrencisi Mustafa b. Ali el-Muvakkit, Mirim Çelebi (Mahmud Efendi), Piri Reis, Ebu Suud Efendi, Muhyi-i Gülşeni, Taşköprülüzade, Kınalızade, Baki, Nabi, Fuzuli ve daha birçok isim astronomi, matematik, tarih, şiir gibi alanlarda çok önemli eserler verip süreci beslemişlerdir.

Cumhuriyet’in kuruluş yıllarına kadar ki süreçte milli kavramının halk nazarında izahlandırmasında dinden kopuk bir anlayış yoktur. Bu dönem ile birlikte dinden kopuk bir milli kavramı tesis edilmiş, soy bilinci tahrip olmuş; müşahhas olarak İttihat ve Terakki kadrolarında açıkça gördüğümüz Türk olmayıp Türkçülük ideolojisi güdenlerin Türkçülük bahanesiyle şeceresi belli olan asıl ve asil Türk Osmanlı hanedanına karşı ayaklanması meselenin aslında ne şeriat ne de milliyet olmadığını gözler önüne seriyor.sö3

Esasında meselenin temelinde yatan milliyetçiliğin birleşmek için değil ayrışmak için ruh ve manadan kopuk bir fikri temel üzere bina edilmiş olmasıdır. Aynı milliyetçi düşüncedeki; Yusuf Akçura, Ziya Gökalp, Sadri Maksudi Arsal, Atatürk, Nihal Atsız vs. istisnasız bütün isimlerin birbiri ile anlaşamaması ve ayrışmasındaki temel mesele budur. Öz hüviyetiyle Türklük “Birlikte rahmet ayrılıkta azap vardır” Hadis-i Şerif’ine nail ve mukabil olarak mutlak ve müstakil bir birlik telakkisi ile iman, mukaddesat, tefekkür, tezekkür, tekellüf, eda ve ahlakta kesafetli bir teklik tesis etmiştir. Usul, Ubeydullah Ahrar hazretlerinin tasarruf olunmak isteyen öğrencisine söylediği “Ya ben sen olacağım, ya da sen ben olacaksın bu iş zordur” sözünden mülhem aynileşmek üzerinden tasavvuf ile sağlanmıştır. Satıhta bir milliyetçilikten ziyade Türk’ün duygu ve düşüncesinin milliyetçiliği cihan ölçüsünde milliyetçiliktir.

Mülayim Çatpınar