Bir Nefes

Yazan: 28 Aralık 2020 1901

* س ص ح ب هو

*Kudemâ, kağıdın yere atılması endişesiyle mektuplarında Allah Teâlâ’yı “هو” zamiri, Besmeleyi “ب” , Hamdeleyi “ح” , Efendimiz’e salâtı “ص” , selamı ise “س” harfleri ile remz ederdi.

 

Erzincânlı Terzî Baba (Muhammed Vehbî El Hayyât Kuddise Sirruh) Hazretlerinin Himmetiyle…

Bismillahirrahmanirrahim.

Zâhiri ilimlerin yani aklî ve naklî ilimlerin mütehassısı; bâtınî ilimlerin ve marifetlerin zirvesi; insanlara doğru yolu göstererek hakiki saadete kavuşturan ve kendilerine “Altın Silsile” ismi verilen zülcenaheyn, allâme ve başbuğ velilerin yirmi dokuzuncusu olan, Ehl-i Sünnet’in göz bebeği, itikatta Eş’ari, amelde Şafi’i, asrın müceddidi ve şerefli isimleri Hâlid olup Mevlana Halid-i Bağdadi-i Osmani olarak meşhur olan Sâdât-ı Kiram’ın büyüğünün talebelerinden Abdullah-i Mekkî Hazretlerinin nazarlarına mazhar olan, şehrimin manevi huzuru Terzi Baba Hazretlerinin mübarek hayatlarından bahsedeceğim biraz…

 

bir.nefes.1

Mevlana Halid-i Bağdadi-i Hazretlerinin okunu çekip, Anadolu’ya fırlattığı Erzincanlı Abdullah-i Mekki Hazretlerinden hilafet almış, aşık bir zat ve Anadolumuz’un büyük velilerinden olan Terzi Baba Hazretlerinin asıl ismi “Muhammed Vehbî “dir. “Hayyat Vehbî” diye de meşhur olmuştur. İslam ümmeti arasında ümmîliğiyle meşhur olmuş bir gönül dostudur. Hazır değinmişken belirtmiş olalım, nasıl ki her sakallıyı dedemiz sanmıyorsak, İslam adına bir şeyler yapmış veya yapmaya çalıştığını zanneden her ümmiyi de evliyaullahtan bilmemek gerekir. Günümüzde Üveysilik adı altında dönen bu safsatalar İslam’a son dönemde ciddi anlamda zarar vermiştir. Elbette Üveysilik haktır. Bir Müslüman manevi kabiliyeti sebebiyle vefat etmiş evliyanın himmetine mazhar olabilir veya ümmi iken ciddi bir manevi dereceye ulaşabilir. Himmet eden zat ona bazı telkinler, zikir dersleri verebilir. Kendisine ilham gelebilir. Bu bir nimettir. Ancak bu nimeti her zaman olduğu gibi bâtıla kullananlar da çıkacaktır ve çıkmıştır da. Kendilerine bir internet sitesi açıp oradan Üveysilik almak, zikir almak gibi ahmaklıklarla uğraşan bu mobil şeyhler(!) kendilerini bir İslam adamı olarak gösterip, ümmet-i Muhammed’in (sav) çokça günahına girip sapık bir yol üzere kalmışlardır. Tasavvuf ehline ise kula kulluk yapmak söylemini her fırsatta itham etmişlerdir. Bu söylemleri bir yerlerden hatırlıyoruz değil mi? Evet evet, tasavvuf düşmanlarının ortak söylemleri bunlar.

Zikir çekmek, salavat okumak, istiğfar etmek her Müslümanın vazifesidir. Ama siz bunu bir yerden talimatla alacaksanız bu yer bir internet sitesi olmamalı. Cahil bir adamın bir bayanla yaptığı muhabbet olmamalı. Bu, sahte şeyhliğin yeni bir versiyonudur. Hiçbiri “biz şeyhiz” demiyor ama sizi kendilerine bağlıyorlar. “Kula kulluk edilmez.” diyerek tasavvuf yolunu kötülerken kendilerine kul ediyorlar siz farkına varmadan. Bu sebeplerle sonradan ortaya çıkan her uyduruk yol gibi Üveysilik adıyla ortaya çıkan bu gruba karşı da İslam alemini uyarmış olalım…Üveysilik bir internet sitesinden alınacak kadar yapmacık bir şey değildir. Dikkat etmemiz gerekir.

Bahsedeceğim zât, Hayyât Hazretleri öyle mi peki? Zinhar! Kendisi bizzat gönül sultanlarının nazarlarına mazhar olmuş bir başka sultanımızdır. Gelin hep birlikte tanıyalım gönüldaşlarım…

Hazret, dini bilgilerini tahsis ettikten sonra, anne ve babasının isteği üzerine bir sanat sahibi olabilmek için terzilik eğitimi almıştır. Meşhur Terzi Baba ismi buradan gelmektedir. Arkasında onu nefesiyle besleyen öyle büyükler vardı ki, hazret iğneyi kumaşa her geçirip çıkarışta dili ve kalbi ile Allahu Teala’nın ismi şerîfini zikrederdi. Çünkü hazret de her meseleden İslam’a geçit bulanlardandı.

İşte o nefes sahibiyle tanışması şu şekildedir: Mevlana Halid-i Bağdadi Hazretleri, halifelerinden Abdullah Mekkî Efendi’yi Anadolu’ya göndermişti. Abdullah Mekkî Efendi, Erzurum’a uğramış, sonra Erzincan taraflarına yönelmişti. Erzincan’a yaklaşınca yanındaki arkadaşlarına; “Hocamızın bize tarif ettiği memleket, Allah bilir ya burasıdır. Burada bir zatın bizde emaneti vardır.” demişti. Abdullah Mekkî Efendi, Erzincan’ı şereflendirince, insanlar akın akın ziyaretine geldiler. Gelenler arasında Terzi Baba Hazretleri de vardı. Abdullah Mekkî Efendi, ilk defa gördüğü Terzi Baba içeriye girince ayağa kalktı. Davet edip yanında yer verdi. Hiç kimseye yapmadığı iltifatı Terzi Baba’ya yaptı. Ona; “Mevlana Halid-i Bağdadî Hazretlerinden bizde bir emanet var. Bu emanet sana çok menfaatler sağlar. Kabul edersen sana teslim edeyim” dedi. Terzi Baba da: “Siz bilirsiniz efendim, eğer maddî menfaatse vallahi dünya için Allah demem.” cevabını verdi. Abdullah Mekkî Efendi bu cevabı alınca; “Oğlum, sen bulacağını buldun. Teslim edeceğim emanet seni dünya sevgisinden kurtarmaktan başka bir şey değildi.” buyurarak Terzi Baba’ya nazar edip emaneti tevdî etti. Onun bu meşhur sözü kabri şerifinin girişine altın harflerle kazındı…

“Vallahi Dünya İçin Allah Demem”

bir.nefes.2

Her zaman olduğu gibi o zamanda da dedikodular dönmeye, “ümmi bir adamın arkasında nasıl bu kadar insan toplanmış?” gibi sözler söylenmeye başlamıştı. Bu dedikodularla ortalık kaynaya dursun beldenin müftüsü, Hazreti sınamak, imtihan etmek için yanına davet etti. Maksadı malumunuz ki Hazreti cevap veremeyecek duruma sokup onu halk arasında küçük düşürüp cahil ilan edip halka irşadından vazgeçirmeyi sağlamaktı. Daha sonra Hazret, Müftü Efendi’ye kendisini niçin davet ettiğini sorduğunda, Müftü Efendi ona; “ Biz seni imtihan için davet ettik. Hakkınızda birçok dedikodu yapılıyor. Buna son vermek lazım geldi. Şimdi bazı sualler soracağız. Siz cevap vereceksiniz.” dedi. Birçok sualler sordu. Terzi Baba Hazretleri büyük bir hakikati ortaya çıkarmak için sorulan bir suale; “Allahu Teala’nın, bu ahirde yaşayanlara göre yedi, diğer beldelere göre sekiz tane sıfatı-ı subutiyesi vardır. Bu beldeye göre Allahu Teala’nın Subutî sıfatları şunlardır: İlim, Semi, Basar, İrade, Hayat, Kelam ve Tekvîn. Bu beldeye göre Allahu Teala’nın Kudret sıfatı yoktur. Çünkü bu şehir insanları Allah’ın “Kudret” sıfatını inkâr etmektedirler. Eğer bu şehrin insanları Allah’ın “Kudret” sıfatına inansalardı, O, bir ümmî kulunda, insanlara doğru yolu gösterme kabiliyetini yaratmaya kadirdir, derlerdi.” cevabını verir vermez orada bulunanlar Terzi Baba’nın ledün ilmine sahip, kâmil bir zat olduğuna kanaat getirip ellerine kapanarak af dilediler. Ona gereken ikram ve hürmeti gösterdiler.

Arkasında Allah(cc), Rasulü (sav), ve onun mübarek dostlarının nefesi olan bu zat, müftüye ve belde halkına gereken cevabı vermişti.

Hazretin ümmi yani okuma yazması olmayan bir alim olduğunu söylemiştim. Bu hususta halifesi Hafız Rüşdi Efendi’nin diliyle; Terzi Baba Hazretleri Tefsir, Hadis, Usul-i Hadis, Fıkh gibi en yüksek ve en faziletli ilimlere yardımcı olan Arapçayı bilmediğini; Farsçadan da anlamadığını, her sözünün kisbî değil vehbî olduğunu, yani ilimleri tahsis ederek değil de, kalp ilimleriyle, mübarek şeyhinin kalbinden kendi kalbine akıttığı marifetlerle olduğunu; hâlini ve kâlini Türkçe söylediğini ve başka bazı hallerini şöyle bildirmiştir:

Ne söyler, dinle ol Hayyat-ı Vehbi

Değildir işlerinin biri kesbi

 

Veli, her aşıkın var bir beyanı

Ki vüs’ı yetdiğince söyler ânı

 

Kimi manzum, kimi mensur buyurdı

Deruni râzını halka duyurdı

 

Kimi söyler Arabça hem muradın

Kimi Fâris, kimi Türkçe, kelamın

 

Bunda iktidarım yok Arabça

Lisan-ı Türkî ‘yle dedim acebçe

 

Zelillerden ezellim halk içinde

Kalîllerden ekallim dehr içinde

 

Bu âsi, âsîlikde yok nâzirim

Za’îf, bî-çarelikde yok, garibim

 

Ne ilmim var Şeri’at’den edem akvâl

Ne zühdüm var, tarikatden edem ef’âl

 

Hakikatde halim yok, yola gideyim

Bu âsi de düşündüm, ben n’ideyim…

 

Evet, her ilim tahsil edilerek öğrenilmez, bu doğru. Ancak daha önce bahsettiğim Üveysilik denilen, doğru yolların sapık kolları arasında bulunan bu gayr-i şahsi insanlar, tasavvuf yolunu hem kabul etmeyip hem de bir kişiden manevi ilimlerin kendi kalplerine aktığını söylemektedirler. Hem balı yerler, karınlarını doyururlar hem de bu ne biçim bal deyip balcılara karşı müfterilik yaparlar. Bunun tam karşılığı şeref yoksunluğudur! Biz Müslümanlar olarak bu kişilere karşı soylu öfkelerimizi her daim kuşanmamız gerekir. Gerek fikirde gerek fiilde. Çünkü inanıyoruz ki, küfre rıza küfürdür! Bizler Ehl-i Sünnet’e karşı aykırı bir sözü babası dahi söylese onu bile düşünmeden reddedebilen delikanlılarız. Din düşmanlarının ölüsüne, dirisine, yaptığı işe, söylediklerine, aldığı tek bir nefese dahi hürmet duymayanlarız. Faydasız ilimden de, ilimsiz ahkam kesmekten de yüce Mevlâ’ya sığınırız. Bizler her an bir aşkın üzerinde olamayabiliriz, her an bir iş üzere de olamayabiliriz. Ancak bizler, her an istikamet üzere olmak durumundayız. Aralıksız olarak, her an! Rabbim bizleri istikametten ayırmasın…

bir.nefes.3

Dönelim tekrar gönül sultanımıza…

Hazret’in işte böyle satırlarını tekrar tekrar okuyacağınız nice beyitleri vardır.

Gönüldaşlar!

Üstadımız Necip Fazıl Kısakürek’in tanımlamasıyla, aklın posalaştırdığı dış mahiyet yerine aklı posalaştıran iç keyfiyet derinleştikçe böylesi sultanlar çıkıyor meydana. Öyle şeyler vardır ki; akıldan esirgenen sırlar işte böyle duygunun kulağına fısıldanır. Bizim hedefimiz bu sultanlar! İç keyfiyetin yakıcı, kavurucu, baştan çıkarıp başa getirici, eritici aşıklarının hikayesi… Bu devlerin kapısını hassasiyetle çalabilen, idrak, şuur ve en önemlisi aşık nesil olarak edebimizi koruyalım. Atamızı iyi belleyip o kapıda eritici halvete girebilelim.

Nice sultanlar işte böyle geldi geçti… Yaşarken birer ölü olan bu sultanları sultan yapan, eşya ve hadiselerin sanki bir nevi üssü olan ölümü çok anmalarıdır. Ölüm mutlak… Ve ölüm muhakkak. Âlemlerin Efendisi (sav) de öyle buyurmuyor mu?

“Lezzetleri yok eden, ağız tadını bozan, ümitleri kıran ölümü çok anın! Ölümü darlıkta düşünen rahatlar. Bollukta düşünen, lüzumsuz işten, israftan kaçar kanaatkâr olur.” [İ.Hibban]

Büyük ve çileli bir tefekkürün başı olan ölümü analım kardeşlerim… İnsanoğlu çok gafil. Ölümü anmadık değil mi bu zamana kadar? Bakın şimdi ise ölüm korkusu her saniyemizde.

Vatandır dediler kabir evi de

Tedârükli sever, ki ona gide

 

Veyahud ‘’alem-i ervah’’dır ol yer

Kim, ehlu’llah ona dahî vatan der

(Terzi Baba Hz)

 

Rabbim bu sultanların şefaatlerine nail eylesin. Amin!

Gönüldaşlarım!

Bugüne dek gelmiş geçmiş tüm evliyaullahın izinde gitmenin ve neticesinde Allah ve Rasulü’nün izlerine kavuşabilmenin yegâne düsturu, durmadan, dinlenmeden hedefe ulaşılması için çırpınmaktan geçer. Yine Üstadımızın deyişiyle, arılar ancak bal yapmayı unuttuklarında ölürler, ağaçlar evvela meyve vermezler daha sonra da kururlar. İnsanoğlu da böyle. Paslanma aşamasında ilk iş olarak sultanlarımızın izlerini bırakıp boş boş oturduğumuzda benliğimizi kaybederiz. Bu sultanlar ruhtur. Ruh kaybolduğunda inanın çerden çöpten farkımız olmaz.

Tekrar Üstadımız konuşsun;

“Genç adam!

Göklerin rahminde, kan renkli şafaklara bürülü bir yeni gün doğmak üzere bulunduğuna inan! Bu yeni gün, bir gün bâtılı iptal edeceğini haber veren Hakk'ın bütün mânevi değerlerle tecellisini çerçeveleyecek; ve ruhçu insanoğlunu yepyeni bir nizamla eşya ve hâdiselere hâkim kılacaktır.

Genç adam!

Böyle bir günün ilk şafak pırıltısını veren şu anda, çok defa gafil, yıkanmak ve ayıklanmak şuurundan mahrum bu vücûdu artık hamama göndermenin zamanı gelmemiş midir?

Genç adam!

Ortada başıboş gezen kirliliğe rağmen Allah'ın ezelden temiz ve bulaşmaz yarattığı senden başka güvenimiz yoktur!..”

Bizler dördüncü buuttan bahseden, sekizinci rengi arayan o ulvî ruhların peşindeyiz. Davamız kolayına, ucuzuna kaçmak değildir. Çilelidir… Ne mutlu çileye talip olanlara…

Son söz olarak hayatından bahsettiğim mübarek zatın 1214 beyitten oluşan o muhteşem eserinden (Hâzâ Kitâbü Kenzü’l-Fütûh Miftâh-ı Hayyât Vehbî) rastgele ve besmeleyle çektiğim birkaç beyitiyle bitirmek isterim:

Hadis-i Kudsi’de buyurdu Mevlâ:

İki sevgi birikmez kalbde, kellâ

 

İkisi cem’ olup durmazlar asla

Olardır: Hubb-i dünya, hubb-i Mevla

 

Nitekim su ile ateş yığılmaz

İkisi bir çanâkda cem’ olunmaz

 

İlahî, cümlemizi eyle gufrân

Hayırlı mal verip sen eyle ihsân…

 

Ruh-u Şerifleri için El-Fatiha!

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi