Bu sayfayı yazdır

CHP Merkezli Muhalefetten, Akdeniz'de de Çakal Muhalefeti!

Yazan: 08 Eylül 2020 1762

Artık bütün dünya biliyor ki, Akdeniz’in dibi boydan boya doğalgaz yataklarıyla dolu… Bir zamanlar bir Türk Gölü olan Akdeniz’i, çivili bir Hint fakiri yatağı gibi altından cimcikleyen bu doğalgaz kaynakları, görülüyor ki orta yere, üzerinde dev kavgalar da sergilenebilecek bir ring kurmuştur, enerji rekabeti ringi... Denizcileri bilgilendirmek amaçlı ilan edilen navtexler, bundan böyle adeta bir poker oyununun kart açma, rest çekme, blöf görme hamleleri haline gelmiştir. Kıta sahanlığı mevzuu, düne kadar herkesin sahasına, komşunun sahasından sarkmış etek pilesi gibi algılanırken, şimdilerde varlık sebebinin tepesine inen ölüm pikesi gibi algılanmaktadır…

Bütün bu kavramlarıyla beraber Akdeniz meselesi, daha kendisini tam göstermemişken aylar evvel “Denizler durulmaz, çalkalanmadan!” diye haykırmış ve olası bir çatışmaya doğru evrilecek sürecin istikamet navtexlerini ilan etmiştik…

Peki öyleyse, bugünlerde herkesin çokça sorduğu “Akdeniz’de savaş çıkar mı? ” sualinin cevabı nedir?

Buna beylik bir cevap vermek yerine, meselenin bam telini de yakalatıcı ve I. Dünya Savaşı’nın, dünya dolusu sebep yanında sadece bir hususun vesilesiyle patlamasına telmihte bulunucu, şöyle bir kıymet hükmü heceleyelim:

-Akdeniz’de savaş çıkar mı çıkmaz mı ayrı husus, Akdeniz’de şartlar, savaşın çıkması için bir Sırp prensin öldürülmesine bakma vasatına gelmiştir…

Bu Sırp prens, aslında teşhise getirilmiş, teşahhus edilmiş, mücerret plândan müşahhas plâna aktarılmıştır ve mesele artık, onun öldürülüp öldürülmeyeceğinde düğümlüdür… Bu kayıt bir yana, bu Sırp prens öldürülürse eğer, Avrupa’dan Türkiye’ye doğru yutucu bir heyulanın geleceği de kesindir…

Ve Yunanistan, bu heyulanın şimdilik “çatıcısı” gibi durmaktadır…

Çocukluk çağımızın bir kavramı olarak çatıcı, mahalle çeteleri arasındaki kavgada, hali hazırda kavga için müşahhas bir sebep yok ama kavga için mücerret bir meyil var ise, tayfadan en küçük ve çelimsiz kimse tek başına gönderilir, karşı çetenin kendinden çokça büyük kişisine omuz attırılır, kendisine omuz atılan kimse de atanın ensesine tokadı basınca, köşeden bakan göndericiler hep birden “Sen nasıl küçücük çocuğa vurursun!” haykırışıyla ortaya çıkar, saldırıya geçerler…

İşte; kelimenin tam manasıyla Yunanistan, Avrupa’nın, hatta kontra etkilerle ABD’nin çatıcı devleti mevkiindedir… Bu çatıcı, Lozan ile düşmana hayat iksiri, bize de pamuktan ölü tıkacı diye arz edilen Meis Adası’nı bir arsızlık trampeti gibi kullanmakta ve Türkiye’ye sadece 2, Yunanistan’a ise 580 kilometre uzaklığındaki bu trampetten itibaren 40.000 kilometrelik bir alana, hem de bu alanın tek sahibi gibi düşmek, yayılmak istemektedir…

Evet, Yunanistan, haklı bir savaşa gerekçe bulamadığından, Türkiye’ye omuz atmaktadır… Zira kendisi bir adalar ülkesi değildir, Ege’deki adaları üzerinden sadece kara suları hakkına sahipken, bununla yetinmemekte, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge anlamında kendisine haksız yere deniz yetki alanı da doğurmaya kalkmaktadır… Bir sürü diplomatik yaygara arasında işte bunun manası, Türkiye’ye sebepsiz, mesnetsiz yere omuz atması, çatmasıdır… Hani ensesine tokadı yemek ve bu tokattan sonra da köşe başında bekleyen göndericilerinin müdahalesiyle kazanımlar elde etmek istemektedir…

Türkiye, Yunan şımarığının aslında bir çatıcı olduğunu bilmekte, bu sebeple onu bir hamlede ezmek yerine, köşe başında bekleyenlerini de hesaba katarak hesap yapmaktadır… Bu hesaplardan biri, belki de en önemlisi şu: Olan bitenin Avrupa Hukukuna göre tam bir hukuksuzluk belirttiğini iyice alenileştirmek…

Ve işte… Böyle bir ahvalde vaziyet zaten çok zorluk belirtmekteyken, iktidarı devirmek için vatanı devirmeye razı muhalefet sebebiyle bu vaziyet, daha da zorlaşmaktadır…

Mesela Yunanistan’ı, arkasından alenen itekleyen Fransa, benzer bir sıkıntıyı 1977 yılında İngiltere ile Manş Denizi’nde yaşamış, İngiltere, Fransa kıyılarına nerdeyse bitişik adaları vesilesiyle kıta sahanlığı ve deniz yetki alanı iddiasında bulunca, Fransa vakıayı Uluslar arası bir Tahkim davasına dönüştürmüş ve lehine karar çıkararak Manş Denizi’ndeki hakkını tescil ettirmiştir. Oysa şimdi, Yunanistan, İngiltere’nin, Türkiye de Fransa’nın mevkiindeyken, Fransa, kendini değil de, İngiltere’yi haklı görür gibi Yunanistan’ı desteklemektedir!

Dünyanın her yanından buna benzer örnekler verebiliriz. Ama tek başına yeter bu örnekten de anlaşıldığı üzere, adalet ve hukuk değil, pislik ve haramilik tahakkuk ettirilmek istenmektedir ve hal böyleyken bile CHP merkezli muhalefet, milli dimağ levhasına sinsi sinsi:

“Türkiye’yi maceradan maceraya sürükleyen Recep Tayyip Erdoğan!”

Diye yazmakta, bu yolla da bu pislik ve haramiliğin daha az görülür olmasını istemektedir…

Çünkü ürktükleri şey, Türkiye’nin Akdeniz’de boğulması değildir, şudur: Türkiye’nin olası bir savaşa girmesi, girerken milli vicdanı da, ortadaki haksızlık sebebiyle tam kadro yanında bulması ve alacağı yaralara rağmen bu savaştan Recep Tayyip Erdoğan’ın her hâlükârda güçlenerek çıkması!

CHP’nin, adi bir sırtlanla temessül edilebileceği bu muhalefet çetesinde, çetenin diğer unsurları da, sinsilik, ürkeklik ve ısırık paylarına göre çakal, köpek, tilki vasfıyla rol icra etmektedir…

Niyetleri; aleni gizli ya da gizli aleni olarak; çok belli!

Aslan, öyle ya da böyle, alt edilecek ki, aslan artıkçılığından bıkmış karakulak çetesi, ormanın bütün zenginlikleriyle, kendi nefsleri arasındaki engellerden kurtulabilsinler!

Halleri tam olarak bu, Türkiye için sadre şifa tek plânları yok… Hayır, hayır… Dilleriyle açıkça değil, dipleriyle kapalı ve yellenme edasıyla terennüm ettikleri bir planları var:

-Beraberinde Türkiye devrilecek de olsa, Recep Tayyip Erdoğan’ı devirmek!

Müslümanların, Müslümanlıkları sebebiyle kadim düşmanı Batı, bu defa Müslümanlık sahası içinden petrol gibi fışkıran BAE, Suudî Arabistan ve Mısır gibi münafık müttefikler de bulmuştur… Mısır ve BAE’nin başını çektiği nifak ehli bu yandan, Fransa ve Yunanistan’ın başını çektiği küfür ehli o taraftan, Türkiye’yi Akdeniz’de boğmak isteyecekler, istemektedirler!

Peki, dışımızdan korkuyor muyuz?

Asla!

Ama içimizde, Türkiye’nin böyle bir yeltenişte boğulmasını isteyecek ciddi bir ihanet heyulası olduğunu biliyoruz ve esas bundan ürküyoruz…

Akademik makale yazmıyoruz… Gerçekleri, ağız kenarında çevirmek lüzumuna da ihtiyacımız, pervamız yok… Şunu herkes biliyor ki; İslam düşmanlıklarını, itikadî bozukluklarını, cibilliyet vertigolarını, Recep Tayyip Erdoğan düşmanlığında tecelliye getiren ve merkez üssü daima CHP Genel Merkezi olan önemli bir kesim, bir ihanet tabelası olarak iç dünyalarına şu dövizi asmış vaziyetteler:

-Şöyle bir savaş çıksa da, şöyle bir Türkiye’ye çaksalar da, şu Recep Tayyip Erdoğan’dan bir kurtulsak!

Yani Türkiye’nin, nifak ve küfür kutupları arasında boğulmasını bir yas mevzuu olarak değil, Recep Tayyip Erdoğan’ın boğulması olarak görüp, bir bayram vesilesi olarak algılayanlar var!

İşte ne Yunanistan, ne Fransa, ne Avrupa Birliği, ne de bir başka odak, Türkiye’nin en esaslı düşmanı, bu zihniyetle teşahhus eden kitlenin ta kendisidir. Yıllar boyunca da zaten, milli bünye içinde urlaşmış bu kesime, hakiki ve harbi bir kemoterapi uygulamadığı, uygulayamadığı için Ak Parti iktidarına eleştiriler yöneltmekteyiz. Zira Ak Parti, Kemalizm ile deruhte edilen bu kesimin sivrisinekliğini, Kemalizm bataklığını kurutmak yoluyla yok etmeliyken, bu bataklığı, Kemalizme pirim verdirecek işler eyleyerek beslemiştir! Buna sakarlık mı, içlerindeki ihanet unsurlarının sabotasyonu mu demeli, ayrı husus, kesin husus ise 20 yıllık tek başına iktidar avantajının, maatteessüf layıkıyla kullanılamamış olmasıdır… Oysa defi mazarratın, celbi menafiden evla olduğu hikmetli bir hakikattir… Yani zararlı olan şeylerin def edilmesi, çoğu zaman faydalı işlerin yapılmasından iyidir ve öncelikli işler nevindendir…

Misal, deniz üstünde boğulmakta olan mazlumları kurtarmak, haysiyetli bir iştir ama bu haysiyetli işi icra ederken, ayağına bağlanmış kayadan kurtulmak da, aklın gereğidir…

İşte bu akıl tam kullanılamadığı için, Suriye’den Libya’ya, Lübnan’dan Atina’ya kadar olan hatta, ayağımızdaki bu kaya ile beraber kulaç atmak durumundayız… Bu da takdir edersiniz ki; içimizdeki potansiyeli, tam manasıyla aktüalite edemememiz manasına gelmektedir… Hani yumruğumuz normalde beş ton basar ama beş kiloluk vurabiliyoruz, her bir kulacımız bize normalde elli metre aldırır ama beş metre ilerleyebiliyoruz… Böyle bir durum…

Ve bu durum “Biz Türkiye’yi kuran partiyiz!” diye başlayan gurur peşreviyle CHP Genel Merkezi’nden hala, Türkiye’yi sevmeyen ne kadar ülke, Türkiye’yi yıkmak isteyen ne kadar odak varsa, hepsine birden çifte telli oynatıcı bir nota ihanetiyle terennüm edilmeye devam etmektedir…

Evet, onlar nezdindeki Türkiye’yi, onlar bu gayelerle kurdular ve hala nezdimizdeki hakiki Türkiye’yi, yurtta da, cihanda da susturmak üzere vurmaya devam etmekteler…

Duyun ve inanın:

Türkiye’de muhalefet, ihanet temelinde yükselttiği kulelerinden Akdeniz’i gözlemekte ve bütün dünyanın öz menfaat atılımı yapmaya kalktığı bu eski Türk Gölü’ne sadece, katakulli ağları sermektedir…

Atın tek ayağının kırılmasıyla, dört ayağının kırılması arasında bir fark yoktur…

Ak Parti, dışa doğru diplomasi ve atak, içe doğru da kalkınma ve kontrol diye özleştirebileceğimiz dört unsurdan üçünde, yani dışa doğru diplomasi ve atak, içe doğru da sadece kalkınma unsurlarında şöyle ya da böyle başarılı olmuş, Türkiye’yi, yurtta da, cihanda da susmak cenderesinden çıkarmış, içte de, iş yapması, yatarken horlamasından farksız diğer iktidarlara nazaran Türkiye’yi kalkındırmıştır… Ama işte, kuruluşundan itibaren Türkiye’yi, belli sınırlar içinde tutmak için konuşlandırılmış iç ihanet-garabet-dalalet unsurlarına karşı kontrol, zapt ve def hamlesinde tam manasıyla bulunamamıştır…

Oysa nasıl atın koşabilmesi için sağlam üç ayak yetmiyorsa, Ak Parti iktidar atına da, bu dört unsurun üçünde başarılı olması yetmeyecektir… Bir ayağın, dört ayak kadar önemli olduğu bu manzarada, iktidarın düşmesi için, vatanın düşmesine razı olacak muhalefet unsurlarını zayıflatamamak, er ya da geç, tek ayağı kırık bir at gibi koşudan düşmek demektir…

Üç ayağı sağlam bir at için akıbet bellidir: Ufukları delercesine koşmak hissine ne kadar sahip olursa olsun, kırık diğer ayağının acısı en nihayetinde bu hissi galebe çalar ve tek bir kırık ayaktan başlayan kangren, üç ayaktan sonra atı tümüyle istila eder ve onu öldürür…

Bundan daha erken gelecek ölümse, millet isimli at sahibinin silahını çekmesi ve acı çekmesin diye öz atını bizzat vurmasıyla gelir…

Fikrî muhalefet ile çakal muhalefetini ayırt etmek için işte bir örnek:

Arap dünyasında, yönetimler Türkiye’ye düşman, halklar dosttur… Çünkü Arap dünyasında yönetimler, Osmanlı geçmişiyle çatışık, halklar barışıktır… Çünkü Arap dünyasında yönetimleri 20. Yüzyılda, Osmanlı düşmanı Batılılar şekillendirmiş ve içinde koca bir Osmanlı potansiyeli taşıyan Arap halklarını da bu yolla cendere altında tutmak istemişlerdir…

Son zamanlarda, Türkiye, yeniden Osmanlı olmak yollu emareler gösterince, Arap dünyası yönetimleri endişeye, Arap dünyası halkları ise neşeye gark oldu… Hatırlayın, İngiltere, İsrail, Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirliği istihbarat şefleri, yakın zamanda bir Körfez ülkesinde toplantı yapmış ve orada MOSSAD Başkanı Yossi Kohen, toplanma gerekçelerini de oluşturan şöyle bir kıymet hükmünde bulunmuştu:

“Asıl tehlike İran değil, Türkiye’dir…”

Asıl tehlike, Osmanlı’nın yeniden dirilmesi ve hegemonya altında bulunan Arap halklarının da, bu dirilişe eklemlenmesi ihtimalidir…

İşte böyle bir ahvalde, Türkiye, Arap yönetimlerden ziyade, Arap halklarına oynayıcı, dar değil, geniş zamanlı ama az değil, çok kârlı bir politika izlemektedir…

Mısır’da mesela… Türkiye, gönül bağını Mısır’ın darbe yönetimiyle değil, Mısır’ın esasını teşkil eden ve Osmanlı mazisi ile barışık Mısır halkıyla kurmaktadır.

Ya da Suriye’de… Yüzde doksanı Sünnî Müslüman ve Osmanlı mazisi ile barışık Suriye halkını yok sayıp, Suriye politikasını, Suriye halkını yok sayan ve sadece yüzde onluk Nusayrî kesime yaslanan Suriye yönetimi ile yürütmemektedir…

Ama işte Türkiye’de CHP merkezli muhalefet, kendileri de Arap yönetimleri-Arap Halkları nispetinin Arap yönetimleri tarafına taalluk ettikleri için, bir papağan gibi durmadan Mısır’da darbeci Sisi ve Suriye’de katil Esad ile el sıkışılması için hükümeti sıkıştırıp durmakta, çizdikleri sahte tablolarla hükümeti vatandaşın gözünde uzlaşma bilmeyici ama düşman arttırıcı gibi göstermeye çalışmaktadır. Amaç, Türkiye’yi uzun vadeli ama çok kârlı dış politikasından vazgeçirmek, bu yolla ona tükürdüklerini yutturmuş olmak ama en asıl bir gaye olarak, Türkiye’ye, Batı’nın da muradına uygun olarak, güçlü Osmanlı ufkundan istikamet çevirttirmektir…

Türkiye’de hükümet, işte bu çakal muhalefeti karşısında, Mısır ve Suriye halklarını kaybetmemek adına, Mısır’da Sisi’nin darbeciliğini, Suriye’de de Esad’ın katilliğini bahane olarak öne sürmektedir ama gene de çakal muhalefeti güden bu taifenin, Türkiye’yi dış ve düşman ülkeler namına köşeye sıkıştırırcasına icra ettikleri ürümeye engel olamamaktadır…

İşte şu cümle, lojiğe katılmış ezber müfredatından olarak, İyi Parti’nin, kendi parti akvaryumuna, akvaryumdaki diğer balıkların kir izini silsin diye “çöpçü balığı” vasfıyla koyduğu, kendi sözcüsü Yavuz Ağıralioğlu’na, her daim ve her fırsatta çığırttığı bir cümledir:

“Esad ile el sıkışmamayı ‘Ama Esad katil!’ diyerek açıklıyorlar… Peki, ABD’nin, sıkça sıktığınız eli Esad’ın elinden daha mı az kanlı?”

Tastamam, insafsız ve asla fikirden damıtılmamış bu mantık, Türkiye’yi yönetenlerin, Mecnun’un Leyla’ya duyduğu türden bir muhabbetle ABD’ye muhabbet beslediği ön kabulünden yola çıkıp, öldürülen milyonlarca Suriyelinin acısına sırt dönüp, misafir edilen milyonlarca Suriyeli için katlanılan bütün fedakârlıkları da bir gecede sıfırlamayı murat edinen ve her şeyden öte, çakal muhalefetin ne idüğünü de örnekleştirmek için kurulan, sefih bir mantıktır…

Ne imiş, ABD daha kanlı imiş, onunla el sıkışabiliyorsak, Esad ile de sıkışabilirmişiz!

Hararetle Esad ile el sıkışılmasını, bir dünya dolusu gerekçeye bağlayan ve isteyen misal Doğu Perinçek’i bile yanında “Düşmanım, böyle olsun!” parantezine aldıran bu mantık, hükümetin kulağına alenen:

“Sen daha vahşi tecavüzler gördün! Ne olur, Esad ile bir kerecik!”

Diye fısıldanan ve Batılıların False Analoji dedikleri sahte mantık nevine giren bir vesvesedir…

Bu vesvesenin, iktidar etme makamına geldiğinde Türkiye’nin ne hale getirilebileceğini hayal edin bakalım…

Bir kere…

ABD, Türkiye’nin “Hadi, varlık yumurtalarımızı tokuşturalım, kim kırılırsa!” diyalektiğiyle karşı duracağı bir ülke değildir. Gerçekte, ABD’ye bu şekilde yaklaşacak bir ülke dünyada da yoktur. Hal böyleyken Türkiye’nin, bütün bu güç dengesizliği içinde, kendisine yol açıcı en ince diplomasiyi yürütmesi, düşman kuvvetlerindeki güçleri birbiri aleyhine kullanarak kendi gücünü katlaması ve kendi gücü kifayetli bir bareme erinceye kadar, salt diş ve pençelerini değil, onlarla beraber akıl ve kurnazlık melekelerini de kullanması şarttır.

Zücaciyeci dükkânına her nasılsa girmiş file çivili sopa ile vurmak, nasıl eşeklik ise, dükkan sahibine bakıp, onun dışarıda kümesinden tavuk çalan tilkiyi sopalamış olmasına dayanarak:

-Fil, tilkiden daha mı az zararlı, niye fili sopalamıyorsun?

Diye konuşmak, sadece eşeklik değil, aynı zamanda çakallıktır!

Yani Türkiye’nin, ne ABD ile olan yakınlığı ABD muhabbetinden, ne de Esad ile olan mesafesi, salt Esad’ın katilliğindendir… Türkiye’nin, iki tarafa karşı güttüğü siyaset, Türkiye’nin uzun vade emelleri uğrunda, hem de ince hesaplar yaparak yürüttüğü bir siyasettir, yürütebilirse, Türkiye bu süreçten kat be kat güçlenerek çıkacaktır ama işte bunu Türkiye düşmanları da bildiğinden, yürütülemesin diye Türkiye’deki çakal muhalefeti ürütmektedir…

Defineciler, altın küpünün kulpunu görünce heyecanlanırlar… Ama mesela, bir definecilik hikâyesidir, altınları sahiplenip koruyan ifritler, definecilerden kimine musallat olur ve onlara, diğer definecileri öldürmek de dahil, tuhaf işler yaptırırlar…

İşte buyurun:

Karadeniz’de 320 milyar metreküp doğalgaz keşfi yapılınca, ifriti define çevresinden değil ama CHP Genel Merkezi’nden musallat Selin Sayek Böke, derhal baş çıkardı ve imkân olsa kendisine doğalgaz keşifçilerini öldürtecek hasediyle aynen şöyle dedi:

“Varsa o kaynak, ‘Türkiye’ye kalkınma getirir mi?’ sorusunun cevabı hayır olduğu için endişeliyim. Böylesi yatırımların faydası, ekonomik olarak halka yansımayacak…”

İşte bir daha buyurun:

İyi Parti Genel Merkezi boş durur mu, o da hadiseye, ifrit musallat edilmiş bir vazifelisiyle yaklaşmak yerine, bizatihi öz ifritlerinden Aytun Çıray’ı yönlendirdi ve ona şöyle tevesvüs ettirtti:

“320 milyar metreküp olup olmadığı henüz belli olmayan bir doğal gaz ile değiştirseniz değiştirseniz, sinemada sandalye değiştirirsiniz…”

Hatta CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, olur ya, iktidarın –aslında Türkiye’nin!- lehine bir durumu tetikler diye kendi milletvekillerine:

“Karadeniz’deki doğalgaz keşfi ile ilgili herhangi bir medya organına görüş bildirilmeyecek!”

Diye birer emir mesajı gönderdiği ortaya çıktı…

Dikkat edin, Akdeniz, trilyonlarca metreküp doğalgaz için, bütün Batı’nın ve İslam dünyasındaki münafık ülkelerin marifetiyle, hem de Türkiye’ye karşı çalkalanırken, Akdeniz’deki uzun soluklu ve zor mücadele için Türkiye kamuoyunu motive edecek ve Akdeniz’deki daha büyük rezervler için referans olacak Karadeniz’deki bu doğalgaz keşfi, maddeden çok, Türkiye’ye manada lazım olan bir keşiftir ve işte bunu, çakal muhalefeti yürütmek marifetiyle CHP-İyi Parti ikilisi de keşfetmiştir, bunun için hadiseyi tahfif etmekte ve Türkiye’yi gazoz fabrikası gibi addettikten sonra da Karadeniz keşfini, Türkiye’nin yolda gazoz kapağı bulması çapına indirgeyip küçümsemektedir…

Yani, Karadeniz keşfiyle Türkiye’nin moralde pekleşmesi ve bunu devlet-millet bütünleşmesiyle Akdeniz’de bir madde devleşmesine götürme ihtimali, ABD, Fransa, Yunanistan, İsrail gibi ülkelerden başka, Türkiye’nin çakal muhalefetini de ürkütmüştür!

Muhalefet içinden ara ara ama gene mutlaka çakallık şivesiyle serdedilen:

-O halde gerekeni yap, Yunan’ı vur, arkandayız!

Şeklindeki görüşler bile, tam da bu cıngarda gerçek vatanperverlik duygusuna değil, ilk vuranın, diplomatik manada haklı da olsa haksız sayılacağı bilgisine maliktir…

Hani istiyorlar ki; zamansız bir gayrete gelişle Türkiye, bizi gene aynı gayeyle taciz eden Yunanistan unsurlarını vursun, Avrupa Birliği böyle olunca gayrete gelsin, savaş tazminatı dahil, bir dizi ekonomik yaptırımla Türkiye’yi çökertsin, Türkiye çökünce Recep Tayyip Erdoğan da çökmüş olsun ve Akdeniz’deki doğalgaz yatakları Türkiye düşmanları tarafından payu mal edilirken, onlar da yurtta ve cihanda susmak yollu saadet günlerine geri dönsünler…

Tam, çakal muhalefeti…

Çakal muhalefetinde saadet, Türkiye’de hiçbir yerli iktidarın aslanlaşmamasına odaklı, yaltakçı ve sahte bir saadettir…