Bu sayfayı yazdır

Cemiyet Ve Aile

Yazan: 16 Mayıs 2020 2130

Toplumsal kurumlar (aile, eğitim, siyaset gibi), kendi içinde ve diğer kurumlarla karşılıklı ilişkileri sonucunda cemiyeti oluşturur. Toplumsal kurumlar, insanlar arası ilişkiler sonucu ortaya çıkan toplumsal bir olgudur ve bütün toplumların kendilerine özgü yapılarına göre biçimlenir. Aile müessesesi toplumsal kurumlar arasında en önemli olanıdır. Her toplumda aile müessesi mevcuttur. Fakat aile müessesinin fertler üzerindeki tesiri aynı değildir. Özellikle bizim toplumumuzda aile kişinin pusulasıdır, kimliğidir, fikridir, inancıdır. Her şeyi değildir ama çok şeyidir.

Aile en genel manada; akrabalık ilişkisiyle birbirine bağlanan fertlerin bir araya getirdikleri topluluktur. Diğer bir ifadeyle toplumun en küçük birimi olarak kabul edilir. Aile, ferdin yaşamında çok önemli bir yer tutan beslenme, bakım, sevgi ihtiyacı, duygusal gelişim, psikolojik gelişim, eğitim, kültürel değerleri kazanma, sağlıklı zekâ gelişimini sürdürme gibi temel ihtiyaçlarını karşıladığı birincil yer ve çevredir. Fert öncelikle aile kurumunda sosyalleşir. Önce aile içinde toplumsal kimlik kazanmaya başlar. Toplumun sağlam temeller üzerinde durması aile kurumunun sağlam olmasına bağlıdır. Aile kurumunu yönlendiren cemiyetler aslında geleceğini şekillendirmiş olur. Bu sebeple cemiyetlerin kendilerini korumaları aile kurumunu korumalarına bağlıdır. Ailenin korunması da aile fertlerinin kendilerini korumalarına bağlıdır. Cemiyet ailelerden, aile de fertlerden oluşmuştur.

Aile, ferdin toplumsal çevresinin ilk ve en önemli boyutunu oluşturur. Çocuğun, toplumun beklentilerine uygun bir fert olarak yetişmesi ailede gerçekleştirilir. Fertlerin mutlu ve huzurlu olmaları, sağlıklı bir aile yaşamına bağlıdır. Toplumsal bir kurum olan aile, cemiyetin vazgeçilmez bir parçası, temel yapıtaşıdır. Sağlıklı ve güçlü bir toplum, sağlıklı ve güçlü ailelerden oluşur.

Toplum sağlıklı ve istikrarlı ise, bu aileden kaynaklanır; ailedeki yozlaşma doğrudan doğruya toplumun yozlaşmasına neden olur. Toplumumuzun daha yaşanılası bir cemiyet olmasını istiyorsak, öncelikle kendimize çeki düzen vereceğiz; sonra toplumun çekirdeği olan ailemize. Toplumsal düzen aileden başlar.

Aile sadece toplumsal hayat için değil, aynı zamanda bireysel yaşam için de çok önemlidir. Ailenin hem bireysel hem de toplumsal hayat için bu kadar değerli olması, onu zorunlu bir biçimde evrensel bir olgu haline getirmektedir. Aile müessesesini lüzumsuz ve gereksiz gören zihniyetin evvela kendisiyle ilgili geçmişten gelen sorunları vardır. Daha sonra ailevi değerleri önde tutan Müslüman Türk Milletiyle sorunu vardır. Büyük düşmanlık beslediği husus da mutlaka İslam’dır. Ailenin ilk akla gelen işlevlerini sayalım ve soralım. Cemiyet içinde bu kadar faydası olan müessese kime ve neden bu kadar fazlalık gibi gelir acaba.  

Ailenin İşlevleri

Eğitim işlevi:  Eğitimciler aileyi ilk ve en etkili eğitim kurumu olarak kabul ederler. Çocuk, temel davranışları ailede kazanır. İyiyi kötüyü ailede öğrenir. Kişiliğinin temelleri ailede atılır. Kültürel değerler ve toplumsal kurallar ailede benimsenir. Sorumluluk ve görevleri, aile kazandırır.

Ekonomik işlevi: Aile kendi ihtiyaçlarını karşılayan bir üretim birimidir. Aile üyelerinin beslenme, barınma ve korunma gibi ihtiyaçlarını karşılar. Böylelikle topluma yük olmamakla birlikte aile fertleri özgüven noktasında kendilerini ikmal etmiş olur.

Dini İşlevi: Aile ihtiyaç hissettikleri takdirde bu işlevlerini yerine getirmeye devam etmekte ve inandıkları dini değerleri ve davranışları çocuklarına aktarabilmektedirler. Dini kültürün aktarımı için aile en uygun ortamdır. Bu bağlamda aileye büyük vazife düşmektedir. Dini hassasiyeti mevcut olan bir toplum oluşturmak aileden geçmektedir. Bu nedenle marjinal fikir cereyanları, ilk hedef olarak aileyi görmektedirler. Aileyi ortadan kaldırarak gelenek ve kültürle bağı koparmış olacaklar.

Psikolojik işlev: Aile, sevgi şefkat ve güvenin ilk doğal kaynağıdır. Kişinin kendisini huzur ve güven içinde hissettiği bir ortamdır. İdeal bir aile, mensuplarına sıcak ve şefkatli bir ortam sağlar. İnsanlar kendilerini aile içinde güvende ve mutlu hissederler. Ailede oluşturulan sevgi, saygı ve güven ortamı ailenin diğer işlevlerini yerine getirmesine de temel oluşturur.

Neslin Devamı: Toplumun kendi varlığını sürdürebilmesi için aile neslin devamını sağlar.

Koruma: Diğer canlılardan farklı olarak insan yavrusu çok uzun süreli bir bakım ve ekonomik güvenliğe ihtiyaç duyar. Çocukların bu ihtiyaçları aileler tarafından karşılanır. Bütün kültürlerde aile bu konuda nihai sorumludur.

Toplumsallaşma: Ebeveynler ve diğer akrabalar, çocukları gözetirler; onlara normları, değerleri ve kültürü aktarırlar. Çocuğun içinde yaşadığı toplumun kültürünü öğrenme süreci ilk önce ailede başlar.

Cinsel Münasebetin Düzenlenmesi: Cinsel normlar toplumdan topluma değişebileceği gibi aynı toplum içinde zamanla da değişebilir. Ancak aile bu konuda bir düzenleme getirir. Yoksa katı bireyselliğin ve cinsel serbestliğin (örneğin eşcinselliğin yaygınlaşması); ya da başka bir ifadeyle aileye alternatif birlikte yaşama biçimlerinin günümüzde oluşan toplumsal atmosferde ortaya çıkan aile modelleri, neslin devamının ya hiç ya da minimum düzeyde kaldığı aile biçimleri ortaya çıkarmıştır. Bu da toplumu yozlaştırır. Bu bağlamda aile çok önemli bir vazifeyi ifa etmektedir.

Toplumsal Statü Sağlanması: Bizler ailemizin geçmişinden gelen belirli sosyal statüleri miras olarak alırız. Ailenin imkânları, çocuğun daha sonra  alacağı eğitim dâhil birçok konuda belirleyici olacaktır.

Aile, üyesi olmanın mutluluğunu duyduğumuz, kendimizi her açıdan güven içinde hissettiğimiz, kısaca, yaşamı ve başkalarıyla bir arada yaşamayı öğrendiğimiz sosyal bir yapıdır. Ailenin insan hayatındaki göz ardı edilemeyecek biyolojik, sosyolojik, psikolojik ve ekonomik ihtiyaçları karşılayan işlevleri vardır. Kısaca; fertleri kişilik gelişimini tamamlamış, kendilerinden hoşnut, kendine güvenen, yenilikçi ve üretken bir hale getirir. Aile üyeleri arasında karşılıklı güven, sevgi, dürüstlük ve samimiyeti ihdas eder. Toplumun değer yargılarına ve beklentilere uygun fertler meydana gelir. Bu işlevlerin sağlıklı olarak fonksiyonlarını yerine getirmesi bu saydıklarımızın yanında daha sayamadığımız birçok faydayı da yanında getirmektedir.

Aile içinde anne ve babanın çocuğa duyduğu sevgi ve ilgi, onların yaşamlarına farklı bir anlam ve değer kazandırmaktadır. Çocuk sahibi olmak, insan egoizmini engelleyen sayısız şeylerden biridir. Bu nedenle, çocuk sahibi olmak ve aile kurmak, kişiye sorumluluk ve paylaşma duygularını aşılayarak onu hem bencillikten korumakta hem de toplum ve insanlar arasında anlamlı bir ilişki kurmasına yardımcı olmaktadır. Bu bağlamda, sevgi ve anlayış duygusunun en iyi karşılandığı ortam olan aile, insanı bencillikten kurtarıp sosyalleştirdiği gibi onu aynı zamanda yalnızlıktan ve ruhi boşluktan uzaklaştırmaktadır. Aile, kişiye toplumun bir üyesi olduğu duygu ve düşüncesini vererek sorumluluk yüklemektedir. Onu düzenli bir hayat kurmaya, kanun ve nizamlara uymaya ve herkesle iyi ilişkiler geliştirmeye yöneltmektedir. Toplum beklentilerine uygun düzenli bir yaşantı kuran ve çevresindeki insanlarla iyi ilişkiler oluşturan kişi, doğal olarak daha mutlu olmakta ve daha tatmin edici bir hayat sürdürmektedir.

İşte ulusal ve de uluslararası bir çok marjinal (sapık, sapkın, köksüz vb.) fikri cereyanların doğrudan yada dolaylı olarak ilk hedeflerinde ailenin kaldırılması vardır. Çünkü cemiyetin, geleneğin, kültürün örf ve âdetin bir nevi muhafızıdır. Bu nedenle ilk hücum aileyedir.

Doğal olarak Seriyye dergisi ilk sayısından başlayarak hemen hemen her sayısında aile konusunu ya da buna bağlı hususları mutlaka ele alıyor. Cemiyetin yeniden inşasının yolu evvela aile müessesini korumak ve güçlendirmekten geçiyor. Bu hassasiyeti taşırken aileyi koruduğu zannıyla korumaktan daha çok, aileye yaralar açan müesseselerle mücadeleye ayrıca zaman harcanıyor. Feminizm, kominizm, eşcinsellik gibi batı kaynaklı akımların aile düşmanlığı herkesçe malum olduğundan zor değil ifşası. Ancak İstanbul Sözleşmesi, KADEM ve 6284 Sayılı Yasa gibi hem toplumumuzdan birilerinin taraf olduğu hem aileyi korumayı düşündükleri iddiası taşımaları hem de çok ciddi temel fikri hasarlar verdikleri için dış kuvvetlerce güçlendirildikleri belli olan bu tür müesseseleri ifşa etmek daha zor.

Ayrıca toplumsal meselelere yaklaşımda ilkesel hatalar da cabası. Bataklığı kurutmayı düşünmeyip sinek avcılığı kursları veriliyor. Avladığı sinek sayısı kadar ödül alan ve ideali daha çok para ve lüks olan şahsiyetler sineklerin çoğalması için bataklığa gizli gizli şerbet döküyor adeta. Ne sinek azalıyor, ne de bataklık kuruyor. Hatta daha da şiddetlenerek büyüyor problemler.      

Örneğin; Kadına şiddete ya da çocuğa şiddete hayır demek şiddeti bitirmez. Şiddetin kime uygulandığı değil ki meselemiz. Şiddete tümden hayır demek esas olan. En basitinden çocuklarımızın seyrettiği çizgi filimdeki kahramanların hemen hemen tamamı şiddete başvuruyor. Kırıyor, döküyor. Çocuk da model olarak şiddeti öğreniyor. Sen de çıkıp vur vur da kadına ve çocuğa vurma diyorsun. Olacak şey değil. Şiddet yanlısı kafa zaten zayıfı seçer. Üstesinden gelemeyeceği hedefe şiddeti düşünmez. Dolayısıyla şuna buna değil şiddete hayır ilkesi benimsenmeli.

Ya da; Pozitif ayrımcılık uygulaması. Ayrımcılığın pozitifi negatifi olamaz. Pozitif ayrımcılık demek yapısal bozukluğu kalıcı kılmak demektir. Yeni yapısal sorunlar demek. Pozitif ayrımcılık yerine adil bir paylaşım denmeli. Kadını eğer yaratılışı gereği koruyacaksan kadın olduğu gerçeği ve sorumluluklarıyla tanımlamalı. Ayrımcılık yapılmaz fakat sorumluluklarını sınırlandırırsın. Böylece bütünün ayrılmaz parçası olduğu gerçeğinden koparılmamış olur aile fertleri.

Kadını korumak adına ömür boyu nafaka uygulaması bunun en basit örneği. Başlı başına bir cemiyet hastalığına dönüştü mesele. 3 ayrı hastalıklı yapı oluştu. Birincisi nafakayı geçim kaynağı gören kadınlar topluluğu oluştu. Bunlar zengin olan birilerini bulup nafaka alarak ayrılmak üzere evlilik planı yapıyor. İkincisi hali hazırda evli; fakat "Bu kadar sıkıntıya ne gerek var? Alırım dolgun bir nafaka, ömür boyu keyfime bakarım" diyerek güzelim yuvasını yıkanlar. Üçüncüsü de evlenmekten korkan erkekler. Karşısındaki kadının gerçekten evlilik düşüncesinde olup olmadığından emin olmadığı için "Ömür boyu nafaka mı ödeyeceğim?" diyerek evlenmekten kaçanlar. Evlilikler azalmış. Boşanmalar çoğalmış. Bekâr yaşam biçimleri tercih edilir olmuş. Beklenmedik sonuçlar değil ki. Aile müessesi felç olmuş. Cemiyet düzensizleşmiş. Sürpriz mi?    

Aileyi merkeze almayan, her bakış açısı olumsuz sonuçlar doğuracaktır işte böyle. Dolayısıyla dış mihrakların bizimle savaşı bir kenara bizim kendi kendimize meseleyi ele alışımız bile sakıncalı. Cemiyet meseleleri bütüncül ele alınmak zorundadır. Bütüncül ele alınan cemiyet meselelerinde de cemiyetin inancını, örfünü, geleneğini ve bunun gibi kültürel motiflerini dikkate almak zorunluluktur. Özetle “Müslüman mahallesinde salyangoz satmanın” gereği yok. Müslüman bir toplumun inancına, ibadetine, giyimine ve bunun gibi değerlerine saygı göstererek yap ki samimiyetin anlaşılsın. Anadolu insanının en çok önem verdiği hatta önemden de öte yaşam gayesi gördüğü konuyu yok sayarak toplumsal düzen sağlamaya çalışmak ahmaklıktan değilse eğer anarşizm maksatlıdır.  

İşte Örneği; Aile ve geleneklerimize göbekten düşman ecnebinin Truva atı İstanbul Sözleşmesi ve ne yaptığını kendi bile anlamayan KADEM'den daha beter 6284 Sayılı Yasanın aileyi korumak maksatlı olamayacağı; hukuk eliyle hukukun nasıl katledildiği ve nasıl bir sonuç doğurduğu ortadadır. Hukukun yazısız kaynaklarından sayılan Örf ve Adet Hukuku dikkate alınmayarak kaynağı hukuki ve örfe uygun olan bir uygulama, örfi ve adet hukuku açısından suç teşkil etmeyen bir davranış, sözüm ona kurtarıcı bir kanun olan 6284 Sayılı Yasa getirilerek suç sayılıyor. Yetmez; bu yasayla bir de yasa yokken yapılanlar da cezalandırılsın ki tadı gelsin. Yasadan önce olsa da, yasadan haberdar olmasa da suçlu sayılsın. Hukuk adıyla hukukun hiç edilmesi bir tarafa aile müessesesine nasıl el atarımın “ali cengiz” oyunu adeta. Bu yasa uygulamaya konulduğunda tirajı komik bir hal aldı vaziyet. Vatandaş çocuğunu hastaneye getiriyor. Basit bir yaş problemi hesabıyla suçlu tespit edilebiliyor. Şöyle ki çocuk yaşından anne yaşı çıkınca sonuç 18 den küçük ise olmadı. İşte yakaladık. Resmen tecavüzcü. Alalım bu arkadaşı içeriye. Hanımı arkasından ağlıyor. Çoluk çocuk perişan. Fakat koruyucu kanun var korkmayın. Ailenin içine ettiğine bakmayın koruyor sizi (!)

Malum medya çamur içinde gördüğü b*ku elmas sanmış olacak ki 6284 Sayılı Yasanın keyfini sürmek amacıyla, memleketteki Suriyeliler'in varlığından haberleri yokmuş gibi davranıp doğum yapılan servislerin hastane kayıtlarını incelemeye almışlar. Çocuk yaşta anne olanlar diye saydıkları kişilerin doğum listelerini ele geçirmişler. İktidarı yasal işlem yapmaya zorluyor. Malum medya bu örfi ve toplumsal hakikati görmezden gelip güya hükümeti sıkıştırmak adına hastanede doğum yapan çocuklar diye her fırsatta dile getiriyor. Tarihi derinlik bakışı olmayan solaklar sosyolojik derinliğin de içine etmekte mahir.

Merak eder dururum ne yapılabilirdi bu ailelere? Savaştan kaçanlara, "Toplama kampında her ne kadar ciddi bir savaşın içindeyseniz de burada da 6284 gibi tuzaklar var ona göre ha! Ölmek daha iyi olabilir." diye ikna etmek mi lazımdı? "Olmaz ille de geleceğim" diyenlere "Bomba yağan sınırlara gidin doğumu yapın sonra göçün" dense olur muydu acaba? Ya da Suriye yasalarını inceleyip "Size de bir tane 6284 lazım, ekleyelim kanunlarınıza ondan sonra cezaevine sokarız" mı denmeliydi? Fikirsiz akıl bir de inançsız kalp bir araya gelirse ağız foseptik çukuruna dönüyor bir anda.

Servet Turgut 6284 Sayılı Yasayı dergimizin Şubat 2019 sayısında irdeledi. Konunun hülasası olarak bir kesitini paylaşmak istedim. 6284 Sayılı yasa ile ilgili ifadeleri aynen şöyle: “Anlayacağınız, devlet ile millet arasında bir Parkinson uyuşmazlığı var… Devlet Mozart çalıyor, millet halaya durmuş… Milletin dinî akidesi ile örfî bakiyesi başka söylüyor, devletin Avrupaî imanı başka… Çocuk istismarcılarına bakıp, topyekûn evlilik müessesesini de kapsayıcı kanun kasnakları çatmak, bu kasnakta 3,5 soysuz tecavüzcü ile beraber, on binlerce Anadolu ailesinin de gerdirileceğini bilmemek… Felâket! Hani köyün tavuklarına musallat olan birkaç tilkiden dolayı köy azası toplanıyor ve bundan böyle tavuklara yaklaşan her canlıya ateş edecek bir müfreze kuruyor. Bilmiyorlar ki; tavukluğun istiklâl ve istikbâli için elzem olan horozluk familyası da, ara yerde güme gidecek... Horozlar gidince, tavuklar da… Tavuğun düşman hattını, tilkiden horoza doğru genişletmek nasıl bir ahmaklıksa, küçük yaştaki çocuklara cinsel istismarda bulunanları bahane ile bütün Anadolu’ya:

“Kapağı bir gün dahi olsa 18. yaşının arazisine atmadan evlenirsen tecavüzcüsün!”

Diyecek kanunu yapmak, öyle bir ahmaklıktır! Tabi bu, millî-muhafazakâr ve dindar idareler için böyle… Yoksa işgal partisi CHP, Avrupa’nın içimizdeki madde ve ruh karakolu olarak, bu kanunla esaslı bir cephemizi çökerttiğinin şuurunda... Bilmeyen, devletin idare mekanizmasına kurulmuş bizim mahallenin adamları… Devletin, onu idare eden hükümetle beraber içine Avrupa kaçmış, ne yapalım… Hatta bizdeki içe kaçan Avrupa, Avrupa’daki Avrupa’dan daha iridir! Zira Avrupa’nın birçok ülkesinde evlilik yaş sınırı 16 iken, bu sınır bizde 18’dir. 17 tam bitecek, 18’e girilecek… “Kraldan fazla kralcı olmak” argosunun Avrupaî kreasyonu:

“Avrupalıdan fazla Avrupalı olmak!” “

Sosyolojik savaştan galip çıkmak istiyorsak. İstikbalde İslam’ın en gür seda olmasını istiyorsak. Toplumun temeli aileyi bu bağlamda değerlendirip evlerimizde saadetli bir aile yaşamı tesis etmemiz ve irfan mektebi haline getirmemiz elzemdir.

Sevindirici olan şu ki, buradan yaptığımız Seriyye ailesinin bir ferdi olun, Büyük Doğu Seriyye fikir hareketine sahip çıkın çağrıları cevapsız kalmıyor çok şükür. Allah ve Resulünün davasına sahip çıkan, “İlâ-yı Kelimetullah ve Nizâm-ı Âlem” davasını dava edinen kardeşlerimiz bizimle özellikle sosyal medya üzerinden olmak üzere akın akın temasa geçmekte.

Necip Fazıl Kısakürek bizlere söylüyor yıllar öncesinden:

"Aç kapıyı haber var,

Ötenin ötesinden.

Dudaklarda şarkılar,

Kurtuluş bestesinden.

Biz geldik, bilen bilsin.

Gönül gönül girilsin.

İnsanlar devşirilsin,

Sonsuzluk destesinden."

Hakan Baykara