Nefsini Tep

Yazan: 21 Kasım 2020 1586

Bir cenaze geçmekteydi. Oracıktan geçmekte olan Veli’ye sordular:

-Bu kimin cenazesi?

Hiçbir tevriye ve teşbih edası takınmadan:

-Senin… Bu geçen cenaze, senin cenazen!

Diye cevap verdi, Veli…

Sandılar ki, dalga geçiyor… Onu akıldan yoksun sananlar da yok değildi, verdiği cevabı işiten kalabalık arasında… Meraksa, hepsini kuşatan ortak histi… Veli, meraklı bakışları, Kur-an’dan okuduğu şu ayetle sildi:

“Muhakkak sen de öleceksin, onlar da ölecekler…” (Zümer-30)

Öyle ya; bir şey gerçekleşecekse muhakkak, şimdi olması ile bin yıl sonra olması arasında ne fark vardır… Fark, geçen her tabutta, onu gören her bir kimsenin, kendisini o tabutun muhtemel değil, mukadder ve mutlak binicisi olduğunu bilen ve bilmeyen kafalar arasındaydı…

İbadetin her şeklinde daim olan ve hiçbir tabutun, tek bir kere mukadder binicisi olmamış biri, bir keresinde aynı Veli’ye başvurdu:

-Namazdan, zikirden, tespihten zevk almıyorum… Gönlüm kararmış zaar… Dünya muhabbeti, içime işlemiş, söküp atamıyorum… Bir çare…

-Bir hastalıktasın ki; bütün hastalıkların başı… Derhal tedaviye koyulmalısın… Yoksa sonunda, imansız gitmek de var…

-Eyvah! Ne yapmalıyım? Bir yol…

-Hastaları ziyaret et… Sonra cenaze namazlarına katıl… Ve kabirlere uğra… Devam et bunlara bakalım, inşallah hastalığından kurtulursun…

Adam gitti. Bu hastanın başucu, şu cenaze namazının safı, o kabrin ayakucu… Ziyaret etti, katıldı, uğradı… Döndü dolaştı, çırpınıp uğraştı, bir üçgenin üç köşesi arasında adeta mekik dokudu… Fakat dünya muhabbet ve meşguliyeti, gönül tahtındaki yerinden bir milim kımıldamadı…

Yeniden huzura çıktı ve halini arz etti:

-Her bir dediğini, fazla fazla yaptım… Gönlüm hala karanlık, hep karanlık…

Veli, anladı ve adama da anlatmak için:

-Demek sen, hayvan ölüsünün yanına varır gibi yaptın…

-?

- Bak şimdi… Bundan böyle hasta ziyaretine mi gittin. Nefsine dönecek ve ‘Bu yatakta yatan hasta sensin!’ diyeceksin. Ve düşüneceksin, bir gün aynen o hasta gibi yataklara düşecek, eğer getirenin de olursa, bir bardak suyun yolunu gözleyeceksin… Sonra cenazeye mi katıldın… Tabuta ve içindekine bak ve orada kendini gör… Gör ki; her ölen evi barkı, malı mülkü her şeyi bırakıp gidiyor… Tabut atına, bu şekilde binmeyen mi olacak? Kişi, başına gelecek olanı gelmiş gibi kabul etmeli… Zira her gelecek, mutlaka geleceğinden, yakındır… Ölüm sana da gelecek… Cenazede bu hakikatin hapını, nefsine yedir, ağzını zorla aç, yuttur… Anlasın ki; baş açık, yalın ayak, eşten, dosttan, evden, barktan ayrılıp gidiyor… Her şeyi ardında kalmış, yanına, bir yudum su, bir lokma ekmeklik bir çıkın bile alamamış… Ve önünde de, içinde akıbetinin ne olacağı meçhul kabir, ağzını bir canavar gibi açmış bekliyor… Yaşarken sana, seni, kibir reveransıyla “Beklenen sensin!’ diye sunan nefsini, tevazu kastıyla “Kabrin canavarınca beklenen sensin!’ diye kabre sun ve onu bu yolla hizaya çek… Ve kabirlere vardığında da, mermer çıkıntılarıyla çiçek çalılıklarının ahenk dansına odaklanma… Kabirlerin, yalancıktan yorganlarını kaldır ve hakikatten diplerine nazar at… Çürüyen bedenler, ayrılan çeneler, kılıçların anlık değil, böceklerin yıllık infazıyla omuz hizasına yuvarlanan başlar… Ölüler, doğru söyleyen komşulardır. Kulak ver ve onları dinle… Bak ve gör; bülbül yuvası ağızlarından bülbül gibi şakıyan dilleri kaçmış, yerlerine türkü yakmak üzere akrepler, çıyanlar, yılanlar dolmuş… Nefsini orada kıstır ve ona ‘Vay insafsız ahmak! Neden hizaya gelmez, dünyadan usanmazsın… Sonunda ve mutlaka sen de böyle olmayacak mısın!’ de… Yaşarken üzerine toz kondurmayan nicesinin, toz gibi ufalandığını baş gözüyle değil, gönül gözüyle müşahede et ve bu müşahedenin tesiriyle salih ameller peşine düş, dünyadan gönlünü çek, parayı gönlüne değil, cebine koy, oradan da daima Allah için sarf edilmek üzere çıkar… Şimdi git ve dediklerimi, dediğim şekilde tatbik et, et ki; gönlünden zulmet kaçsın ve yerine nur dolsun…

Adam gitti. Denilenleri yapınca da, dünyadan gönül düşürdü, basiret gözü açıldı, zayıflayan nefsinin tuzaklarını fark eder oldu, dünya malındaki serabı üfleyip dağıttı, malını da dağıttı ve o Veli’ye her daim, kendisini ölü iken dirilten kişi nazarıyla baktı.

Ah işte bu dünyada, ölü oğlu ölüleriz ama ariflerin cürüm hanesine tam bin kötü vasıf yazdıkları kötü oğlu kötü nefsimiz, hokkabazlık eder ve bize bizi, ölümsüz dirilermişiz gibi hissettirir…

Eyvah ki, ne eyvah!

Kötü nefsimizin, kötüleşmiş dünyamızda, kötülüklerine maruzuz…

Ah işte; çarşısı kokuk, meclisi kofluk, havası boğuk, sanatı kusmuk, kültürü porsuk, imanı metruk, ilimi meşkûk, gazetesi bokluk, küfürü bolluk, istikbali boşluk, kafası savruk, insafı yoluk, lisanı tutuk, feraseti soluk, asaleti bozuk, insanlığı buçuk, lezzeti buruk, müziği guguk, hayatı donuk, tarihi kopuk, rejimi lavuk, seçimi yamuk, cesuru tavuk, kötüleşmiş bir dünyadayız ve bu dünyanın öz vatan ve öz hâkimiyet alanı olduğu nefsimize, paryayız…

Ah işte; nefis, kötü bir köpek…

Amma, aynadaki suretine her gün bakan ve kendi kendine:

-Ne büyük, ne vasıflısın ve bir kıymeti bilinmez olarak, bu dünyada harcanmaktasın!

Diyen de, nefsine köpek…

Köpeğe köpek…

O Veli’nin elinde dirilen, eski ölü ve yeni diri o adama dönelim… Yani dönüşüne dönelim… Dünyadan gönül düşürüşüne, basiret gözünün açılışına… Ve buna, aynanın karşısına geçip, suretimize bakarak ama orada nefsimizi görüp, ona:

-Ne alçak, ne kurnazsın ve bir kıymet hokkabazı olarak, bu dünyada hasmımsın!

Diyerek başlayalım…

Sonra bırakalım rüzgar essin, yağmur yağsın, şimşekler çaksın, tabiat her mevsim toptan dirilip toptan dirilsin ve biz, bütün bu masiva senfonyasına sadece, maverai şu nakarat ile iştirak edelim…

-Nefsini tep, nefsini tep, nefsini tep…

Bir nakarat ki; ebedi saadeti getirecek istikametin çizgisi, onun notalarında…

Dergiler

Servet Turgut'un Kaleminden

© 2022 Seriyye Dergisi