Bu sayfayı yazdır

Beyrut Limanı Patlaması Vesilesiyle: Lübnan Hizbullahı Mı, Hizbullah Lübnanı Mı?

Yazan: 07 Ağustos 2020 1674

Eski bir haber başlığına denk geldim:

-Lübnan’da devlet dışı aktör: Hizbullah!

Diye… Fakat işin evvel ve ahir paranteziyle bana görünen hakikati, bu haber başlığını olması gerektiği haline şu şekilde soktu:

-Hizbullah’ta devlet içi aktör: Lübnan!

Hani gerçekte aleni İran bağlısı Hizbullah “Lübnan Hizbullahı” mı, yoksa aleni Hizbullah bağımlısı-mahpusu Lübnan “Hizbullah Lübnanı” mı, belli değil?

Vaziyet, ikincisinin birincisinden daha hakiki olduğuna nişane…

Bu satırları, Beyrut Limanı’ndaki korkunç patlamanın harareti henüz dinmemişken karalıyorum… Fonda Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın, İsrail’i tehdit sadedinde ama onu komik ve zor duruma düşürecek eski bir konuşması:

“İsrail’in Hayfa Limanı’nda, amonyum nitrat yüklü gemiler var… Bunlar bir roketle vurulursa, nükleer silah etkisi yapar ve on binlerce insanın ölür!”

Hasan Nasrallah bu konuşmayı, dört yıl önce, 16 Şubat 2016’da yapmış… İşte şimdi; tamamen Hizbullah kontrolündeki Beyrut Limanı’nda, amonyum nitrat dolu depolar patladı ve yüzlerce Lübnanlı can verdi…

Ve Lübnan Cumhurbaşkanı, patlamadan hemen sonra konuştu:

“Herhangi bir güvenlik önlemi alınmadan, 2 bin 750 ton amonyum nitratın 6 yıl boyunca bir depoda tutulması kabul edilemez!”

Amonyum nitrat denilen şey, bildiğiniz gübre… Tek başına sağır patlayıcı… Ama başka patlayıcılarla desteklenirse, inanılmaz bir patlama yetisine sahip oluyor. Tüm çocukluğum, binlerce çuval amonyum nitratla iç içe geçti. Evimizin bitişiği, korumasız gübre deposuydu. Gübre kulelerinin üzerine tırmanır, hatta etrafında ateş yakardık… Meğerse bomba imiş… İstanbul sinagog saldırılarında, gübrenin de patlayabildiği, milletle beraber devlete de öğretilince birçok yeni düzenlemeler yapıldı, kanunlar çıkarıldı ve şimdi bildiğim kadarıyla birkaç çuval gübre için bile çiftçi, bir dünya evrak düzenlemek, bildirimde bulunmak zorunda… İşte Lübnan’a, bu düzenlemeler gelmemiş, bu kanunlar uğramamış… Bize göre sebebi de, ortada müstakil bir Lübnan’ın olmaması, Lübnan ve Hizbullah ilişkisinin, “Lübnan Hizbullahı” değil de, “Hizbullah Lübnanı” gibi bir tamlamaya oturuyor olması…

Lübnan, adeta Hizbullah’a nispeten, içine cin kaçırılmış mazlum bir ülke ve Hizbullah, Lübnan’a nispeten içe kaçırılan cinin ta kendisi… Şii Emel Hareketi içinden türlü sebeple kopup, İran Devrimi’yle beraber alenen İran’a bağlandığını açıklayan Hizbullah şahsında, Amerika ve İsrail, kötü adam boşluğunu dolduruyor. İsrail, İran ve hemen dibindeki Hizbullah vesilesiyle tüm dünyaya:

“Zinde ve silahlı olmalıyım!”

Diyor ve mesela ancak kulak kesmesinin hoş karşılanabileceği bir yerde, baş da kesebilme salahiyetini buradan alıyor. İran da, İsrail’in daima Filistin ve Lübnan’a sarkan bulaşıklığına yaslanıyor, İslam dünyasında yaptığı tüm pisliklere bu vesileyle meşruiyet sağlıyor. Şu meşruiyete bir baksanıza, Lübnan’da, resmi olarak devlet içinde olan, Bakanları bulunan, Lübnan ordusunun silahlarını, hatta ABD’nin verdiği tanklara kadar kullanan Hizbullah, resmi olarak İran’a bağlı bulunmaktadır! Şöyle düşünün, Türkiye’de, hükümet ortağı bir parti, resmi olarak Çin’e bağlı, emir-komuta zinciriyle başka bir ülkeden talimat almakta… Mümkün mü? Lübnan’da yalnız mümkün değil, tüm dünyanın gözü önünde alenen icra da edilmekte…1

Hani, İran-Hizbullah ikilisinin tüm İslam dünyasının başına ördüğü çoraplar, merdiven diplerinde değil, çarşı tezgâhlarında dokunmakta da, onlara kimse dokunmamakta… Dokunulur gibi yapıldığı anlarda da, bu kirli sisteme hareket sahası açılmakta, nefes aldırılmakta… Düşünün ki; Suriye Savaşı olmasa, etrafımızda İran emperyalizmine inanacak tek bir mümin dahi bulamayacaktık… Ama İran ve emrindeki Hizbullah, yüz binlerce mazlum Suriyeliyi cihat aşkıyla (!) Suriye’de öldürünce, iç harcı küfür dünyası tarafından karıldığı halde, dış sıvası İslam yeşiliyle boyanan bu ikilinin yeşil boyası aktı ve gerçek yüzleri bir nebze görüldü…

Daha da çok şeyler görülecek…

Devlet yönetmekle, uluslararası güç odaklarına taşeronluk etmek, bu bakiyeyle de devletçilik oynamak arasında fark, Lübnan ve Hizbullah özelinde daha bir belirecek ve inşallah uzun vadede, Beyrut Limanı patlamasının da faturası Hizbullah’a kesilecek… Zaten, Marunî Hristiyanlar, Müslümanlar ve Şiilerden oluşan Lübnan, ülke olmakla, bu üç kesim tarafından resmen paylaşılan bir pasta olmak arasında doğum sancıları çekiyor. 1932’de son kez yapılan seçimlerde, Lübnan’ın yarısı Marunî idi. Şimdi görünen manzarasıyla azalmış durumdalar. Şiilerse, tam da ABD ve İsrail politikasına uygun olarak artmış durumda… Bu manzara, Lübnan’da Yahudi aklı ile ona bağlı olarak Şiî aklı ve tasarrufu işletildiğine nişane… Gerçek Müslümanlarsa, hamisiz… Filistin göçüyle beslenmemiş olsaydı, Lübnan’daki gerçek Müslümanlık deresi zaten kuruyacaktı…

Vakıa şu; gerçek Müslümanlığın hamisi beşerî bir güç merkezi yok, olsaydı, nizamî besleyişlerle bu dere evvela ırmağa evrilir, sonra da tüm Lübnan’ın başat suyu olarak bölgeyi patronajı altına alırdı…

Ama gerçek Müslümanlığın, ilahi hamisi var, hamdolsun… Hizbullah, içinde adam olmayan bir elbise gibi… Mafsal noktalarından çubuklarla ayakta tutulmazsa, kendi başına ayakta durmaktan aciz… Ne zaman İslam dünyasında karizmaya ihtiyacı olsa, İsrail Hizbullah’a, hiç olmadı Hizbullah İsrail’e bulaşıyor, ortaya sahte bir çarpışma sirki kuruluyor ve İsrail’e olan hıncı sebebiyle tüm Müslümanlara:

“Hadi Hizbullah, vur Hizbullah!”

Dedirtiliyor. Ama bu sirkin, bundan böyle tesir vasfı kaybolmuştur, hamdolsun… Lübnan’da, Hizbullah mızrağı, çuvala sığmamaya başlamıştır. Ardından ne çıkarsa çıksın, Beyrut Limanı patlamalarında gerçek patlayan, Hizbullah olmuştur, olacaktır… Hizbullah ile beraber İran’ın da karizmasını kurtarmaya matuf mukadder bir savaş sirki, ABD-İSRAİL/İRAN-HİZBULLAH blokları arasında bir kez daha kurulursa, inşallah İslam dünyasından bu defa:

“Hadi oradan Hizbullah, nah Hizbullah!”

Sesleri yükselecektir… Ama asıl mesele, Lübnan’da Müslümanlığın gerçek bir şahsiyet kaidesi üzerine oturmasında… Bir el, uzanacak ve demografik ıslah çalışmalarından, dişli-pençeli olmak atılımlarına kadar her şeyi düzene koyacak… Bu el, beşer plânında el an, kayıp görünmektedir…

Ama bir Dest-i Hafî, asla uzanmaz görünmemektedir…