Tefekkür, Tezekkür, Tekellüf

Yazan: 23 Şubat 2020 2125

Ne meşakkatli bir işmiş şu insanlık, insanlık keyfiyetini yakalayabilmek… Fert fert ve cemiyet olarak bulamamanın, insan olamamanın üzüntüsü içerisindeyiz. Âh bir yakalayabilsek şu keyfiyeti…

Toparlanın, birleşin, yaklaşın; zahmete katlanma vakti!

 İnsanlık kavramının oluşmasına vesile olan, alemlere rahmet olarak gönderilen ve insanlığın kemâl noktası olan Peygamberimizden bahsedelim biraz, Sallallahu Aleyhi ve Sellem. Biraz deyişime bakmayın; her satırımda, her harfimde, ezelden ebede aradığım yegâne ışıktan söz ediyorum. Yolu, baş aşağı bir cemiyeti baş yukarı yapacak, ezeli ve ebedi önderimiz. Ondan (sav) bahsederken kalemimden çıkan her kelimeyi silmek durumunda kalıyorum. Hatta her harfi. Sanki harfler, kelimeler, cümleler, satırlar birbiriyle savaş halindeymiş gibi…

 Siliyorum, çünkü ya Rasulallah seni anlatacak bir kelimeyi yazınca diğerleri isyana kalkıyor. Her harf senin övülmene, yüceltilmene dahil olabilmek için birbirini eziyor. Senin güzelliğini anlatmak hangi harfe, hangi kelimeye yaraşır bilmem. Ancak yazıyorum… Ellerimin, parmaklarımın senin için kıpırdaması… Ne devlet!

Evet insanlık diyordum. İnsan-ı Kâmil… Hz. Peygamberimiz (sav): insanlığın ve vücudun kemâl mertebesindedir. Eksiği yoktur. Çünkü yaratılış Peygamberde kemâlini bulmuştur. Bu sebeptendir ki Onun (sav) yolu insan-ı kâmil olabilmenin temel taşıdır.

Meşrebi, Muhammedî olanlara selam olsun…

Kâmil insan kavramını, Hz. Mevlana’dan örneklendirerek anlatmak istiyorum. Hz. Mevlana bir kamış parçasından yola çıkarak anlatır o güzel Mesnevi’sinde. Sazlıktaki bir kamışın ney haline gelene kadar geçirdiği devreler, insanın olgunlaşmasını yani “nefsi tezkiye ve kalbi tasfiye” basamaklarını ifade eder.

 Ney’in hikâyesi şöyledir:

Peygamber Efendimiz (sav), Allah’ın (c.c) kendisine ihsân ettiği esrar ve hikmet denizinden sadece bir damlasını, ilmin kapısı, Allah’ın arslanı Hz Ali’ye de emanet eder ve;

“Bu sırları sakın gün yüzüne çıkarma!” diye sıkı sıkı tembihler Efendimiz (sav).

Hz. Ali de kendisine tevdi edilen bu emanete tahammül edemez, altında iki büklüm olur. Çöllere düşer, derûnunda sakladığı sırrı bir kör kuyuya döker. Bir zaman sonra bu kuyu dolup taşar. Kuyudan taşan bu sular, çevresini bir sazlık haline çevirir ve burada kamışlar biter. Bu sazlığın rüzgarda hoş nağmeler çıkardığını fark eden bir çoban, kamışlardan bir tanesini keser ve ondan ‘ney’ yapar. Fakat ney’den çıkan bu ses, o kadar içli ve yanıktır ki, herkes bu sesin derin, duygulu ve yakıcı nağmelerine meftûn olur. Onunla ağlar, onunla gülmeye başlar. Hikaye bu şekilde devam eder… Hz. Mevlana da, ney ile kâmil insan arasında bir macera ortaklığı olduğunu söyler. Çünkü ikisi de yanar. O saz parçası, ney haline gelene kadar nice cefalar görür. Kızgın demir parçasıyla içi dağlanır, içindeki pütürler temizlenir. Sonra da ses çıkarabilmesi için vücudunda delikler açılır. Tam 7 adet delik… Ve en son üflenir ney’e… Ney; ötelerden haber verir, sırrı fısıldar duyabilenlere.

Kâmil insan da öyle değil mi? İçini kibirden, benlikten, maddiyattan, süs-püs pütürlerinden arındırır. Sonra da söylediği her şey Hak ve Hakikat olur. Hakikat… Ne büyük dâvâ… Ona erişebilmek, ne devlet!

Bir tasavvuf erbabı şöyle der; Allah ilk önce ruhları yaratmıştır. Bunların bulunduğu yeri biz bilemeyiz. Çünkü orası Âlem-i Gayb’tır. Elest Bezmi’dir. Daha sonra da Allah ona kendi ruhundan üflemiş ve dünyaya göndermiştir. Ruh da burada bir bedene sahip olmuştur. Ruhlar aleminden kopuşumuz tıpkı ney’in sazlıktan kopuşu gibi. Ney bu kopuştan sonra öyle bir feryatta bulundu ki, kadın ve erkek herkesi ağlattı.

İnsanoğlunu düşünelim; o da dünyaya gözlerini ilk açtığı zaman başlar hüngür hüngür ağlamaya ve etrafındakileri de sevinç gözyaşlarına boğmaya.

Unutulmasın ki; her kim aslından gayrı ve uzak düşerse her daim vuslat zamanının izinde olur.

Kavuşabilenlerden olmamız duasıyla…

Daha sonra Hz. Mevlana ney’de ki yedi deliğin, kâmil insan ile benzeştiği noktalardan bahseder. Ney’de tüm delikler kapatılıp üflendiği zaman, rast sesini bize verir. Farsça’da rast, doğru anlamına gelmektedir. Tüm delikler kapatılınca doğru sese ulaşırsanız yani. İnsan-ı kâmil de tıpkı böyledir. Duyuların kapatılması insan olma yolunda “rasttır”. Bu sebepten, insanın seyri daima içine doğrudur ve Allah’ı (c.c) yalnızca orada bulur. O sebeptendir ki Beytullah içtedir, kalpte bulunur. Bir gönlü yıkmak Beytullah’ı yıkmak gibidir o yüzden…

Bakın bir benzetme daha yapacağım.

Tasavvuf yolcusu her müridin bir zikir dersi vardır. Günün belirli bir vaktinde yaratıcısıyla baş başa kaldığı ve binlerce kez O’nun(c.c) ismini sayıkladığı dakikalar vardır. Bitmesini hiç istemediğimiz dakikalar… Ve dikkat edin dersimizi çekerken belli başlı kurallarımız vardır. Gözlerimizi, dilimizi, kulaklarımızı, burnumuzu dünyaya kapatırız. İki gözümüz, iki kulağımız, iki burun deliğimiz ve ağzımız. Toplam da yedi delik. Tıpkı ney’deki o rast sesine ulaşma serüveni gibi… Hatta tasavvufun bazı kollarında bu kuralları gerçekleştirdikten sonra baş üstüne bir de beyaz örtü geçirilir. Bunun sebebi ise, kapatmaya çalıştığımız o yedi deliğimizin üzerine bir perde daha çekip dünyadan kopuş serüvenimize kaliteli bir hamle daha eklemektir.

Ne kadar güzel değil mi?

-Evet!

Yanabilmenin derdine düşmek... Ne kadar hoş gönüldaşlar!

Düşünsenize; bir ruh var, beden denen bir kafesin içinde. Orada sürekli yanmanın derdinde…

Hamken, pişecek ve yanacak…

 Ateş… Ne menem bir şey bu? Şu kamış parçasına neler yaptığına bir bakın…

Ateş…

İnsanoğluna neler yapar acaba?

Cehennemin ateş olmasının sırrı ne ki?

Acaba ateş terbiye mi eder, yoksa yüceltir mi insanı?

Dünyada yanmasını bilmeyenler için bir terbiye aracıdır ateş, ancak dünyada yanabilenler için ne yüce bir hâl…

Gelin yanalım gönüldaşlar!

Allah’ın (c.c) aşkıyla, Rasulünün (sav) aşkıyla, Sahâbe-i Kirâmın (ra) aşkıyla, Allah dostlarının (ks) aşkıyla… Din-i Mübin-i İslam adına ne varsa, onun aşkıyla yanıp tutuşalım. Olabilme yolunda ölelim!

Osmanlı sünnetidir, senin ismin geçtiği zaman ya Rasulallah (sav), kalplerinin üzerine sağ ellerini koyarlardı. O nasıl bir sevgiydi ki öyle, senin ismin geçtiği zaman kalpleri yuvasından uçmasın diye elleriyle bastırıyorlardı?

Rabbim!

Bizlere de bu aşkın keyfiyetinden tek damla bile olsa nasip et. Nasip et ki bu dünyada yanabilenlerden olalım.

Seni çok seviyorum Allah’ım…

Yüreklerimize merhametinden yağdır Allah’ım…

Bizleri hakiki aşıklarından ayırma Allah’ım…

Aşık olamıyoruz, hiç olmadı bizleri o güzelliklerin idrakine varmışlardan ayırma…

“ İbrahim: Ateşi, güle çevirmenin hikayesi.

Her ateş kendi hikayesini yazar ve ateşin sırrından, ateşi tanıyan anlar.

Her kul kendi hikayesince biraz İbrahim… ”

Allah’ın selamı üzerinize olsun…

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi